Sinan Meydan ve söylenti tarihçiliği üzerine

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR - KÜBA ve LATİN AMERİKA yazıları

Pazar günü Odatv’de Sinan Meydan, “İşte Atatürk’ten Etkilenen Devrimciler” başlıklı bir yazı yazdı. Daha doğrusu, yazının başlığı ilk yayınlandığında “Che Guevera’nın çantasından Nutuk çıkmıştı” idi. Sonradan değiştirildi.

Yazıda geçen bir ayrıntı, Türkiye’de uzun zamandır anlatılagelen bir şehir efsanesiydi: Buna göre Che Guevara Bolivya dağlarında öldürüldüğünde sırt çantasından Atatürk’ün Nutuk kitabı çıkmıştı.

Eğlenceli bir hikayeydi bu, ancak ciddi haber sitelerinde böylesine yaygınlaşınca doğrusunu yazmak gerekiyordu. soL’da aynı gün bir haber yazarak, Che’nin çantasından aslında Nutuk çıkmadığını anlattık.

soL'da yer alan haberin tek unsuru buydu, yani Che’nin çantasından gerçekte ne çıktığıydı. Sinan Meydan’ın yazısının asıl tezine değinmiyordu. Dünyadaki en büyük devrimcinin Atatürk olduğu ve tüm diğer devrimciler gibi Che Guevara’nın da düşünsel esin kaynağının Mustafa Kemal olduğu şeklinde özetlenebilecek asıl iddiayı, Perşembe günü köşemde ele almayı düşünüyordum.

Ancak tartışma birdenbire çok büyüdü. Sinan Meydan Pazartesi günü bir yazı yazarak yanıt verdi.* Ardından da akşam bir televizyon programına taşındı tartışma. Söyleyeceklerimin küçük bir kısmını orada söyledim. Şimdi ise daha geniş bir biçimde, Meydan’ın Che Guevara'nın Mustafa Kemal'den esinlendiğine dair asıl tezini ele alacağım.

Söylenti tarihçiliği
Ama öncelikle, Meydan’ın yazılarındaki üslup ve birtakım ayrıntılara dair notlar düşerek, bir konuyu açıklığa kavuşturmam gerekiyor.

Son zamanlarda popüler bir tarihçilik tarzı gelişti. Medyanın televizyon ve internete kaymasıyla, insanların düşünsel besin kaynakları olarak kitap ve gazeteler karşısında, görsel kaynakların ve elektronik ağın ağırlık kazanmasına paralel bir değişim bu. Reklamcılığın, Hollywood tarzı sinemacılığın, televizyon mantığının, tüketim kültürünün getirdiği spot, kısa, tarz olarak afilli, kafa yormaya gerek kalmadan mesaj ileten bir tarz, bahsettiğim.

Hayatımızın her alanında olan bu tarz, elbette tarihçilik ve gazeteciliğe de sirayet etmiş durumda. Üzerine, bu tarza başvuranlar arasında yaygın olarak görülen, gerçeğin kimsenin bilmediği birtakım ayrıntılarda gizli olduğunu varsayan komplosever yaklaşımı da eklediğinizde, benim söylenti tarihçiliği diyeceğim şeye varıyoruz.

Kısaca, şu: Düşünsel üretimi tüm dünyada hem akademide, hem siyasal mücadele alanında hep tartışılagelmiş, kendileri de ciltlerce kitap yazmış, düşüncelerini sayısız defa basit, açık, yalın bir dille halka aktarmış kişiler Ernesto Che Guevara, Fidel Castro ve benzeri devrimciler. Bu liderlerin “düşünsel esin kaynaklarını” bulmak için, şu ya da bu kişinin o kişiyle yaptığı gizli görüşmede kulağına fısıldadıklarını, öldüğü sırada çantasında taşıdığı kitabı ve benzerlerini kanıt göstermek, söylenti tarihçiliğine denk düşüyor.

