Altı şarkıda piyasaya düşmek ya da düşmemek

Öncelikle, arkadaşlarımı kutlamama izin verin önemli bir meseleye dair can alıcı bir uyarı yayınladıkları için. Hemen ardından da kolaylıklar dilememe izin verin. Köşelerinde demlenip gitmek varken onca yıldan sonra kendilerini politik müzik kulvarına attılar.

Bandosol'un "Piyasaya Düşme!" albümünden bahsediyorum.

Biz dinleyiciler genelde şarkıların, albümlerin ortaya çıkış aşamasını, sancılarını, heyecanlarını pek bilmeyiz. Şarkıları ilk duyduğumuzda tereddütler, tartışmalar, vazgeçişler çoktan geride kalmış olur. Bandosol albümü ise benim için biraz farklı. Şarkıların ardındaki süreci uzaktan da olsa az çok biliyorum.

Bandosol ekibi, müziğe sıfırdan başlamadı. Ama oraya çok yakın bir yerden yola çıktılar. Politik mücadeleye müzikle başlamadılar ya da müzik onları politik mücadeleye taşımadı. Yıllardır içinde oldukları politik mücadele onları müziğe taşıdı. Çok güzel flüt çalıyorlardı, yetinmediler, saksafon eklediler enstrümanlarına. Gitar çalıyorlardı, perdesiz bas gitar eklediler.

Duvarların yıkıldığı, köşelerin dönüldüğü, herkesin ve her şeyin piyasaya düştüğü bir dönemde onlar ‘bırak bu işleri’ ayartıcılıklarına aldırmadan devam ettiler. Arkadaşları, dostları zamanla şiirlerden, şarkılardan vazgeçti. Birçoğu akıllarını gündelik telaşlara, endişelere, konfora, bahanelere kaptırdı, yitti gitti. Onlar ise siyasette ve müzikte inat ettiler.

Piyasaya nasıl düşüldüğüne dair oldukça deneyimliler yani. Bu nedenle meseleye tam da en can alıcı yerinden girmeyi tercih etmişler. Ne de olsa bir insanın (ki bu insan herhangi bir insandır, mutlaka solcu, devrimci, sosyalist olması gerekmiyor) piyasaya düşmesinde kritik aşama 'bu işler böyle gelmiş böyle gider, fazla kasmamak lazım' demeye başlaması değil midir? Bu akıl tutulması insanın en başta kendisine kazık atması değil midir? İşte bu nedenle ‘Piyasaya düşme!’ çok da yerinde bir uyarı. Çünkü piyasa, çeşitli kılıklara bürünerek, çaktırmadan içimize işleyiveriyor ve birçoğumuz da 'uçuyorum' diye havalara girerken aslında düşmekte oluyoruz.

Müziği düşmekten alıkoyan o kadar az şey var ki. Politik müzik dahi piyasanın baştan çıkarıcılığına karşı kendiliğinden şerbetli değil. Piyasa en muhalif, en alternatif müzikal tavırları bile kolayca soğurabilirken politik müzikte tutarlı ve sebatkâr olmak, ne oldum ben budalasına dönüşmemek, talip olunan rolde mütevazi ama müzikal ve siyasal yaratıcılıkta sınırları genişletici olmak gerekiyor. Türkiye politik müziği tarihi piyasayı kutsayıp başbakan eli öpenlerle, piyanosunun üzerinde itaat ve tahakküm kültürünün parçası haline gelenlerle, ortalıklarda ‘en baba punkçı biziz” edasıyla gezip gazlı içecek festivallerine katılmak için sponsor kapılarında yatanlarla doluyken ‘Piyasaya düşme!’ tam da yerinde bir uyarı değil mi?

Müzikte piyasaya düşmemek için alınabilecek önlemlerden bir tanesi armağan ekonomisini işletmek yani şarkıları parasal bir karşılığa dönüştürmemek. Bandista'ya, Türkiye'de politik müziğe kazandırdığı bu özellik için tekrar ve tekrar teşekkür etmek gerekiyor. Pek umursanmayan ama kıymetli bir diğer önlem de daha geniş bir kolektif iradenin parçası olmak. Örgütlülük insanı düşmekten korumaz mı?

