Küba Cumhuriyeti Devlet Başkanı Raul Castro’nun “uçurumun kenarında dolaşma vakti doldu ya durumu düzeltecek ya da düşeceğiz” sözleriyle Küba’daki ekonomik sıkıntıya işaret etmesinin ve ülkedeki ekonomik modelin dönüşümü doğrultusunda bazı adımlar atılacağını duyurmasının üzerinden tam iki yıl geçti.
Dünyanın biricik sosyalist ülkesinde ekonomik modelin dönüşümünden bahsedilir de bu konuda spekülasyon yapılmaz mı? Yarım yüzyıldır onca saldırı ve provokasyondan eli boş dönünce “Fidel’den sonra…” mitine bel bağlamış olan emperyalist merkezler Küba’nın Raul’la birlikte kapitalizme yelken açtığını ilan ettiler. Küba sosyalizminin dünya halkları için, dünyadaki dostlarının güven ve desteğinin ise Küba için ne ifade ettiğini gayet iyi biliyorlardı. Kışkırtmanın, kuşkuya düşürmenin, panik yaratıp karamsarlık yaymanın tam zamanıydı.
Spekülasyonların hepten boşa gittiğini söylemek mümkün değil maalesef. Meselelere tarihsel perspektifle, bütünlükle, sağduyuyla yaklaşması, her koşulda başını dik, mücadele azmini dinç tutması gereken solun bir kesimi de bu yaygaraya o ya da bu ölçüde katkıda bulundu. Örnekleri Türkiye’yle sınırlı tutacak olursak, “Fidel’den sonra bitti bu iş” diyenler mi ararsınız, “Che’nin resmi banknotlara basıldığında bitmişti zaten” diyenler mi…
Karamsarlıkla eyyamcılık arasında salınan bu yaklaşımda Sovyetler Birliği’nin yıkılışıyla yaşanan yenilginin de izleri vardı kuşkusuz. Bir kez daha düş kırıklığı yaşamamak adına, “ben demiştim” diyebilmenin sorumsuz tez canlılığı…
Sosyalizm bazı evrensel ilkeler üzerine inşa edilse de eşitsiz gelişim yasası gereği her ülkenin kendine ait özgünlükleri mevcut. Verilen tepkilerde emperyalist spekülasyonlar ve olumsuz tarihsel referansların yanı sıra Küba özgünlüğünü tanımamanın da etkisi var.
Peki nedir Küba'nın özgünlüğü? On bir milyonluk bir ada ülkesi olarak Küba’daki sosyalizmi tanımlayan şey örneğin asla Sovyetler Birliği dendiğinde akla gelen devasa ekonomik gücü olmadı. Küba'nın özgünlüğü, tam aksine, sınırlı ölçeği nedeniyle her daim zorlu olan ekonomik koşulları içinde ideolojik mücadeleden ve toplumsal örgütlülükten taviz vermeyen siyasi önderliğiyle öne çıkması ve varlığını sürdürmesi oldu.
Sözünü ettiğimiz siyasi önderlik, ülkenin özgünlüğüne binaen hep ezber bozdu. Devrim sonrasında tarımsal üretimin kayda değer bölümünü küçük tarım üreticilerine kendi eliyle emanet eden de oydu, başka topraklarda karşı devrimin yuvası olarak bellenen bu kesimi sosyalizmin temel dayanaklarından biri haline getirecek denli devrimcileştiren de. Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra ekonomisini yabancı yatırıma açma kararı alarak yürekleri hoplatan da oydu, görkemli bir referandumla anayasasına “sosyalizmin geri döndürülemez olduğu” ilkesini yazan da.
Küba’yı yakından tanıyan ve onunla omuz başı mesafede kavga veren dostlarından, örneğin Latin Amerika solundan yukarıda bahsedilen türde bir eyyamcılığın çıkmaması belki de bu nedenle anlaşılır bir durum. Türkiye halkının bu devrimci ülkeye sonsuz sempati beslediği bir gerçek ama ister coğrafi mesafe yüzünden, ister başka nedenlerle olsun, Küba’nın Türkiye solunun bazı kesimleri için “uzak ülke” olduğu bu son süreçte görülmüş oldu.
Kapitalizme açılmak ne demek?
Gerek Sovyetler Birliği’nin yıkılışı, gerekse ona eşlik eden neoliberal ekonomi politikaları, bir ülkenin kapitalizme yelken açmasının temel göstergelerinin neler olduğu konusunda bize gereğinden fazla örnek sunmuş oldu.