Söylenti tarihçiliğinde okuru şaşırtmak makbul, “Vay be” dedirtmek, o iki satırla “aydınlandığını” hissettirmek makbul... Geniş açıdan bakmak, başvurulan kaynaklarda titizlik göstermek gereksiz. Gizli sırlar makbul, yapısal, sınıfsal çözümlemeler gereksiz. Etkileyici şahsiyetlerin hayran bıraktıran iradeleri makbul, kitlelerin mücadelesi gereksiz. Abartmak, uçlaştırmak makbul, birtakım gerçekleri, sebepleriyle birlikte yerli yerine oturtmak gereksiz.

Nasıl çalışıyor bu söylenti tarihçiliği?
Söylenti tarihçiliğinin nasıl çalıştığını anlamak için, elimizin altındaki örneğe bakalım. Sinan Meydan, Che’nin düşünsel esin kaynağının Mustafa Kemal olduğunu göstermek için 2 “kanıt” sunuyor.

Bunlardan ilki, Che öldüğünde çantasından Atatürk’ün Nutuk kitabının çıkmasıydı. İkincisi ise Che’nin etkilendiği devrimcilerden José Carlos Mariátegui’nin Mustafa Kemal hayranı olmasıydı.

İlk “kanıtın”, yani Che’nin çantasından Nutuk çıkmış olduğunun yanlış olduğunu yazdık. Sinan Meydan da bu yanlışı kabul etmiş görünüyor.

Şimdi, bu “kanıtın” nasıl sunulduğunu inceleyelim ve söylenti tarihçiliğinin çalışma tarzını anlamaya çalışalım. Meydan, argümanlarında şöyle bir sıralama izliyor:
- Nâzım Hikmet 1961’de Küba’ya gittiğinde Fidel Castro’ya Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Kurtuluş Savaşı’nı anlattı.
- Fidel Castro, Küba’da görevli Türk diplomat Bilal Şimşir’den Nutuk kitabını istedi, Şimşir de izne geldiği Ankara’da kitabın Fransızca versiyonunu bularak Fidel’e gönderdi.
- Aradaki bağlantıyı sağlamak için “Şimdi Nutuk’u okuma sırası Çhe’dedir” [yazım hatası Meydan’a ait] gibi bir cümle geçiyor. Bu cümleden “Castro kitabı aldığına göre Che’ye de okusun diye vermiş olmalı” izlenimi uyandırması bekleniyor belli ki.
- Che öldüğünde sırt çantasından Nutuk çıktı.

İlgi çekici olan ilk nokta, sıralanan argümanların birbiriyle herhangi bir sebep-sonuç ilişkisi içinde olmaması. Verilen bu “ilginç” bilgilerle, okuyucu şaşırtılarak inandırılmaya çalışılıyor.

İkinci nokta, kaynaklardan net biçimde bahsedilmemesi.

Üçüncüsü ise, elbette, tüm bu zorlama argümanlar sonucunda varılan sonucun (Che’nin çantasından Nutuk çıkması), aslında Che’nin düşünsel esin kaynağının Mustafa Kemal olduğu tezini hiç desteklememesi. Ciltlerce yazı kaleme alan Che Mustafa Kemal’den esinlendiğini dile getirmeyecek, ama çantasından çıkan bir kitap kanıt sayılacaksa, bunu yazan akla şaşmak gerek. Önceki yazımda Che’nin Bolivya’daki kitap listesini de yayınladım. Listede Churchill, De Gaulle, Croce, Nietzsche gibi isimler de var. Denk geleydi de onlardan biri çantadan çıkaydı, Che misal Churchill’ci mi olacaktı?

Şimdi, daha yakından bakalım. Nâzım’ın Fidel’e Mustafa Kemal anlattığı bilgisinin kaynağı nedir bilmiyorum. Ama bu gayet olası. Fidel’in bu sohbette Türkiye merakının artmış olması çok daha olası. Havana’daki Türk Büyükelçiliği’nden “Nutuk” kitabını istediği ise kesin.

