Sapiens'in Günahları (I)

"Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Tarihi" adlı popüler bilim kitabını eleştiren yazı dizisinin bu birinci bölümünde, yazarın temel tezinin, "hayal etmek suretiyle her şeyi yaptık" fikrinin eleştirisi öne çıkıyor.

Zelal Özgür Durmuş - bilimsoL

Bu yazı dizisinde bir grup bilimsoL yazarı, “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Tarihi" adlı popüler bilim kitabını eleştirel gözle inceliyor. Kitabın biyolojik ve toplumsal tarih üzerine savlarının eleştirisi beş bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, yazarın temel tezinin, "hayal gücü sayesinde herşeyi kurgular ve yönetiriz" fikrinin eleştirisine odaklanıyor. İkinci ve üçüncü bölüm yazarın biyolojik evrimle ilgili yazdığı kısımdaki önemli eksikleri ele alıyor. Dördüncü bölüm yazarın tarihi inceleme yöntemi ya da yöntemsizliği hakkında bir eleştiri. Son bölüm ise kitabın, gelecek hakkında kapitalizmin sınırlarını aşamayan yaklaşımını ve bu yaklaşımın alternatifini işliyor.


Hayatı kendi yaşadığımız anlardan ibaret görmenin ötesine bakınca toplumlar tarihini, insanın hem biyolojik hem düşünsel evrimini merak etmek kolaylaşıyor.Hele işlerin çok karıştığı, her türlü tehdidin arttığı dönemlerde bu arayış halidaha da güçleniyor. Kendi türümüzün geçmişini öğrenerekbugünü anlayabilmek, anlamakla değiştirmek arasındaki bağı keşfedebilmek sıkıştığımız koşullar içinde bize ışık oluyor. 

Cevap arıyoruz. 

Türkçe çevrisi bir buçuk yıl içinde on beşinci baskıya doğru giden Yuval Noah Harari’nin “Sapiens: İnsan Türünün Kısa Tarihi” isimli kitabı tam buraya denk düşen bir cep yayını gibi duruyor. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada çok satanlar listesine girmiş. Bill Gates’in tavsiyesinin ya da Jared  Diamond’ın kapaktaki çağrısının satışa etkisi olmuş olabilir. Toplumcu düşünce ise kuşku ile yaklaşmamızı söylüyor.Tanıtım soruları can yakıcı; ama cevaplara nasıl bir izlekle ulaşıldığı çok daha önemli. 

“Dünyada güvenilir tek şey para mı? Bütün gerçeklik mitler üzerine mi kurulu? Ekolojik bir seri katil miyiz?” Kestirmeden söyleyelim, yazarın cevabı “evet”lerden oluşuyor. Homo sapiens’in, bilişsel sıçrama ile birlikte, canlı türlerin gelmiş geçmiş en büyük katili olduğunu iddia ediyor. Bunu kendi ürettiğimiz mitlere inanarak işbirliği içinde yaptığımızı söylüyor. Türümüzü, kendini özgürleştirdiğini sanarak sadece “bahçesi daha geniş yeni hapisaneler” üreten bir akış içinde yorumluyor. Böylece geri dönüşü olmayan bu yolda hepimiz “günahkâr” doğmuş oluyoruz; Hıristiyan mitolojisindeki gibi. 

Harari, tarih bundan ibarettir, diyor. “Tarih ilerledikçe insanların iyilik ve mutluluğunun geliştiğine dair hiçbir kanıt gösteremeyecek” olduğumuzu söylüyor. “Çaresiz bir şekilde yaşam ırmağının içinde sürükleniyoruz” fikrini usulca kulağımıza fısıldıyor.

O zaman, “Hiç hareket etmeseydik daha iyi olabilir miydi? Doğaya hiç dokunmazdık, hiç kimsenin acısının sorumlusu olmazdık,” diye düşünüyoruz. İnsan olarak biyolojik evrimin sunduğu alt yapıyı kullanmasa mıydık, üretmese miydik, düşünmese miydik? 

Hayatı anlama çabasına cevap, sosyal gerçekliğin uydurma hikayelerle geliştiğine ve tarihin nasıl değişeceğini bilemeyeceğimiz yıkıcı zorunluluklar yarattığına inanmak mıdır; bu acıların suçluluğuyla pişmanlık içinde kıvranmak mıdır? 

