Syriza'nın gölgesinde Türkiye solu

Yunanistan'da herkesin beklediği oldu ve Syriza seçimi kazandı. Aslında merak edilen Syriza'nın seçimi kazanıp kazanamayacağı değil, tek başına iktidar olmayı başarıp başaramayacağıydı. Syriza, tek başına iktidarı kıl payı kaçırdı. Son anda planlarda bir değişiklik olmazsa, Syriza, Bağımsız Yunanlar adlı sağcı partiyle koalisyon kurarak yoluna devam edecek.

Syriza'nın yolculuğu tüm dünyada ilgi görüyor. Doğal olarak herkes hikayenin kendisini ilgilendiren tarafına odaklanıyor. Türkiye'de ise, yaşanan duygusal hezeyandan olacak, kimin neye odaklandığını anlamak pek kolay değil.

Türkiye'de biz şu anda hararetle kimin sevinip kimin sevinmediğini ya da kimin üzülüp kimin üzülmediğini tartışıyoruz bolca. Emperyalist çevrelerden tutun, solun içindeki çeşitli aktörlere kadar tüm siyasi özneleri Syriza'ya karşı hissettikleri duygulara göre tasnif etmenin, siyasi bir vakayı dedikodu yazarlarının tarzıyla tartışmanın ciddi sınırları var oysa...

Bir uluslararası sistem olarak kapitalizmin krizi derinleşiyor ve kriz farklı uğraklarda, farklı görüntülerle kendisini göstermeye devam ediyor. Yunanistan'ı, seçimleri ve Syriza'yı bu krizi merkeze koymadan anlamak imkansız. Nereden bakıyor olursanız olun...

Krizler, nasıl devrimciler için bu düzeni devirmek için olanaklar sunuyorsa, kapitalizmin yeniden yapılanması için de sisteme müthiş fırsatlar sunar. Hatta kapitalizm bugünlere kadar gelebildiyse, Ekim Devrimi'nin belirlediği bir çağı muzaffer bir şekilde kapatabildiyse, bunu, kriz ve yeniden yapılanma sarmalını mahir bir şekilde kullanabilmesine borçlu. Ancak kapitalizmin yeniden yapılanması hiçbir zaman tek boyutlu bir süreç değildir; kapitalizm iktisadi olarak yeni sulara yelken açacaksa, bunun mutlak surette ideolojik alanda bir karşılığı olacaktır. Örneğin, kapitalizmin 1980'lerdeki neoliberalizm başlığı altında toparlanabilecek büyük dönüşümü, ekonomik, ideolojik ve siyasi olarak bir bütündür, bu tablonun içinden birisi çıkartıldığında dahi anlaşılamaz.

Şimdi başka bir kriz var. Emperyalizm 1980'lerle başlayan, sosyalizmin yenilgisiyle tek kutuplu bir dünyayı yaratan bir dönemin sonuna geldi. Bu sistem bir süredir var olan haliyle, ne ekonomik, ne siyasi, ne de ideolojik olarak yürüyor.

Çalışmayan bir sistemde solun da eski alışkanlıklarla düşünmeyi terk etmesi gerekiyor. Bu alışkanlıkların başında, emperyalist sisteme tek kutuplu bir dünyaya özgü bir akıl ve güç atfetmek geliyor. Uluslararası sermaye elbette bir akılla dünyaya müdahale etmeye çalışıyor, ama dünya eskisi gibi bir yer değil artık ve dört başı mamur planlanmış, iyi düşünülmüş ve uygulamaya konmuş emperyalist planlardan söz etmek bu krizi küçümsemek anlamına geliyor. Böylesi planların ucu göründüğü anda bilelim ki, emperyalizm krizden çıkmaya başlamış, bir yeniden yapılanma sürecinin içine girilmiş. Daha o noktada değiliz...

Emperyalizm yönetemiyor ve kontrol edemiyor. Ama hâlâ büyük bir güçleri var ve bunu işçi sınıfı ve solun dünya siyasetinde inisiyatif alamamasına borçlular. Onlar için ipin ucu kaçmadı henüz. Daha o noktada da değiliz... 

