Anneler, babalar ve adalet arayışları

Evlat kaybına dair yazmak da okumak da zor. Yine de yazılacak, çocuklarının neden öldüğünü soran, yanıt alamayan ve kendi adaletlerinin peşine düşen anne babalar için.  Bu acıya tanık olan ve onlarla birlikte yas tutanlar için. Biraz çaresizlik duygusunu paylaşmak biraz çaresiz olmadığımızı hatırlamak için…

Bir çocuk, her canlı gibi insanın da dolayısıyla anne babasının ve hatta kendisinin de ölebileceğini kavradığında büyümeye başlar. Ölümün bilinmezliğinden doğan kaygı, zamanla yaşama arzusuna yenik düşer. Ölümü kabullenerek ama ölüm hiç gelmeyecekmiş gibi devam eder hayatına insan. Ta ki bir yakınını, sevdiğini kaybedene dek. İşte o zaman, ölümün gerçekliği ile yüzleşir yeniden ve yas başlar. Ölümün inkar edildiği, yaşamın tekrar sorgulandığı, sorulara yanıtların arandığı ve nihayetinde kaybın kabullenildiği bir veda sürecidir yas.

Evlat kaybında ise bu döngünün en kırılgan hali yaşanır. Tüm sevilenler için kaçınılmaz olan, evlada gelince yok sayılır, gerçekle bağın koptuğu yerdedir evladın ölümü. Ebeveynler için evlatları; gelecektir, umuttur, yaşamın ta kendisidir çünkü. Çocuklar öldüğünde yerle bir olur bu kurgu, geriye koca bir boşluk kalır. Beklenmedik ya da travmatik kayıplarda çok daha büyük olacaktır kalan boşluk. Hele ölümün nedenine dair belirsizlikler varsa, anne babaların yas sürecinde taşıdıkları duygusal yük çok daha ağır olacaktır. Bir yanda çocuğunun ölümünü önleyememiş olmanın verdiği suçluluk öte yanda yaşamın devam edebilmesi için zorunlu olan ancak bilinemeyen cevaplar…

Çorlu tren kazasında yaşamını yitiren Oğuz Arda Sel’in annesi tam 9 aydır oğlunun ölümünden sorumlu olanların adalet karşısına çıkmasını talep ediyor. Hepimizin gözünün önünde her gün, bitemeyen yasını yaşıyor. Oğlu ile vedalaşamıyor bir türlü, Oğuz Arda hep o trene binerken ki gülümsemesiyle bakıyor. Kaza ile ilgili tüm ayrıntıları, kimlerin ihmali olduğunu tek tek araştırıyor ve kamuoyu ile paylaşıyor anne. Yönetenlerin yapması gerekenler, acılı anneye kalıyor. Böylece bu anneye karşı, oğlunun ölümü tekrar tekrar yaşatılarak suç işleniyor.

Geçen yazıda aktarmaya çalıştığımız Rabia Naz’ın öyküsü devam ediyor. Şaibeli bir şekilde ölen Rabia Naz’ın babası vazgeçmediği için susturulmaya çalışılıyor, komünistlik ile “suçlanıyor”. Kızının ölümüne dair üç farklı kurumdan üç farklı şekilde düzenlenen adli tıp raporlarını didik didik ediyor baba. Kızının kopan atardamarının, kopmak üzere olan ayak bileğinin raporlarda neden eksikli sunulduğunu soruyor. Bir baba kaybettiği çocuğunun organlarının parçalanış biçimini yazmak zorunda bırakılıyor. Kızını son gören kişilerden biri olan anne, bir yıldır kızının intihar ettiği iddiaları yüzünden kendini suçluyor. Bu anne ve babaya her gün sistemli bir biçimde psikolojik şiddet uygulanıyor.

Nice evlatlar yitirdi, yitirmeye devam ediyor bu halk. Kazalarda, iş cinayetlerinde, haklarını ararken, direnirken meydanlarda. Katiller kollandı, sorular yanıtsız bırakıldı, ailelerin adalet arayışları görmezden gelindi ve hatta bu nedenle aşağılandılar. Daha iki gün önce açlık grevindeki çocuklarına destek olmak isteyen annelere saldırdı polis tekme tokat. 301 maden işçisinin katili serbest bırakıldı, yetmedi üstüne yeniden maden işletme hakkı hediye edildi. Bir işçi yakını ise kameralara isyan ediyordu: “fakirler ölsün, zenginlerin cebi dolsun”.

Yakınlarını kaybeden ama hala yasları devam eden aileler onlar. Yönetenler, güçlerine olan sonsuz güvenleri ile örtbas ederken suçları, hep böyle gitmeyeceğini unutuyorlar. İşte direniyor aileler! Biliyorlar geri gelmeyecek çocukları ama adalet yerini bulacak ve vedalaşabilecekler evlatlarıyla. Kendi çocukları için başlayan mücadele, “başka çocuklar ölmesin”e dönüşüyor. Neden hep emekçilerin çocuklarının öldüğünü ve patronların, yöneticilerin korunduğunu sorguluyorlar. Bir yandan başkaları için umut olurken bir yandan yaşama yeniden bağlanıyorlar. Yaralarını sarıyorlar, iyileşiyorlar, iyileşiyoruz…

Tek tek yükselen adalet arayışları, sadece anne babaların haklılığı nedeniyle değil, toplumda ortaya çıkardığı örgütlülük nedeniyle de çok değerli. Çaresizlik birlikte çare arayışına, güvensizlik inanca, öfke umuda dönüşüyor. Güçlünün güçsüzü ezdiği ve kötülüğün hüküm sürdüğü bu düzene sığamıyor artık insanlık. Kendi adaletlerinin peşine düşen emekçiler elbet bir gün, adaletin ve eşitliğin herkes için mümkün olduğu kendi cumhuriyetlerini de kuracaklar.