Bizi kurtaracak ne var bu hayatta?

“Beni kurtaracak ne var bu hayatta?” Yaşamını sürdürme çabası içindeki sıradan bir emekçi, TKP’nin “Umuda, örgütlülüğe ve halkın şölenine çağrı” videolarından birinde kendi hikayesini bu sorunun etrafında anlatıyordu. Bu soruya yanıt arama süreci onu, içinde yaşadığı bu düzeni değiştirme iddiasını taşıyan partiye getirmişti.

Benzer koşullardaki pek çok emekçi, itirazı olsa bile ne yapacağını bilemediği için yalnız kalıyor. Bir kısmının hiç sormadan, isyan etmeden geçip gidiyor ömrü. Kiminin canına tak diyor, ateşe veriyor kendi bedenini. Kimi baş edemiyor, dayanamıyor daha fazla sömürülmeye, yaşamına son veriyor. 

İzmir’de hakları gasp edilerek kapı önüne konan SİMO tekstil işçileri ise bir araya gelmeyi, örgütlü mücadele etmeyi deneyenlerdendi. 32 gün boyunca fabrika önünde direndiler ve sonunda kazandılar. Yaşama telaşından soru sormaya bile vakit bulamazken, bunca yıllık emekleri bir çöp gibi kapı önüne konulduğunda kararlarını vermişlerdi. Artık susmayacaklar ve haklarını alana dek direneceklerdi. 

Bu direniş, onları bu hayatta kurtaracak olan şey değildi belki ama kurtuluş için gerekli olan iradeye sahip olduklarını gösterdi. Eşitsizlik içinde, adaletin patronlardan yana işlediği bir düzende yaşamaya mecbur olmadıklarını, direnirken ilk kez düşündüler belki. 

Onların güçlü sesi, benzer durumda olan cılız seslere örnek oldu sonra. Ülkenin dört bir yanında direnen emekçiler birbirlerinden güç alarak çoğaldılar. Çoğalmaya devam ediyorlar. 

Peki ne oluyor da bazılarımız mücadeleye daha kolay tutunuyoruz? Boyun eğenler, yaşamaktan bile vazgeçenler kendileri mi hazırlıyor sonlarını? Hangi koşulda olursa olsun içindeki umudu yitirmeyenler mi bir gün mücadelenin parçası olur? Yoksa mücadelenin kendisi umudu hep içinde mi taşır? 

Mücadelenin olmazsa olmazı umut, bazımızda belirleyemediğimiz pek çok nedenden ötürü daha fazladır. Genetiğimizden, içinde büyüdüğümüz aileye; aldığımız eğitimden, yaşadığımız toplumun yapısına kadar pek çok eşitsizlik, duygularımızı da davranışlarımızı da etkiler.  

Ama öte yandan kişilerde saklı kalmaz, insanın insana dokunduğu her yerde yeşerir umut.  Mücadelenin kendisi, umudu yeniden ve yeniden üretir. Kaçınılmaz olarak var olan eşitsizlik, mücadelede silikleşir. Bir yoldaştan diğerine aktarılandır, bir bütün olarak hepimizindir artık umut. Eksikler tam olur, yaralar onarılır aynı çatı içinde. O yüzden mücadele eden bir devrimcinin umudu hiç tükenmez. Ve yine bu yüzden, umudunu yitirdiği için vazgeçen her emekçinin sorumluluğunu da sırtında taşır devrimci. 

“Benim hayatımı kurtaracak olan nedir” sorusunun örgütlü mücadeleye taşınması için örgüte çok iş düşer. Artık soruyu sormuştur ve o andan itibaren yalnız olmadığını hissetmesi gerekir. Kendisi gibi soran, yanıt arayan ve ötesine geçip bulduğu yanıt için mücadele verenleri; sokakta, okulda, işyerinde yani yaşamının her alanında fark etmeye başladığında, umut yeşeriyor demektir. İşte bu farkındalıkla birlikte gelir, “neden tek başıma olayım ki, neden hep birlikte bu çirkin düzenden kurtulabileceğimiz gerçeğine sırtımı döneyim ki?” sorusu.

Sonrası… Umudu çoğalttığımız yer, yani parti. İster soru sorarak, ister bir direnişin içinden, ister sokakta elimize tutuşturulan bir “boyun eğme” ile bulalım yolumuzu, hiç durmadan yürümeye devam etmektir sonrası. Bu kirli düzeni yerle bir edeceğimiz ve insana yaraşır olanı yeniden kuracağımız güne kadar, dokunduğumuz her insanının bizi güzel olana yaklaştırdığını bilerek hiç durmadan yol almaktır.

Yeni yıl, hepinize güzellikler getirsin ama en çok içinizdeki umudu yeşertsin. Yeşertsin ki çoğalalım. Kim bilir, belki de bizi bu hayatta kurtaracak olan şey, çok uzakta değildir.