Ama bir insan yıldızlı göklere bakıp uzayda neler olabileceğini düşlemeyi çok sevebilir. Bir insan orkestranın çalacağı bir senfoniyi dinlemek isteyebilir. Dahası herkes üretebilir, bunun hayata kattığı anlamdan haz alabilir. Böylece yaşam güzelleşip ilerleyebilir, evrilebilir, sıçrayıp devrimci çıkışlar yapabilir, yeniyi kurabilir

Tabii ki bu, gezegene pembe gözlüklerle bakmak anlamına gelmiyor. İnsanların bir kısmının bugün hâlâ köle olduğu veya geri kalan büyük çoğunluğun köle gibi çalışmak zorunda bırakıldığı gerçeğini değiştirmiyor. ABD’nin attığı atom bombasını unutturmuyor. Piyasanın gizli elinin hep semayeye çalıştığı prensibi görünmez olmuyor. Görünüşe bakılırsa onca güzelliğe rağmen bizler hâlâ birer günahkârız. Peki günahlar hepimizin mi? Günahlardan kurtulmanın yolu yok mu? Yazarın savı gibi “kapitalizmi sevmesek de onsuz yaşayamaz” durumda mıyız? 

HAYALLERE İNANMAK YETMEZ!

Kitabın sorunları, diyalektik yöntemi kavramanın çözümleme yapmak için ne kadar kritik olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü yazar dualist bakıştan kurtulamıyor. Karşılıklı ilişki içinde dans eden nesne-özne çiftini göremiyor. Ya bir şey ya da diğer şey var, bunlar birbirlerinden ayrı olarak var oldukları için öngörülemezdir, diyerek yaklaşımını sunuyor.

Örneğin koşulların oluşturduğu potansiyeli açıklarken materyalist yöntem ile yaklaşıyor. Ama bunu pozitivist bir içerikle yapıyor. “Biz bitkileri evcilleştireceğimize, bunun tam tersi gerçekleşti” diyerek nesnelliğe çubuk büküyor. Aradaki ilişki akışını tek yönlü çiziyor. Toplumsal gelişme süreci içinse idealist yönteme baş vuruyor: “Kelimelerle hayali bir dünya yaratıyoruz”, “bu hayale hepimiz inanıyoruz”, “hayalin etrafında devasa bir işbirliği örüyoruz.” O vakit düşünceler bütün maddi koşulların potansiyelinden bağımsız belirleyici oluyor.

Bu izleğe göre inandığımız hayaller/mitler hem günahımız hem sevabımız oluyor. Kapitalizmin modern mitlerine inandığımız için endüstriyel çiftliklerin kontrolsüzlüğünün veya atom bombasının yıkıcılığının suçlusu oluyoruz. Oysa suçun sorumlusu genişleyince, "hepimiz suçluyuz" deyince suçu ve suçluyu irdelemek olanaksız hale geliyor. Suçun nedeni ortaya koyulamayınca ahlaki yaklaşım öne çıkıyor. Suç bir kere ahlaki mesele kategorisine yerleştirilince değişimin yolu yeni bir ahlak anlayışından geçiyor.

Hayal kurmanın kökeni olan soyutlama becerisi neden-sonuç ilişkileri kurmamıza da imkan verir. İlişkisellik kolayca görünmeyen girift örüntüler oluşturabilir. Ama maddi koşullardan kopuk olamazlar. Yaşamın gerektirdiği şeylere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Düşünceler maddi zeminden türüyor, somut ürünler veriyor, değişen nesnellik yeni düşüncelerin gelişmesini sağlıyor ve bu sarmal sürüp gidiyor. Tarihsel ilerleme böyle gerçekleşiyor.

Sonuçta kapitalizm, “para fikrine inandığımız” ve değişim değerine güvendiğimiz için var olan hayali bir sistem değildir; bir üretim biçimidir. Fabrikalarıyla, bankalarıyla, okullarıyla, hukuk sistemiyle, ulusal ve uluslararası örgütleriyle, patronuyla, işçisiyle, köylüsüyle, orta sınıf insanlarıyla kanlı canlı, somut bir yapıdır. Bu yapı yarattığı olanaklara rağmen bir yandan da toplumsal gelişimin önünü tıkadığı için değişmelidir. 

Yazar “bir dizi tesadüfün bizi cennete veya cehenneme sürükleyebileceği” yönü kestirilemez bir nesnellik tarif ediyor. Birey olarak “ne istediğimizi bilme”ye indirgenen özne olma alanı tanımlıyor. Bu bileşim, etkileyemeyeceğin bir hayattı takma kafana, kendini keşfettir; bir nev-i “carpe diem”dir. Ya Harari’nin kitabını alacak paramız olmasından ve onu seçebilmekten mutlu olmalıyız ya da nesnel koşullara dayanan soyutlama gücümüzün, yaratma becerimizin, işbirliği kuran sosyalliğimizin hakkını vermek zorundayız. Herkes için eşitlik ve özgürlük isteyebiliriz. Hayatı yeniden kurabiliriz. Eylem zamanı!


Kaynak: Yuval Noah Harari, 2016, "Hayvanlardan Tanrılara - Sapiens, İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi", Kolektif Kitap

https://www.facebook.com/BilimsoL/

https://twitter.com/Bilim_soL