Mekke'de ölen Müslümanları kim düşünüyor?

Mekke'de hac sırasında ölen Müslümanların kesin sayısını kimse bilmiyor. 800 civarında bir rakamdan bahsediliyor. Rakam büyüdükçe körlük artıyor, hassasiyet azalıyor. Örneğin, 780 ile 800 arasındaki 20 kişilik farkın, 20 ayrı insana tekabül ettiği unutuluyor. Oysa 20 insandan söz ediyoruz, 20 insanın bambaşka bir olayda hayatını kaybetmesinin ne denli büyük bir trajedi olduğunu atlıyoruz.

Bu tıpkı büyük şirketlerin yönetim katlarında insanlar için oluşturulan excel tablolarına benziyor. O tablolardaki kutucuklara patronlar adına rakam ekleyip çıkartan ellerin, işçilerin hayatları hakkında karar verdiğini hiç düşünmemesi gibi bir yabancılaşma bu. İnsan hayatı tablo hücreleri veya gazete sütunlarındaki rakamlara dönüştüğünde hızla anlamsızlaşıyor.

Hayatın ve dolayısıyla bir bütün olarak insanın anlamsızlaşması, ölüm karşısında kolay anlaşılır ama asla kabul edilemez bir tutumun gelişmesine yol açıyor.

Sonlu ve ölümlü bir varlık olarak insanın ölümün gerçekliğini kavraması değil söz konusu olan. Ölümün gerçekliği yalnızca hayatın değeri yüceltilerek kavranabilir. Oysa burada durum tam tersi; ölüm, insan yaşamı olabildiğince değersizleştirilerek, insanın günlük pratiğinin, dolayısıyla sosyal yaşantının alelade bir unsuru haline getiriliyor.

İzdiham, kargaşa, iş bilmezlik diye geçiştirilmesin, Mekke'de bir katliam yaşandı, üstelik bu ilk de değildi. Resmi rakamlara göre 1987'de 400, 1990'da 1.426, 1994'te 270, 1997'de 343, 2006'da 364 kişi ölmüştü. Tüm bunların üstüne, bu yıl yüzlerle ifade edilen insanın ölümü karşısında bu denli sessiz kalınmasının, kimsenin konu üzerine düşünmemesinin başka bir açıklaması var mı? İnsan yaşamı bu denli değersizleştirilmeden bine yakın insanın ezilerek hayatını kaybetmesi böylesi bir mesafeyle değerlendirilebilir mi?

Ama bu düzende, yalnızca Türkiye'de değil, kimse kendisini aldatmasın tüm dünyada, hayat bu kadar değersiz işte…

Düzenin insanı değersizleştirmesi, düzen siyasetçilerinin her türden ölüm karşısında işini kolaylaştırıyor.

Örneğin, Hac felaketinin ardından müttefiki Suudilere toz kondurmayan ve hatta ölenler için üzülmeyen Erdoğan'ın ilk vakası değil bu; Erdoğan ölen işçiye de, askere de, gence de üzülmüyor. Hadi onlar karşı taraftan, ama davasına inananların ölümüne siyasi rant malzemesi, annesinin ölümüne toplumsal algıdaki Erdoğan figürü için bir unsur olarak bakıyor. Erdoğan ve benzerlerinin dinsel inanışları ve bu inanç sistemi içinde ölümün durduğu yer, ölümlere yaklaşımlarında belirleyici olmuyor, aslında yalnızca bir zemin sağlıyor. Ölümle olan mesafeyi esasen sistemin dinamikleri belirliyor.

İnsan hayatı mı? O da ne… Ortadoğu'daki denklemler Mekke felaketi karşısındaki kayıtsızlığın, Türkiye'de düzenin sürekliliğinin sağlanma zorunluluğu Soma'daki madencinin ya da Ege Denizi'ndeki göçmen çocuğun cansız bedeni hakkındaki acımasızlığın gerçek nedenleri…

Düzen yalnızca öldürmüyor, öldürürken ölümleri araçsallaştırmayı ve bu ölüm zincirini devam ettirecek mekanizmaları kurmayı da başarıyor. Öldürürken yalnızca korkutarak insanı ezmiyor, ölümler karşısındaki kayıtsızlığı besleyerek yaşamı değersizleştirip insanı küçültüyor.

Küçülen insan birey olmaktan çıkarak, modern dönem öncesine dönüyor, Aydınlanma hiç yaşanmamışçasına kendi kaderini ellerine almaktan uzaklaşıyor.

Her gün hiç durmadan ölen ama bu ölümler hakkında düşünmeyen, sesini çıkarmayan insan küçüldükçe, insanları yöneten düzenin alanı büyüyor.

Emperyalizm kapitalizmin en üst ve en aşağılık aşaması. İnsan, geçtiğimiz yüzyıl boyunca buna direnebildiği ölçüde insan oldu, küçülmedi, yaşamın değersizleşmesine izin vermedi. Tersi de doğru, insan, yaşamın değersizleşmesine izin vermediği ölçüde bu düzene direnebildi.

Ne Aydınlanma hiç yaşanmamış gibi yapılabilir, ne de sosyalizm hiç kurulmamış gibi… İnsanlık bunları gördü ve hayatın değerini öğrendi. Soma, Ege, Mekke ve tüm diğerlerinde doğru soruları kurgulamak için bu mirasa muhtacız. Örneğin, laik ve sınıfsal bir bakış açısı olmaksızın, Mekke'de ölen Müslümanların neden öldüğünü kavramak mümkün mü? Baştan aşağı İslami referanslarla belirlenmiş bir rejimin Suudi'nin arsız para hırsıyla birleştiğinde hangi felaketlere yol açtığını, Müslümanları nasıl katlettiğini görmek için dinsel olandan değil, laik ve sınıfsal olandan yola çıkmak gerekiyor.

Soma'daki madenciyi veya Ege'deki göçmeni düşünmeyen, Mekke'deki Müslümanı da düşünmüyor, niye ölündüğünü sorgulamıyor. Bu düzen için insan hayatına bir kez yabancılaşan, küçülmek ve pespayeleşmek konusunda sınır tanımıyor.

Oysa, insanı ve hayatı bir değer olarak en üste yazanlar sorguluyor ve düşünüyorlar.

Bu aşağılık düzenin temsilcileri ölümlere üzülenleri bile karşısına alırken, üzüntü dahi bir mücadele konusu haline gelmişken, bu ölümlerin sebepleri üzerine düşünüyor, çözüm arıyor ve hayat için mücadele ediyoruz.