Kapitalistler mitler icat etmeyi çok sever. 2018 yılına gelindiğinde Boeing miti de masum yolcularıyla birlikte yere çakılacaktır.

Boeing 737 Max ve yere çakılan kapitalizm

Boeing şirketi, Detroit Michigan doğumlu William Edward Boeing tarafından 1916 yılında ABD’nin Washington eyaletinde kuruldu.1 Şirket, özellikle II. Dünya Savaşı’nda ABD hava kuvvetlerinin itici gücü oldu. Günümüzde genellikle yolcu uçaklarıyla tanınan Boeing firmasının kuruluş amacı güçlü ve etkili savaş makineleri üretmekti. Örneğin; popüler bir saldırı helikopteri olan ve 1984 yılında üretilen Apache AH-64A Boeing şirketi tarafından üretildi. Serinin son modeli AH-64E. Şirket, yeni modeller üretmek yerine eski modeller üzerinde çalışmayı ve bunları geliştirmeyi seviyor. Apache helikopteri, 2028 yılına kadar üretilecek ve 2060 yılına dek ABD ordusunun hem savunma hem de saldırı gücünün temel dayanağını oluşturmaya devam edecek. Öyleyse şirketin çalışma yelpazesini sıralayalım: Uçak, helikopter, roket, uydu, çeşitli füzeler ve telekominikasyon ekipmanları. Bu listeden, rahatlıkla şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz: Günümüzde bizlere masum görünen iletişim teknolojilerine bağlı tüm araçlar, askeri araştırmaların şemsiyesi altında gelişmiştir. Geçmişten örnek vermek gerekirse telgraf, radyo, internet vb..

Zamanımızın en büyük hastalığı hız ve tarihsizleştirme. Tarihten kopuk, hıza aşık ve akıllı cihazlara bağımlı liberal cemaatimiz, küresel iletişim ağlarının özgürlüğünün tadını çıkarmakla meşguldü. Şimdi, kapitalizmin özgürleştirici gücüne iman edenler yavaş yavaş internetin ve onun dallarında yeşeren sosyal medyanın askeri/sert yüzüyle yüzleşmeye başladı. Peki, bu yüzleşme büyük bir uyanışla mı, yoksa rıza mühendisliğinin zaferiyle mi taçlanacak? Karanlık biraz daha ağır basıyor gibi görünüyor. Yine de kahin değilim, böyle bir soruya cevap veremem...

Boeing şirketi soğuk savaşın kızıştığı dönemlerde yolcu uçakları üzerine çalışmaya başlıyor. Bu uçakların en popüleri Boeing-737. Kapitalistler mitler icat etmeyi çok sever. 2018 yılına gelindiğinde Boeing miti de masum yolcularıyla birlikte yere çakılacaktır. Yolcu güvenliği konusunda efsaneye dönüşen şirketi, neo-liberalizm adım adım kemirmiştir. 1997 yılında McDonnell Douglas Corporation ile birleşen şirkette işçilerin tanıklığına göre trajik dönüşümler olmuştur. Birleşmeden sonra güvenlik prosedürlerinin yerini adım adım Wall Street’in hisse değerleri almıştır. Rakamların görünürlüğü arttıkça insana dair her şey silikleşmektedir. Şirketin yeni ortakları daha çok kâr istemektedir; daha çok kâr işçiler açısından hız ve kölelik koşulları anlamına geliyordu. Şirketin CEO’ları tüm güvenlik prosedürlerini bir kenara atarak üretime odaklanmıştı. Rekabet buradaki itici güçtü. Liberal ideolojinin klasik anlatısına göre ‘rekabet’ kalitenin ve ilerlemenin tek ölçüsüydü. Öyle olup olmadığını birazdan göreceğiz. Açımızı biraz daha daraltıp Max Weber’in bakış açısıyla olayları yorumlarsak, işçilerin kontrolünde olan bir fabrikanın üretime devam edebilmesi için hiçbir gerekçe yoktur. İşçilerin çalışmaları için enselerinin arkasında birilerinin kırbacı şaklatmaları gerekmektedir. Tüm bu zırvalıklar bir yana Boeing işçileri bize bir şeyler anlatmakta. Fabrikalarda kontrolün görece işçilerin elinde olduğu ve her türlü (pozitif ve negatif) iletişimin açık olduğu çalışma ortamında şirket gerçekten de güvenli uçaklar üretmektedir. Yani şirketin yaratmak istediği mit esasında işçilerin omuzları üzerinde yükselmektedir. Kârla ve hisse senetleriyle kafayı bozmuş liberal barbarlığın yazdıklarımızı anlaması çok zor. 

Şirketin en büyük rakibi Avrupalı Airbus ‘Neo’ modeli uçaklar geliştirmeye başlar ve rekabet kızışır. Zira bu uçaklar düşük yakıt tüketimiyle ön plana çıkmış ve havayolu şirketleri tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmıştır. Paniğe kapılan Boeing şirketi, Neo’ya cevap olarak Boeing 737 Max modelini geliştirmiştir. Esasında ortada gelişen pek bir şey yoktur; eski modele daha az yakıt tüketimi sağlayan motorlar takılmıştır. Şirket, havayolu firmalarını çekebilmek için böyle bir taktik seçmiştir. Bu sayede tüm taraflar pilotların eğitimlerinden doğacak yeni masraflardan kurtulacaktır. Boeing’in pazarlama taktiği tutar ve 737 Max modelleri tüm dünyada hızla satılmaya başlar ve tabii bu satışlarla birlikte Boeing hisseleri hızla yukarı çıkar. Türkiye de bu uçakların alıcısıdır. Destansı bir başarı ve Jack London’ın ifadeleriyle anlatmak gerekirse kanatlarından ve kuyruğundan kan damlayan barbarca bir zafer. Şirket, Max modelinde geliştirdiği yeni aksamları hiç kimseyle paylaşmıyor; paylaşmış olsa pilotların eğitimi sorunuyla yüzleşmiş olacak. Havayolu şirketlerinden ve ABD’deki ilgili kurumdan (Federal Havacılık İdaresi (FAA)) saklanan bu sistemin adı: MCAS sistemi. Boeing’in resmi internet sitesinden bu sistemin ne olduğunu anlamaya çalışalım...

MCAS nedir? Manevra Karakteristikleri Takviye Sistemi (MCAS), 737 MAX jetlerinde uçak kontrol karakteristiklerini geliştirmek ve yüksek hücum açılarında yukarı yunuslama eğilimini azaltmak için kullanılan bir uçuş kontrol kaidesidir. Boeing, 737 Max’lara neden MCAS yükledi? Manevra Karakteristikleri Takviye Sistemi (MCAS) uçuş kontrol kaidesi, 737 MAX uçaklarının yunuslama istikrarını sağlayarak diğer 737 modelleri gibi algılanması ve uçması için tasarlanmış ve sertifikalandırılmıştır. MCAS ne zaman devreye girer? MCAS, sadece aşağıdaki üç koşulun gerçekleştiği ender durumlarda devreye girer:

- Uçak burnunun normalden yüksek bir açıya yaklaşması,

- Uçağın manuel olarak yukarı doğru uçması,

- Uçak flap’lerinin kapali olması.”2 

Bahsedilen sistem uçuş güvenliğini ciddi bir biçimde tehdit etmektedir. Zira sistem ender durumlarda değil kalkış esnasında devreye girmektedir. Sistemdeki en ufak bir arızaya pilotların yanıt verme süresi 10 saniyedir. Yani bir pilot 10 saniye içinde uçaktaki bu probleme yanıt üretemezse uçağın düşmesi kaçınılmazdır. Endonezya'da Lion Hava Yollarına ait “JT 610” sefer sayılı Boeing 737 Max 8 tipi uçak, 29 Ekim 2018'de, Cakarta'dan Sumatra Adası'ndaki Pangkal Pinang şehrine gitmek üzere havalandıktan kısa süre sonra denize çakılmıştı ve pilotlar MCAS denilen yeni sistemin adını dahi duymamıştı. Yani pilotlar karşılaştıkları krizin ne olduğunu anlamamışlardı bile. Böyle anlarda kapitalizmi tarif etmek için Jack London’un betimlemeleri dahi hafif kalıyor olabilir. Şirketin o dönemki CEO’su Dennis Muilenburg, anlaştığı halkla ilişkiler firmalarıyla krizi yönetmeye çalıştı. Krizi yönetirken de hiç utanmadan suçu Amerikalı olmayan ve yetersiz eğitime sahip olduklarını iddia ettikleri pilotlara attılar. Anlaşılan o ki Amerikalı şirketlere göre ABD’li ve beyaz tenli olmayan dünya üzerindeki tüm insanlar ‘eğitimsiz ve cahiller’. Şirket uçağın neden düştüğünü gayet iyi biliyordu ve gereken önlemler alınmazsa, MAX tipi gıcır gıcır uçaklar düşmeye devam edecekti. Bu yüzden, alelacele uçağı kullanacak olan pilotlara brifingler verildi. Şirketin hisse değeri tehlikeye gireceğinden uçakları sahadan çekmek söz konusu bile olamazdı. Bu uğurda pilotların ten renkleri dahi halkla ilişkilerin uzmanlık alanına giriyordu, halka ilişkilere girerken de insanlıktan çıkmış oluyorlardı.

İkinci cinayet haberi de gelmekte gecikmedi. Etiyopya Hava Yollarına ait Boeing 737 Max 8 tipi yolcu uçağı da 10 Mart 2019'da Addis Ababa'dan Kenya'nın başkenti Nairobi'ye gitmek için havalandıktan kısa süre sonra düşmüş, uçaktaki 157 kişi hayatını kaybetmişti. Uçağın pilotları doğru hamleyi yapıp MCAS sistemini devre dışı bırakmıştı; buna rağmen uçak yere çakıldı ve yüzlerce aile derin bir kederle başbaşa bırakıldı. Cinayetlerin birinci dereceden sorumlusu Boeing firmasıydı. Yazıyı kaleme alırken Türkiye’de çıkan ya da çıkmaya hazırlanan yeni yasa tasarısı aklıma geliyor. Mazallah bu yazıdan dolayı ‘şirket aşağılama’ suçundan yargılanmayalım. Kapitalizm irtifa kaybettikçe barbarlaşıyor ve yasa denilen silahı hâlâ toplum yararına yazı yazabilen azınlığa karşı kullanıyor. İkinci cinayetin ardından ABD tarihinde ilk kez bir uçak, başkanlık kararnamesi ile (Trump’ın imzasıyla) aceleyle sahadan çekildi. Krizin yoğun yaşandığı anlarda uçakları hangara çekecek pilot dahi bulamadılar. Toplamda 346 kişi kapitalistlerin kâr hırslarının kurbanı olmuştu. Soruşturmalar yapıldı, aileler adalet aradı ama gelinen noktada 737 Max uçaklar yeniden kullanıma sokuldu. ABD kongresindeki soruşturmada ifade veren Boeing’in CEO’su Dennis Muilenburg iki ay sonra görevinden istifa etti, ayrıca 62 milyon dolar değerinde hisse ve emeklilik ikramiyesi aldı. Sınıflı toplumlarda adaleti arayanlar için güzel bir örnek. Muilenburg’dan geriye aşağıdaki ibretlik fotoğraf kaldı. Bir kongre üyesinin ısrarıyla acılı ailelere bakması söylendi ve ailelere bakışı gerçekten ibretlikti.             

Dennis Muilenburg genç, yaşlı ve çocuk bu suretlere bakarken ne hissetti bilmiyoruz. Tahminlerime göre pek bir şey hissetmedi. O işini iyi yapmaya çalışan ve şirketinin kârını arttırmak için efor sarf eden birisiydi. Böyle yazınca pek bir masum göründü değil mi? Kapitalizmi tanımlamak için yazarlar pek çok alegori yapıyor. Büyük nesneler bu alegoriyi yapmayı kolaylaştırıyor ve elbette o büyük nesnelere sığdırdığımız gerçek acı deneyimler, sistemi tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.  Edgar Allan Poe, bu vahşi sistemi bir gemi üzerinden anlatıyor ya da hikâyeleştiriyor. Yukarıdaki olayda ise gerçekler bizi bir uçağın kabinine sürüklüyor. Uçak ya da gemi hiç fark etmiyor; kapitalizm insanlığı büyük bir felakete sürüklüyor. Uçak yere çakılmadan önce kaç saniyemiz var bilemiyorum. Yine de önümüzde iki yol ayrımı var gibi görünüyor. Biri ölüme ve karanlığa diğeri ise aydınlığa ve yaşama çıkıyor. Karanlıkta hepimizi birer zombi gibi hortlamış olan faşist Naziler bekliyor. Avrupa’da böyle bir döneme girilirse eğer sağı solu parçalanmış olan bu uçağı havada tutmanın imkânı yok. Yere çakılmak istemiyorsak, geç olmadan harekete geçmek zorundayız.