Politik müzik, kendi insanlarını arayan, onların peşinde koşan bir müziktir. Kendi insanlarıyla buluşmak için alternatif iletişim yollarını zorlamayan bir politik müzik, ister istemez piyasaya düşer. Bu anlamda politik müzik kendisini ve dinleyicisini kapitalist hengamenin baştan çıkarıcılığına karşı yeniden ve yeniden örgütler. Velhasıl, piyasa bu nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayabiliyor. İşte bu nedenle düştüğünü bile anlamayanlar ülkesinde çok taraflı örgütlülük koruyucudur.

Gelelim albüme. BandoSol müziğinde bir yandan tutundukları kendi geçmişleri var: Ezginin Günlüğü, 90ların Türkçe rock esintileri, Kazım Koyuncu'nun ilk grubu Dinmeyen'in romantik devrimci havaları. Ama bir tek orada kalmamışlar. Örneğin üflemelilerde 1960lı yılların Etiyopya cazı benzeri bir tarzı duymak da mümkün.

Albüme adını veren açılış parçasında üflemeliler sayesinde etkileyici bir hava var. Sert gitar riflerinin çift saksafonla uyumunu da çok az şarkıda bulabilirsiniz. Bandosol bu ahengi daha ilk şarkıda yakalamış. Saksafon, bas ve elektro gitar üçlüsü tarzlarının zaman zaman Amerikan rock grubu Morphine’e yaklaşmasını da sağlıyor. Şarkının ortasına kondurulan Deep Purple-Led Zeppelin'vari gitar solo ise Afrika'dan Amerika'ya uzanan bu sağlam şarkıya yine sağlam bir katkı olmuş. Sözleri ise siyasi bir bildiri olarak meydanlarda dağıtılmayı hakediyor.

Karadeniz horonuyla girip tekinsiz bir bas ritmiyle üflemelileri birleştiren ikinci parça ‘Gaz Toz Bulutu’ ise Hopa'ya gidiyor ve Metin Lokumcu'yu çağırıyor: "savur at dönüp de gazını tozunu yine sen Hopa'nın hocam". Çift saksafon, bu militan şarkının içine öfkeyi ve hain bir kaybın hüznünü yerleştiriveriyor.

Bertolt Brecht'siz politik müzik olur mu? Olmaz. Üçüncü şarkının, Destan’ın sözleri Brecht’e ait. Sözler ona ait olunca şarkıya tiyatral bir hava ve bir Kurt Weill havası, bir Hans Eisler havası da gelmiş. Bir yandan neredeyse bir marş dinliyoruz, bir taraftan da sanki epik bir tiyatro sahnesine giriyoruz.

En Uzun Gece’ daha açılışında karanlık bir yana çekiyor dinleyicisini. Albümün en melodik parçası olmasına rağmen ezgisi sinsi ve tekinsiz bir yan içeriyor. Dinledikçe şarkıdaki karanlık havanın Hrant Dink'in yerde yatan ve hepimizin aklına kazınan cansız bedeninden yayıldığını anlıyoruz.

Türkiye'deki politik sembollere en güzel göndermelerden birisini ise ‘Ampul ve Çekiç’ şarkısında buluyoruz. Orta sınıf ideolojisine çakan sözleriyle (‘kıvıramayanı bırak arkanda, sana da yer var bu devranda’) ve oynak ritmiyle görsel bir şöleni davet eden bu şarkıya mutlaka bir video klip gerekiyor. Hani klip boyunca çekicin, ampülü kovaladığı bir video etkili bir propaganda sanatına vesile olmaz mı?.

Albümün genel havasına biraz uzak düşen ‘Modern Zamanlar’ bir yandan Düş Sokağı Sakinleri'ne uzanıyor, bir yandan Metin-Kemal Kahraman'a, bir yandan Dinmeyen'e. Şarkı 1990ların devrimci romantizminin izlerini taşıyor (sanırım şarkının ilk hali de o yıllarda yazılmıştı).

Albümün ve arkaplanının hiç mi eleştirilecek yanı yok? Var. Albüm kapağı, kayıt, vokaller, internet sayfası ve şarkılarda zaman zaman kulağı tırmalayan aksaklıklar BandoSol'dan daha fazla özen bekliyor. Bir de politik müzikteki genel kısırlık daha deneysel ve cesur bir tarzın ortaya çıkmasına da sanırım engel oluyor. Sıra onlara da gelecektir. Ama şimdi dinleyiciler olarak BandoSol'un önerisine kulak verme zamanı: Piyasaya düşmeden indirelim, çoğaltalım, paylaşalım. Buradan.

[email protected]