Herkesin neredeyse ezberden sayabileceği bu göstergeler devlet işletmelerinin ve doğal kaynakların özelleştirmeler yoluyla sermayeye peşkeş çekilmesidir eğitim, sağlık, barınma ve benzeri sosyal hakların geri alınması ve bu alanlarda yürütülen faaliyetlerin piyasaya açılmasıdır reel ücretlerin düşürülmesi ve işsizleştirmedir ekonominin finansallaştırılması, rantiye ve spekülasyona teslim edilmesidir emperyalist kurumlarla yapılan anlaşmalar yoluyla ekonominin dışa bağımlı hale getirilmesidir yabancı sermayeye ayrıcalıklı teşvikler tanınmasıdır ve en önemlisi, toplumun örgütsüzleştirilmesidir.
Küba’da ne oldu?
Peki, bu göstergelerle bakınca Küba’da ne oldu? Özelleştirmeyle başlayalım. Küba’da bireylerin vergi ödemek şartıyla toplam 181 alanda kendi hesabına ekonomik faaliyet yürütebileceği karara bağlandı. Bahsi geçen karar, marangozluk, berberlik, palmiye budayıcılığı, ütücülük, saat tamirciliği, gözlük tamirciliği gibi zanaata dayalı bireysel faaliyetleri kapsıyor. Aynı karar kapsamında, Küba’da 1990’ların başından bu yana faaliyet göstermekte olan ev içi küçük restoranların lisans sayısının sınırlı sayıda arttırılacağı da duyuruldu.
Devlet ekonomisinde bir ölçüde sadeleşmeye giderek temel üretim ve hizmet alanlarında sosyalist planlamanın güçlendirilmesi ve verimliliğin arttırılması amacını taşıyan bu uygulamanın kapitalizm koşullarında şahit olduğumuz özelleştirme yağmasıyla bir tutulması ne akla, ne vicdana sığıyor. “Böyle böyle başlar” deyip hız kesmemekte kararlı olanlara 1990’lardaki Özel Dönemin karanlık günlerinde alınan benzer bazı tedbirlerin koşullar olgunlaşınca iptal edildiğini hatırlatmakla yetinelim. Küba’da hala devrimci kadroların iktidarda olduğunu bilerek…
Doğal kaynakların özelleştirilmesi demiştik… Küba’yla ilgili en çok konuşulan konulardan biri, tarım alanlarının bireysel üreticiler tarafından işlenmesinin teşvik edilmesi oldu. Söz konusu olan, devletin elinde bulunan ve ekonomik kısıtlar nedeniyle endüstriyel tarım yapılamayan topraklardı. Bu topraklar Küba’nın tarıma uygun arazilerinin yarısını oluşturuyor. Artan dünya gıda fiyatları karşısında kendi besinini üretebilmek ise Küba için hayat memat meselesi. Küba’nın bu toprakları fazla teknolojik girdiye ihtiyaç duymadan, geleneksel yöntemlerle, küçük ölçekte ekip biçecek çiftçilere ihtiyacı var. Dolayısıyla, halihazırda işlenemeyen bu arazilerin bir kısmının kullanım hakkı (mülkiyet hakkı değil), bu alanda faaliyet göstermeye gönüllü olanlara verildi. Bunu özelleştirme göstergesi sayanların, devrimden hemen sonra binlerce çiftçiye arazi dağıtan toprak reformunu nereye koyacaklarını tekrar değerlendirmeleri gerekiyor.
Küba’da eğitim, sağlık, barınma ve benzeri sosyal hakların geri alınması da söz konusu değil. Barınma meselesiyle ilgili bu yıl en çok konuşulan konu, kabul edilen yeni konut yasası oldu. Yasayla, eskiden yasak olan konut alım satımına izin verildi. Düzenleme, insanların değişen ihtiyaçları çerçevesinde daha uygun koşullarda konut edinebilmelerinin önünü açmayı hedefliyor. Konut alanında sermaye birikimini ve rant yaratılmasını engellemeyi gözeten en fazla iki konuta sahip olma kısıtlaması da yeni yasayla muhafaza edilmiş durumda.
Kapitalizme yelken açmanın bir diğer göstergesi reel ücretlerin düşürülmesi ve işsizleştirme demiştik. Küba’da halkın alım gücünün yükseltilmesi, yıpratıcı abluka koşulları altında yaşam kalitesini yükseltmenin yanı sıra üretimde verimliliği arttırmanın da gereklerinden biri olarak görülüyor. Son iki yıldır gündemde olan adımların sürekli altı çizilen temel hedeflerinden biri de bu zaten.
