"Sponsorlar"ın İhaneti TEVFİK ÇAVDAR

Bu haftaki yazıma Angelica Balabanov'un, "Bir İsyankar Olarak Hayatım" adlı anı kitabından şu alıntıyla başlamak istiyordum: "Paris Komünü'nün 33. yıldönümünü kutlamak için Lozan'da ki İtalyan sosyalistlerce bir toplantı organize edilmişti ve bende ana konuşmacı olarak davet edildim... Bir kişinin toplantı boyunca dikkatimi dağıttığını fark ettim... Bu adam üstüne üstlük son derece kirliydi. Bu kadar sefil bakışlı kimseyi görmemiştim. Adamın durumundan son derece rahatsız olmuştum. Bir süre sonra salonun arka kısmına adamın bulunduğu yere yöneldim. "Senin için bir şey yapabilirmiyim?" diye sordum. "İşsiz olduğunu duydum." Cevap verirken sesi neredeyse isterikti, yüzüme bakmadan "Benim için yapılacak bir şey yok. Hastayım ve çalışmaktan acizim" "Adın nedir yoldaş?"." Benito Mussolini"... Lozan toplantısındaki o sefil serserinin, kısmen benim şefkatim ve yardımımla hayatımı adamış olduğum harekette öncü bir rol üstleneceğini ve ardından modern zamanların en çirkin ihanetinin suçlusu olacağını düşünememiştim."

Düşünemiyoruz, öngöremiyoruz bu alil ve aciz insanların yükselişini . Ne var ki Duçe, Führer gibilerin faşizmini, onların dayanılmaz hafiflikte ki traji-komik yaşamlarının naifliğini sergilemekten vazgeçtim... Düşündüm ki, onlar yirminci yüzyılın tiranlarıydı. Geride kalmışlardı. Oynamaya çalıştıkları "Sezar" rolünü Chaplin Usta kadar güzel yansıtamazdım. "Diktatör" filminin berber sahnesinde oturdukları koltukları yükseltmeye çalışarak giriştikleri cahilce yarışı sergileyerek onların ihtirasını kim daha iyi yansıtabilir. Bıraktım onları yirminci yüzyılın kadavralarla dolu, karanlık dönemlerine. Dedim ki günümüzün Duçeleri, Faşist tiranları daha bir usta, iş bitirici birazda onlara değinelim.

Gelelim sözün özüne: Günümüzün tiranları, "Sponsor" gibi masum bir sözcüğün arkasına gizlenen firmalar, şirketler, finans kuruluşlarıdır. Eskiden telaffuzunda bile zorluk çektiğimiz sponsor sözcüğünü bugün ilkokul çocukları biliyor. Bir zamanların devletin yani kamunun bünyesinde yetişen, gelişen İdil Biret, Suna Kan ve nice nitelikli gençler artık himayesine girecek sponsor arıyorlar. Sponsor en kaba ifadesiyle "himayeci" ya da daha kibarcası "destekçi" demek, Ortaçağın bilim ve sanat adamlarını destekleyen aristokrat ailelerinin yerini alan "kapitalist" bir yaklaşım. Böyle bir himayeyi kabul eden kişi ya da kurum artık o himayecinin isteklerini, kendine biçtiği rolü emir telakki etmek durumundadır. En yakın örneği Milli Futbol Takımımıza dayatılan forma, hiç kimse beğenmiyor, ama kullanılıyor. Bir başka örnek ise reklam sektörü. 1950'lilere kadar basının %10 dolayında yer verdiği bu sektör, bugün iletişimin tüm alanlarına %100 egemendir. Bir zamanlar çok şikayet ettiğimiz sansürü yenilerde şirketler açık bir şekilde yapıyor. İstediği haberi dolaşıma koyuyor, istemediğini kirletiyor. Herhangi bir gazeteyi alın, ekonomi, otomobil, turizm, moda vb. adındaki sayfalarını ya da eklerini inceleyin haber diye okuduklarımız bile belli bir firmanın isteğini, doğrultusunu yansıtır. Sinemalarda filmin süresini katleden reklamların süresini biliyorsunuz. Televizyonları, radyoları hiç saymıyorum.