Elbette. Fidel, tüm devrimci önderler gibi, çok geniş yelpazede ve çok okuyan biri. Üstelik Türkiye, üçüncü dünyanın parçası olan emperyalist işgal altındaki tüm ülkelere mücadele örneği olan ulusal kurtuluş savaşı ve arkasından kurulan, dönemindeki benzerlerine göre çok ilerici unsurlar barındıran cumhuriyet deneyimiyle her devrimci için ilgi çekici bir ülke. Bunlar normal, doğal.

Ancak, yukarıda saydıklarımın dışında bir tuhaflık var. Sinan Meydan, ayrıntılarda vahim hatalar yapıyor. Örneğin Meydan, Bilal Şimşir’in Havana Elçiliği’nde görevli olduğunu, Fidel’in “Havana’da görevli genç Türk diplomatı” Şimşir’i makamına çağırttığını, ondan Nutuk istediğini, üstelik bu başbaşa görüşmede “Sayın Diplomat, bu isteğimden kesinlikle Amerikalıların haberi olmamalı” dediğini ve “isteğinin gizli tutulmasını istediğini” yazdı.

Oysa dün akşam benim stüdyoda, Sinan Meydan’ın da canlı telefon bağlantısıyla katıldığımız Haberaktif programına Bilal Şimşir de telefonla katıldı ve Havana’yı bırakın, Amerika kıtasında hiç görev yapmadığını, kendisinin o yıl Ankara’da asistan olduğu ve kütüphanelerle haşır neşir olduğu için kitabı bulma görevinin kendisine verildiğini ve kendisinin kitabı bulup Dışişleri’ne verdiğini söyledi.**

İyi de, Sinan Meydan’ın kaynağı, Bilal Şimşir’in anı kitabı değil miydi? Demek ki Meydan, Şimşir’in anılarını dahi okumamış “çantadan Nutuk çıktı” iddiasını yazarken.

O zaman şunu soruyoruz: Nereden yazdı bunu Sinan Meydan? Google’dan anladığım kadarıyla, Dursun Özden’in Temmuz 2008’de yazdığı “Che’nin Çantasından Çıkan Nutuk” yazısından almış. Hatta, neredeyse kopyalamış.***

Bu noktadan sonra, Özden’in yazısıyla birlikte düşünmeye başlamamız gerekiyor. Özden de Meydan gibi Şimşir’in kitabını okumamış, Şimşir’in Küba’da görevli olduğunu yazmış. (Okuduğu bir kitaptan alıntı yaparken böyle bir hata yaptığını düşünmek istemiyorum.)

Sinan Meydan’ın yazılarında bahsettiği bir diğer “kanıt”, Castro’nun Özden’le görüşmesinde ve Habitat 2 toplantısı vesilesiyle geldiği Türkiye’de söyledikleri. Özden, yazısında Habitat toplantısının 1995 yılında olduğunu, Meydan ise 1997 yılında olduğunu yazmışlar. İkisi de tutturamamış, Habitat 2 toplantısı Haziran 1996’da oldu. Bunları, söylenti tarihçiliğinin özensizliğini vurgulamak için not düşüyorum, çünkü bu tarzın tipik bir huyu bu özensizlik. Meydan’ın Che dahil yazdığı, hatta alıntı yaptığı neredeyse her yabancı insan, kitap vb’nin ismini yanlış yazması gibi.

Meydan Mariátegui’yi de okumamış!
Che’yle devam edelim ve Meydan’ın ikinci “kanıtına”, yani Meydan’ın “Che’nin akıl hocası” olarak tarif ettiği José Carlos Mariátegui’ye gelelim. Meydan, Mariátegui’nin “Türk Devrimi ve İslam” adlı makalesinde “Atatürk devrimini ‘mükemmel bir örnek’ diye” tanımladığını, “Türk devriminin ve Atatürk’ün ‘ezilen ülkeler’ için adeta bir ‘kurtuluş reçetesi’ olduğunu” belirttiğini söylüyor.