Küba’da devlet sektöründen beş yüz bin işçinin çıkartılacağının söylenmesi bu nedenle merak konusu haline geldi. Gerçekte söylenen, beş yüz bin kişinin istihdamında değişikliğe gidileceğiydi. Yani bir kısmı devlet içinde iş değişikliği yapacak, bir kısmı yukarıda bahsi geçen kendi hesabına çalışma alanlarına ve yeni açılan tarım arazilerine yönlendirilecekti. Yapılan bu oldu. İşçilerin bir kısmı daha verimli olacağı düşünülen alanlara kaydırılırken, devlet dışı sektöre yönlendirilen yaklaşık iki yüz bin kişiye kendi hesabına çalışma lisansı verildi. Küba’da herkesin çalışma hakkı anayasal ve fiili bir hak olarak varlığını sürdürüyor.
Küba’da ekonominin üretim ve hizmetler alanında güçlendirilmesine çalışılıyor. Finansal spekülasyona, rantiyeye alan açan hiçbir gelişmeye imza atılmadı. Borsa bir yana, en ufak bir şans oyunu veya bahis bile yasak. Bankacılık faaliyetlerinde yapılan değişiklikler ise kendi hesabına çalışmak isteyen bireylere küçük kredi olanaklarının sağlanmasından ibaret.
Küba’nın askeri veya iktisadi hiçbir emperyalist kurumla işi olmadığını ve ulusal bağımsızlığını gözü gibi korumaya devam ettiğini de yine son iki sene içinde açıkça görmüş olduk. Yabancı ülkelerle yatırım ortaklıkları yapmak, ölçeği ve kaynakları son derece sınırlı olan Küba ekonomisi için hep bir ihtiyaç olageldi. Sosyalist bloğun varlığında bu ihtiyacın hakkaniyetli koşullarda karşılanması daha kolaydı elbette. Ancak Küba bugün de yabancı sermayeye mülkiyet hakkı ve benzeri ayrıcalıklar tanınmamasından, ortak işletmelerde istihdam edilen işçilerin çalışma haklarının korunmasına kadar her konuda tavizsiz ve hakim pozisyonunu korumaya devam ediyor.
Örgütsüzleştirme meselesine gelince… Kapitalizmde örgütsüzleşme bir yandan çalışma koşulları ve kültürel yaşamdaki dönüşümün kaçınılmaz sonucu, diğer yandan sermaye iktidarı tarafından sürekli derinleştirilmesi gözetilen bir düzenleme konusu. Küba’da örgütlülük dediğimizde ise bu güzel ülkeyi eşsiz kılan en büyük erdeminden bahsetmiş oluyoruz. Küba halkı işçisinden köylüsüne, askerine, kadınına kadar her kesimiyle örgütlü bir toplum. Gençler dayanışmayı ve birlikte mücadeleyi minik pionero’lar olarak daha ilkokul sıralarında öğrenmeye başlıyorlar.
Küba toplumunun örgütlülük konusundaki iddiası, kapitalizme yelken açıldığı ilan edilen bu son süreçte de kendini tüm görkemiyle gösterdi.
Küba’da iki yıl önce gündeme gelen ekonomik değişiklikler, geçtiğimiz yıl Küba Komünist Partisi’nin 6. Kongresi’nde derlenip toparlanarak bir çerçeve halinde toplumsal tartışmaya açıldı.
Başlangıçta 291 maddeden oluşan çerçeve, ülke çapında işyerlerinde, okullarda ve mahallelerinde düzenlenen 163 bin 79 toplantıda toplam 8 milyon 913 bin 838 katılımcı tarafından tartışıldı. Bu sayı kimilerinin sadece işyerindeki, okulundaki veya mahallesindeki toplantıyla yetinmediğini, birden fazla yerde toplantıya katıldığını gösteriyor.
Bu toplantılarda toplam 3 milyon 19 bin 471 kişi konuştu, 781 bin 644 görüş toplandı. Bu görüşlerden 395 bini çerçeve metne dahil edildi ve sonuç olarak 291 maddeden oluşan çerçeve metin 311 maddeyle son halini aldı.
İşgüzarlık denip geçilmeyecekse, ki Küba’nın bu çapta bir işgüzarlık için ne mesaisi ne de maddi kaynağı var, bu rakamlar çok şey anlatıyor. Küba halkı tartıştı, karara bağladı ve yerinde olduğuna inandığı bu tedbirlerin en yüksek verimle hayata geçmesi için sendikalar başta olmak üzere tüm örgütleriyle seferber oldu.
Küba halkı ne yaptığını biliyor. Bize de bu ülkeyi daha yakından tanımak ve anlamak düşüyor.
Nahide ÖZKAN
* Bu yazı 8 Aralık 2012'de Sol gazetesinin 'Sol Bakış' adlı ekinde yayınlanmıştır.