Yunanistan için ise tam olarak bu noktadayız.

Emperyalizmin tam olarak yönetemediği ve kontrol edemediği, ama işçi sınıfının ve sol siyasetin inisiyatif alamadığı bir ülke...

Syriza işte böyle bir siyasi tablonun öznesi ve emperyalizmin Syriza ve Yunanistan konusundaki tedirginliği bir gerçek. Öte yandan, Syriza'nın bu düzeni tam boy karşısına alacak bir işçi sınıfı partisi olmadığı, uluslararası kapitalist sistemin içinde kendine özgü bir yer aradığı, bu bağlamda krizin içinde öne çıkan aktör olarak belirdiği andan itibaren emperyalizmin gözünü diktiği bir özne olduğu, bir süredir pazarlığın bu çerçevede yürüdüğü de bir gerçek. 

Syriza, kapitalizmin krizinin sistem içinde yarattığı boşluklardan faydalanarak, bu sistemin dışında değil, tam da bu sistemin içinde, ama kendine özgü bir yer arıyor. Emperyalizmle de bu yeri kendisine açması için pazarlık yapıyor.

Bu pazarlığın o kadar çok sorunu var ki... Her şeyden önce krizden kaynaklı boşluk kalıcı değilse, sistem içinde açılacak yerin de kalıcı olup olmayacağı, dünya sisteminin nasıl bir yön izleyeceği ile yakından bağlantılı; Syriza kendine özgü de olsa sisteme entegre olmayı tercih ettiği için, sistemin akış dinamiklerine de tabi oluyor.

Syriza, hedeflediği sistem içinde kendine özgü yeri, siyaseten “yeni” olarak paketleyip pazarlayabildiği için büyük bir başarıya imza attı. Yunanistan'daki derin krizde çıkışsız ve yönsüz kalan kitleler, devrimci bir durumun oluşmadığı koşullarda, sistemin içindeki “yeni”nin peşinden gitmeyi tercih ettiler. Kitlelerdeki büyük enerjinin sorunlu ve geçici görünen bu pozisyonda hapsedilmesi uluslararası krizin sürdüğü koşullarda oldukça zor görünüyor. 

Bu tablodan sistemin dışına çıkmayı hedefleyen devrimciler için umutsuzluk çıkmaz. Yunanistan’da komünistlerin seçimin hemen öncesinde ve sonrasındaki mücadele perspektiflerinde de umutsuzluğun en ufak bir izi yok.

Ama Syriza'nın seçim başarısının Türkiye'de yarattığı duygusal hezeyan gösteriyor ki, Türkiye solunun önemlice bir bölümünün bu topraklarda gerçekleşecek bir devrim için belli ki en ufak bir umutları dahi kalmamış. 

Türkiye solcusu umutsuz çünkü emperyalizmin krizini tersten okuyor, alttan alta emperyalizmin son tahlilde kazanacağını düşünüyor...

Umutsuz çünkü Syriza'nın hedeflediği sistem içindeki yeri bile yeterli görüyor...

Umutsuz çünkü Syriza'yı yeterli görmese dahi, yolun yine de Syriza tarafından açılacağını düşünüyor...

Umutsuz çünkü aynı krizin Türkiye'de yarattığı olanakları kendisinin ne kadar kullanabildiğini hiç sorgulamadan, Yunanistan'ın krizinde komünistlerin yetersiz kaldığını düşünebiliyor...

Umutsuz çünkü Yunanistan'da Syriza vesilesiyle gördüğü umudun arkasına Türkiye'ye dair duyduğu derin hayal kırıklığını gizleyebiliyor...

Umutsuz çünkü bir siyasi sorunu devrimci bir analizin konusu yapmıyor, onun yerine olaylara bakıp ya üzülüyor, ya seviniyor...

Türkiye umutsuz solcuların ülkesi. Bunu bile bir üzüntü meselesi yapabilecek kadar hem de... 

Değiştireceklerimizin arasına bunu da yazabiliriz.