Makalenin İspanyolca orijinali şuradan okunabilir. Bir defa makalenin adı “Türk Devrimi ve İslam” değil, bu altbaşlıklardan biri. Ama önemi yok, daha önemlisi, bu yukarıda aktardığım, Meydan’ın yazdığı şeyler yazıda yok!

Mariátegui, çok doğru bir Marksist yaklaşımla Türkiye’de kurtuluş savaşı sonrası yaşanan dönüşümün önemini vurguluyor yazısında.**** Özellikle İslami kurumlardan kopuşun ve cumhuriyetin değerini vurguluyor. Atatürk övgüsü ise yok. (Ki olabilirdi, dönemin her komünisti, devrimcisi için Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın önderi ve cumhuriyetin kurucusu olarak övgüye mazhardır. Tabii, devrimcilerin yapacağı övgünün sınırlarını abartmamak gerekir. Söz konusu olan, anti-emperyalist mücadeleye ve ileri dönük atılan adımlara duyulan saygı ve sempatidir.)

Yani, Meydan yine okumamış. Kimbilir hangi interent kaynağından aldı bu bilgiyi de...

Fakat, daha önemli bir hata var. Meydan, Mariátegui’nin kim olduğunu da yarım yamalak biliyor. José Carlos Mariátegui, Avrupa’da geçirdiği gazetecilik yıllarında genç yaşında Marksizm’le tanıştı ve ülkesine döndü. Peru Komünist Partisi’nin kurucusu oldu.

Mariátegui, Latin Amerika’da ayakları Latin Amerika gerçekliğine basan bir Marksizmin, doğru kurtuluş reçetesi olduğunu söylemesinden dolayı ünlüdür. Ve Simon Bolivar ve José Martí’yle birlikte gerçekten de sadece Che değil, tüm sonraki kuşak Latin devrimcilerinin ana esin kaynaklarından biridir. Mariátegui’den esinlenen birinin “kemalist” olacağını ima etmek, gerçekten gülünç durmaktadır.

Yazı fazla uzadı, sonlandıralım. Yazıyı hacim bakımından özellikle Sinan Meydan’ın yazılarında sadece Che’yle ilgili iddialarına ayırdım.*****

Türkiye’ye, ulusal kurtuluş mücadelesine ve Mustafa Kemal’e Kübalı devrimcilerin gerçekte nasıl baktıkları, Kübalı devrimcilerin gerçek düşünsel kaynaklarının kimler olduğu, komünistlerin Türkiye’de cumhuriyetin kuruluş süreciyle nasıl ilişkilendikleri, “bağnaz Kemalist” söylenti tarihçilerinin aslında dinci-liberal cephe karşısında kemalizme nasıl zarar verdiklerini ve kemalizmin bu cepheye karşı mücadeledeki açmazını yazmayı ise bir sonraki yazıma bırakıyorum.

[email protected]


* Ufak bir not düşmeliyim. Meydan, yazısını ilk olarak çok sayıda hayranı bulunan Facebook sayfasına koydu. Yazıda ismimi anmaya tenezzül etmeyerek “bazıları” hitabını tercih etmiş, ancak birçok hakaretamiz ifadeyi kullanmaktan da çekinmemişti. Yazının Odatv’de yayınlanan versiyonunda, bu ifadelerin bir kısmının çıkarıldığı görülüyor. Çıkarmaları gerekmezdi, ancak yine de Meydan’ın üslubunu onaylamadıklarını hissettirdikleri için Odatv editörlerine teşekkür ediyorum.