Sporda bu durum çok daha açıktır. Liglerimizin adları artık "Türkiye Ligi" değildir. "Turkcell Süper Ligi", "Bank Asya Birinci Ligi", "Beko Basketbol Birinci Ligi" vb. Böylece dikkat ederseniz benim yazıma bile giriyorlar. Kene gibiler, etkileri "Kırım Kongo Kanamalı Ateşi" nden bile ölümcül. Çünkü zamanımızı işgal ediyorlar. Beynimize saldırıyorlar. Omurgamızı acımasızca tahrip ediyorlar. Gerçeği kirletip, kendi gerçeklerini kabul ettiriyorlar. "Benito Mussolini"nin, "Hitler"in sponsorları kendilerini alalamamışlardı, görünmüyorlardı. Şimdikiler çok açık. En baba köşeciler himayecilerin sultası altında. Memnunlar. Mehmet Ali Birand şimdiden Dünya Kupasının himayecisini tavlama pozlarında. O nedenle kerelerce, bu bir istiladır diyorum.

Son haftayı "Büyük Gözaltı" manşetlerinin uçuştuğu bir ortamda geçirdik. Her şey söyleniyor. Bir zamanlar Londra'nın yoğun sisli sokaklarında geçen Sherlock Holmes öyküleri gibi bir sisler bulvarında "Karındeşen Jacques"ın çıkmasını bekliyoruz. Sponsorlardan biri açıklasa da öğrensek her şeyi. Açıklar mı?. Sponsorluğun raconunda bu var mı Danny Schester, bir ABD vatandaşı. Globalvision adlı bir medya şirketinin başkan yardımcısı. İnsan haklarına yönelik ünlü bir programın yaratıcısı. Şu saptamayı yapıyor. "... Küreselleşme devrinde tüketimcilik vatandaşlıktan çok daha başarılı biçimde yönetiliyor. Televizyon şimdiki dünyada satışvizyon anlamına geliyor: bir trilyon dolarlık piyasa ekonomisinin bir aracı. Dünyanın pazarlamacı anlayışının, gösterişli yaşamların peşinden uygun adım yürüyen yığınlardan oluştuğuna şüphe var mı? Elbette ki bunlar, reklamların ve medya kontrolünün çarpıtıcı teknikleriyle muhafazakar ideolojilerin de tohumlarını serpiyor. Böylesi bir dünyada imaj, bilginin ve algının önüne geçip gerçekliği aşıyor" (Medya ve Savaş yalanları Yordam Kitap)

Eskiden çetrefilli bir sorunla karşılaştığımızda "Bakalım altından hangi çapanoğlu çıkacak" derdik. Beklerdik. Artık arkada hangi sponsorun olduğunu merak ediyoruz. Sağlık, eğitim, sosyal güvenlik vb. kamu hizmetiydi. Şimdi sponsorların hizmeti oluyor. Kuşkusuz hepsinin kendine göre koşulları var. Toplum mühendisliği onlarda, partiyi yönlendirme onlarda, bireyi biçimlendirme işi onlarda... Bir Mussolini yerini yüzlerce sponsora bırakmış. Yakında hükümet başkanları basın toplantılarını, futboldaki teknik direktörler gibi sponsorlarının simgelerini taşıyan levhaların önünde yapacaklar şaşırmayın.

Küresel Piyasa İmparatorluğunu oluşturan temel öğeler, yani uluslar arası şirketler, holdingler, firmalar yeni emperyalizm ordularıdır. Dünyada her hangi bir devletin adını, haritadaki yerini bilemeyen bir kişi bu şirketlerin markasını (Yani alâmeti fârika'sını) ezbere bilir. Ünlü yazarlar İzmir Alsancak'ta aldığı markası belli bir ayakkabı üzerine sütunlarca yazı yazabilir. Duçe'nin (Mussolinin sanı) önünde Roma selamı verenler gibi şimdi de yeni tiranların önünde aynı selamı veriyorlar. Ruhumuza sinmiş, bu içimizdeki şeytanlar insanlığı gelecekte ki cehennemlerine hızla sürüklüyorlar. Asıl bunun farkında mısınız? Nazi Almanya'sında Yahudiler elbiselerinin üstüne sarı yıldız takarlardı. Führer emretmişti, belli olsunlar diye. Şimdi ise tüm insanlar marka giyiyor, bu kez bağımlılıkları belli olsun diye. Bunu da bir düşünün isterseniz!