** Söz konusu televizyon programından sonra Sinan Meydan’ın Odatv’deki ilk yazısında, yukarıdaki ifadeler çıkartıldı. Ancak, parmak izi mahiyetinde bir ifade hâlâ duruyor: “Genç Diplomat Bilal Şimşir, izinli olarak Ankara’ya geldiğinde…” Buradaki “izinli olarak” ifadesi unutulmuş.
İki şey söylemeliyim.
Birincisi, internet ortamında böyle “düzeltmeler” yapmamak gerekir. En altta, Meydan’ın yazısının İlk Kurşun internet sitesinde yer alan kopyasının ekran görüntüsünü ekliyorum. Bunun yerine ya Meydan’ın bu hatayı bir sonraki yazısında düzeltmesi, ya da Odatv editörlerinin yazının en altına bir dipnot düşmeleri gerekirdi. Ama kitabın okunmadığının açığa çıkması, anlaşılan kaldırılamadı.
İkincisi, bu hata argümanı zedelemiyor ki, benim ya da ciddi birinin özellikle altını çizeceği bir hata olmazdı bu. Bu yüzden de çıkarılmasına gerek yoktu. Sonuçta Şimşir, kitabı ulaştırmış. Ama işte, kitabın okunmadığı açığa çıkmış oldu.

*** Özden’in yazısının ilk olarak hangi sitede çıktığını bilmiyorum, ancak Google’da çok sayıda sitede kopyası çıkıyor. Şu bağlantıda bunlardan biri görülebilir.

**** Bu Latin devrimcinin makalesindeki Türkiye’yle ilgili ilgi çekici kısmı, yakında soL Haber Portalı’nda yayınlayacağız.

***** Yalnız, bu söylenti tarihçiliğine karşı bir örneği daha vermek istiyorum. Sadece Meydan değil, Google’ın gösterdiğine göre benzer söylentici yazarlar (ki hepsi parça parça birbirlerinden kopyalıyorlar – bir örnek) Mao’nun tarihi belirtilmeyen bir gün Şangay Meydanı’nda toplanan kitleye “Ben Çin’in Atatürk’üyüm” dediğini de sürekli vurguluyorlar. Buraya Mao’nun, Çin’e Türkiye modeli kemalist bir yol gerektiğini düşüncesinin tartışıldığı, Çan Kay Şek’le ittifak döneminde yazdığı bir yazıdan, konumuzla doğrudan bağlantılı bir alıntıyı ekliyorum:
“Birinci emperyalist dünya savaşından ve Ekim Devrimi'nden sonra, türkiye'de belli özel şartlardan (burjuvazinin Yunan saldırısını püskürtmedeki başarısından ve proletaryanın zayıflığından) dolayı, burjuvazinin cılız Kemalist diktatörlüğü ortaya çıktığı halde, ikinci bir türkiye olamaz hele ikinci dünya savaşından ve Sovyetler Birliği'nde sosyalizmin inşasından sonra, 450 milyon nüfuslu bir "Türkiye" hiç olamaz. Çin'in kendine özgü şartlarında (uzlaşma eğiliminde olan burjuvazinin çelimsizliği ve sonuna kadar devrimci olan proletaryanın gücü şartlarında), işler hiçbir zaman Türkiye'de olduğu gibi kolayca halledilemez. 1927'deki Birinci Büyük Devrim başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra, Çin burjuvazisinin bazı mensupları, Kemalizmi ateşli bir şekilde savunmamış mıdır? Ama, Çin'in Kemal'i nerede? Ve Çin'in burjuva diktatörlüğü ile kapitalist toplumu nerede? Zaten Kemalist Türkiye bile, gittikçe daha çok bir yarı-sömürge haline, emperyalist dünyanın bir parçası haline gelerek, en sonunda kendini İngiliz-Fransız emperyalizminin kollarına atmak zorunda kalmıştır.
Kaynak: Mao Zedung, "Yeni Demokrasi", Seçme Eserler, Cilt 2, sf. 355-357, Aydınlık Yayınları

Ek: Sinan Meydan'ın yazısının üzerinde oynanmadan önceki halinin, şu bağlantıdaki kopyadan ekran görüntüsü: