‘Küba ve sosyalizm, Türkiye için de umuttur’

"Evet, Küba’nın eğitim sistemi bizdekine muazzam bir ilham kaynağı olabilir, ama bugün için değil. Bizdekiyse ancak Küba’nın 100 yıl önceki sistemiyle karşılaştırılabilir. Bu bir küçümseme ya da çaresizlik değil; tersine, mevcut huzursuzluklarımızın, yaşamın her noktasında kısır bir bocalama içerisindeymişiz gibi hissetmemizin açıklaması bu."

Osman Çutsay

Küba’yı yakından tanıyan az sayıdaki yazarlarımızdan biri Celil Denktaş. Gerek yönetim düzeyinde gerekse sıradan insanlarla yıllardır bağlantı içinde, gelişmeleri yerinde izliyor. Küba’daki yaşamın ayrıntılarını, izlenimler, makaleler ve kitaplar halinde Türkiye’deki devrimcilerin dikkatine sunan Denktaş ile yeni yayımlanan çalışması “Sosyalizmde Eğitim, Küba” üzerine söyleştik.

Küba’daki devrimci eğitim ve öğrenimin ulaştığı düzey, acaba çökmekte olan ve sosyalist bir cumhuriyet dışında şansı kalmayan bu Türkiye için bir model kabul edilebilir mi? Türkiye, Küba’dan neredeyse 8 kat daha fazla nüfus ve yüzölçümüne, karşılaştırılamayacak kadar zengin yeraltı ve yeraüstü kaynaklarına sahip? Buna rağmen Küba’dan çıkaracağımız dersler neler sizce?

CELİL DENKTAŞ - Sizin de söylediğiniz gibi, Türkiye’nin sosyalist bir cumhuriyet dışında şansı kalmamış bulunuyor. Bu, zaten yıllardır böyleydi. Ama SSCB ve Avrupa sosyalist blokunun dağılması, başka bir deyişle, kendi kendini feshetmesi, sol sayılan kimi çevrelerde kafa karışıklığı yaratmıştı. Bu karışıklık epeyce uzun sürdü, daha önce sosyalizmle kanlı bıçaklı olduklarını ilan eden, katı muhafazakârlıktan sol liberalizme kadar geniş bir yelpazenin içerisinde sayılan bir dolu irili ufaklı kepazeliğin önünü alabildiğine açtı. Dizginlerinden boşandılar ve 1917’den bu yana içlerinde biriken tüm kini işçi sınıfının üzerine, sosyalistlerin, komünistlerin üzerine boca ettiler.

Ama buraya kadar! Değişim, kuşak işidir. Ve hiçbir zaman geriye çalışmaz. Bizler bilimsel sosyalist düşünceyi savunanlar bunu teorik donanımımızla ve yoldaşça ilişkileri hep önde tuttuğumuz kendi bireysel pratiğimizden çok iyi biliriz. Bugünün uygarlık düzeyini iyi kavrayan ortalama bir beyin, insanlık kazanımlarını hemen fark eder, kendi geleceği için bunlardan asla vazgeçmez, hele vahşete geri dönmeyi hiçbir zaman kabullenmez.

Dolayısıyla kepazeliklerin sonu gelmiştir artık. Bu birinci basamak! Yani, mevcut sosyal ekonomik ilişkilerle gelecek artık aynı hat üzerinde değildir ve genç beyinler bunu anlayacak kadar hayata bağlıdırlar. Elbette insanlık geleceğini el yordamıyla aramıyor. Hele gençlik, asla.

Pratik, mevcut yaşam düzeninin, ekonomik politikaların toptan yanlış, toptan mantık dışı olduğunu insanlara gösterebilir; eğer yeterince sağduyu, dürüstlük varlığını sürdürebiliyorsa. Sınıflı toplumların habire karakter değiştirme zorunluluğu duymaları da bu nedenle olsa gerek. Yalnız büyük insanlık giderek daha bir tatlılıkla sömürülmeye ikna edilecek. İşte burada tıkanma var. Kapitalizm artık son halka ve sömürünün devamı için daha sinsi bir başka üretim biçimini kendi içerisinden çıkartması mümkün değil. Vahşete geri dönecek, çaresiz.

Diğer taraftaysa ikna edilmekten yorulmuş bir büyük insanlık, artık sınırlarının sonuna dayanmış, bu çılgın tüketme, eritme hırsını artık idare edemeyecek duruma gelmiş, darmadağın olmak üzere olan bir ekolojik denge var. Kapitalizmle birlikte sosyal sınıfların da sıfırlanması gerektiğine, hem de acilen, insan türünün yaşanılabilir bir dünyayla birlikte sürdürülebilmesi için, eminler artık. Ama nasıl?

Model arama konusu eski bir hastalıktır, malum. Hepten olumsuz mudur? Sanmıyorum. Dünyadan soyutlanamayız. Ama bir coğrafyanın bir diğerine kopyalanması da zaten akıl dışıdır. Peki Küba’ya baktığımızda, yani gerçekçi ve dürüst olarak Küba’yı anlamaya çalıştığımızda, neden aklımızdan binlerce “keşke” geçmekte? Yukarıdakiler bir yana, Küba’ya göre muazzam bir bolluğun içerisindeyiz, yine Küba’ya göre muazzam bir eşitsizlik yaşıyoruz! Çok sakince şunu bir “ön not” olarak düşelim: Fakirliğin paylaşılmasında sorun çıkmıyor fakat zenginlik bir türlü paylaşılamıyor... Elbette, “paylaşma”nın öğrenildiği, öğretildiği gerçeğinin de altını çizerek!

O zaman farkın ne olduğunu son derece açık: Biz buna rahatlıkla, “Sosyalizm!” diye yanıt verebilmekteyiz.

SOSYALİZM ULAŞILMAZ BİR ÜTOPYA DEĞİL

Eğitimdeki başlıca başarıları neler Kübalıların? Bu başarıları bizdeki mevcut eğitim sistemiyle karşılaştırdığınızda neler gördünüz ve en çok nelere şaşırdınız?

CELİL DENKTAŞ - Öncelikle şunun altını çizmeliyim: Ben, Küba’daki eğitim sistemini hiçbir zaman Türkiye’dekiyle karşılaştırmayı düşünmedim. Elbette, 1959 sonrası Küba’sını kastediyorum. Birbirine zıt iki ayrı sistem. Evet, Küba’nın eğitim sistemi bizdekine muazzam bir ilham kaynağı olabilir, ama bugün için değil. Bizdekiyse ancak Küba’nın 100 yıl önceki sistemiyle karşılaştırılabilir. Bu bir küçümseme ya da çaresizlik değil; tersine, mevcut huzursuzluklarımızın, yaşamın her noktasında kısır bir bocalama içerisindeymişiz gibi hissetmemizin açıklaması bu.

Bugün, ortalama bir Küba vatandaşının kaygılarıyla bizlerinkiler arasında gerçekten dağlar vardır ve dikkatlice baktığınızda bizlerin neden onlardan 100 yıl, hadi 60 yıl olsun, daha geride olduğumuzu açıkça görürsünüz. Basit: Sağlığa sözümona muazzam yatırımlar yapmış, Batı merkezlerinden en son tıp teknolojilerini getirmiş, kurmuş, doktorlarının, sağlık ekiplerinin Batı’yla yarıştığı şeklinde böbürlenilen ülkemizdeki sağlık istatistiklerine, çocuk ölümlerine, salgın tehlikelerine şöyle bir göz attığınızda dehşete düşüyorsunuz. Küba’ysa, bırakın kendi halkının sağlığını tamamen garanti altına almış olmasının rahatlığını, sağlığı yoksul ülkelere de bedava dağıtıyor, sözümona zengin ülkelerin fakir halk kesimlerine yetişiyor. Yeni bir rakam: Bu yıl, Küba tıp fakültelerinden tam 147 ABD vatandaşı diploma aldı. Tabii bunlar ABD’nin en yoksul, en siyahi sınıflarının çocukları; ve, Küba’daki 6-7 yıllık eğitimleri süresince ceplerinden tek kuruş harcamadılar!

Evet, insan bu ve buna benzer onlarca diğer can alıcı konunun Küba’da ne şekilde hale yola konduğu karşısında şaşırmalı. Doğal bir insani tepki. Fakat aklı ön plana koymalıyız ve şaşırmak yerine sevinmeliyiz. Çünkü sosyalizmin bir ulaşılmaz ütopya olmadığını bizzat görüp yaşıyoruz Küba’da. Çok değil, 25-30 yıl önce, insanlığın belki de yüzde 30-35’i bire bir aynı olmasa da benzer bir rahatlığı yaşamaktaydı. Ama bu gerçeğin bugünkü genç nesiller açısından artık bir hükmü kalmadı. Bunu kabul etmek durumundayız. Belki tarih kitaplarından “iyi dersler” çıkartabilirler. Ama uzakta kalmıştır artık. Oysa Küba öyle değil. Bir uçuş mesafesi uzaklıkta ve insanlık değerlerinin ne şekilde yaşatılabileceğinin, insan yaşamı için olmazsa olmaz ekolojik dengenin ne şekilde korunabileceğinin yaşayan örneği, laboratuvarı.

Celil Denktaş (sağda) ve arkadaşları Fabián ile Teresita...

TÜRKİYE DÖKÜLÜRKEN, KÜBA...

İki ülkeyi, bu arada Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa’yı, gerçekten yakından tanıyorsunuz. Türkiye’nin kapitalizmde herhangi bir eğitim şansı var mı sizce artık?

CELİL DENKTAŞ - Eğitim, içine akıttığınız kabın şeklini alan su gibidir. Kapitalizm, nasıl bir insan tipine gereksinim duyuyorsa o tipi yaratacak bir eğitim sistemi kurgular. Elbette sömürü düzeninin sürdürülebilmesi için itaat eden, biat eden genelin yanı sıra, düzeni yönetecek, geleceğini garanti altına alacak -az da olsa- tipe de gereksinimi vardır. İşte çatlama buradan doğar. İnsanın sağduyusu, ar damarı öyle sanıldığı gibi kolay kolay bastırılan, silinebilen bir şey değildir. Ne de olsa, “insan” diye ayırmaktayız.

Dolayısıyla söz konusu olan “insan” yetiştirmekse, bunda kapitalizmin hiçbir coğrafyada şansı olmadığını biliyoruz. Neden imam ve hatip yetiştirildiği öne çıkıyor, neden din ta ilkokul öncesine kadar zorlanıyor, cevabı yukarıda. Batı’nın da bu açıdan hiç farkı yok. Evet, laiklik kapitalizmi bir seçenek olarak dayatan büyük devrimin hedeflerinden biriydi. Ancak kurulan yeni sosyo-ekonomik yapıya ilk ters düşen ilkelerden biri oldu. Biz artık onu, başka bir hedefin yerine konulacak modern bir ilke olarak değil, bir insanlık değeri olarak görmeliyiz.

Şunu unutmamak gerekir: Kilise ve feodal rant düzenine karşı yeni ilkeleri koymuş olanlar, sömürünün biçim değiştirmesi değil, insanlığın yeni baştan tesisi kaygısını taşımaktaydılar. Kalkıştıkları düzen değişikliği neye dönüşmüş olursa olsun, bu artniyetten arınmış ilkeler insanlık tarihine birer kazanım olarak geçti.

Türkiye’nin bugünkü eğitim yapısı, daha doğrusu yapısızlığı, ilkesizliği, beceriksizliği neresinden tutsanız dökülüyor. Bu yapıyı yönetmeye kalkanların ne yaptıklarını bildiklerinden kuşku duymamak elde değil. Her yıl müfredatlarla oynanıyor, her yılın mezunları farklı bilgi donanımlarıyla, daha doğrusu donanımsızlıklarıyla hayata atılıyorlar. Gerek bakanlığın gerekse konuyla ilgili sivil kurumların, sendikaların açıklamalarına, çalışmalarına, raporlarına şöyle bir göz atarsanız yaşanmakta olan kafa karışıklığını, tutarsızlıkları rahatça izleyebilirsiniz. Çocukların dünya eğitim kalitesi ölçümlerinde girebildikleri dereceler yüz kızartıcı. Ki, dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında olan, hemen hemen her alanda kendi kendine yeterli kaynaklara fazlasıyla sahip bir ülkeden söz ediyoruz.

Yalnız bunun salt bugünün sorunu olmadığının da altını çizmeliyiz; evet, son 30-35 yıl tüy dikti fakat bu tepetaklak gidişin geçmişi de o kadar yeni değil.

KÜBA’NIN VERDİĞİ UMUT SİNYALLERİ

Kitabınızı Türkiye’deki sosyalist bir hükümete hazırlık olarak okumak da mümkün aslında. Öyle mi? Türkiye’nin Küba türü bir sıçramaya mahkûm olduğunu, yoksa adresini bile koruyamayacağını iddia edenlere ne diyorsunuz? Bu konuda ve somut olsun: Sosyalist bir hükümetin tetikleyeceği eğitim kampanyası, Türkiye’ye neler getirir? Küba bu alanda nasıl bir ipucu veriyor?

CELİL DENKTAŞ - Evet. Sosyalizmde hiçbir şeyin, eğitimin de gökten hazır düşmediğini göstermek istedim. Bir sıçrama, politik sıçramayı mutlaka tamamlaması gereken önemli bir sıçrama eğitimde olmalıdır. Olacaktır da. Türkiye solunun, yani gerçek devrimci, komünist soldan bahsediyorum, bundan kuşkusu olmadığını biliyorum. Küba, işte bu aşamada çok kıymetli bir deneyimdir bizler açısından. İlk sorunun cevabını burada yinelemek istemem ama, modelse model, örnekse örnek, adını nasıl isterseniz öyle koyun, modern Küba eğitim sisteminin örgütlenmesi ilkelerinin ne şekilde toplum gerçeklerinden süzdürüldüğü, ülkenin özgün tarihiyle nasıl ilişkilendirildiği, ne şekilde sentezlendiği, bunların müfredatlarda ne şekilde vücut bulduğu, pratiğe nasıl döküldüğü, dahası buna neden “milli eğitim” denilmesinden gocunulmadığı hiç de burun kıvıramayacağımız sağlam, tutarlı modellerdir.

Şimdi moda bir tabir var, “uçurur” diyorlar, sosyalizmin politik zaferi, evet, Türkiye’yi uçurur! Ama bunu ekonomik zenginlikler anlamında değil, insani zenginliğin ayağa kaldırılması anlamında söylüyorum. Zaten var olan insani ilişkilerin önü açılacaktır. Eğitim işte tam da burada bize gerekli. Tabii, sosyalist bir “kab”ın içerisinde yeniden şekillenecek olan eğitim!

Küba, tam da bunu yaptı. Sıfırladılar ve en başından başladılar. Herkesi çağırdılar, herkes katıldı. “Malım yoksa, özgürlüğüm de kalmamıştır”, deyip ülkeyi terkeden “değerler”e aldırmadılar. Kendi değerlerini yarattılar. Devrim öncesinde okuma yazma bilmeyen çocukların sosyalist devrim sonrasında üniversite bitirip ülkenin kaderini ellerine aldıklarını biliyoruz. Akla, zekâya, hayal gücüne konulan sınırlar kaldırıldı. Yaratıcılık teşvik edildi. Hatta kimi güzel sanatlarda “yaratıcılık yaratıldı” diyebiliyoruz. Küba’da, bilimde, tıpta, güzel sanatlarda, sporda yaşanılan patlamayı tüm dünya izliyor. Bunu görmemek için ya kör ve sağır, ya da art niyetli olmak gerekiyor.

KÜBA’YA BAKAN SOSYALİST TÜRKİYE’NİN PARLAK GELECEĞİNİ GÖREBİLİR

Kitabınızda Küba’nın hangi olumsuzluklar, yoksunluklar ve kısıtlamalar içinde geçiş yaptığına ve geldiği noktaya somut verilerle dikkat çekiyorsunuz. Bir şeyi iyi biliyoruz: 1960’larda SSCB gibi bir dış merkezin varlığı Küba’da sosyalizmin yerleşmesi için hayati bir rol oynadı. Belki tuhaf veya acı olan, SSCB’nin yıkılmasına rağmen Küba’nın, geniş kitle desteğiyle ayakta kalabilmesidir. 1959 yılında insan ve doğa kaynakları çok yetersiz, az sayıdaki bağımsızlıkçı ve savaşçı aydınları dışında gelişkin bir işgücü bulunmayan, teknisyen damarı zayıf Küba gibi bir ada ülkesinin, bugünkü mucizeye ulaşabilmesi başlı başına bir umut kaynağı değil mi? “Orada olabilmişse bizde çok daha iyisi haydi haydi olur” anlamında soruyorum.

CELİL DENKTAŞ - SSCB ve Avrupa’daki sosyalist blokun dağılması herhalde insanlığın en büyük kayıplarından biri olarak tarihe geçecek. Bugün bunu daha derinden hissetmemek mümkün değil. Ama tabii ki tarih “keşke”lere dayalı ilerlemiyor. Bizler ve bugünün gençliği insanlığın nelere muktedir olduğunu öğrendi ya da öyle varsaymamız yerinde olur. Bize düşen, bu bilgiyi gereğince aktarmak. Hiç abartmaya, yeni ütopyalar kurmaya gereksinimimiz yok. 25 yıl insanlık tarihi için çok küçük bir geçmiştir ve kapitalizmin bugün içerisinde bocalanmakta olduğu çaresizlik açısından henüz daha dün bile değildir.

Türkiye’nin daha önce SSCB’yle, şimdi de Rusya’yla, Bulgaristan’la, diğer eski sosyalist blok ülkeleriyle sınır komşusu olması en büyük şansıdır. Elbette ticari ve turistik ilişkilerini de buna katmak gerek. Bu karşılıklı ilişkiler, alışveriş en çok bizler için öğretici oluyor. Yani, çok yakın geçmişte oldukça farklı bir dünyanın ta dibimizde var olduğu gerçeğini giderek daha iyi anlıyoruz. O ülkelerden gelenlerin, ki burada bizzat görüyoruz, bizlerden pek de bir şey öğrenmeye ihtiyaçları yok. Hatta burada belirgin bir tedirginlik duydukları söylenebilir.

Sosyalizmin politik iktidara kesin olarak oturması ön koşul olmakla birlikte, eğitimin derhal ve en kapsamlı biçimde ele alınması gereğini her aklı başında devrimci kabul eder. Elbette bu belirli ulusal bir program çerçevesinde gerçekleştirilecektir ve ülkedeki kara cehalet -ki burada salt okuma yazmanın ötesinde, ne okuduğunu kavrama ve kendisini anlaşılabilir bir biçimde sözle ve yazıyla ifade edebilme becerisinin kazanılması kastediliyor- tamamen ortadan kalkana kadar katı bir merkezi kontrolle nüfusun bilinç düzeyi toplu bir şekilde yükseltilecektir. Üst yapı kurumlarının oturtulması bundan sonraki iştir. Eğitimini gereği gibi almış, özgür iradesini kullanabilen bir halk gerisini kendiliğinden getirir.

Küba’da bu süreç 15-16 yıl kadar sürdü. Biliyorsunuz, yeni sosyalist anayasanın yazılması ve halk tarafından oldukça geniş ve detaylı bir biçimde tartışılarak son şeklini alması, 1975-1976 yıllarındadır. O güne gelindiğinde, temel eğitimi, yani ilkokul öncesi eğitimleri hariç, ilk 9 yıllık eğitimin tamamlanması oranı, yüzde 99’un üzerine çıkartılmıştı. Geriye kalan yüzde 1’in altındaki nüfus ise ya zihinsel özürlüydü, ya da çok yaşlıydı. Özetle, o zaman, 16 yaşını doldurmuş olan her Küba vatandaşının kendi geleceği hakkında karar verebilme kapasitesi oturmuş sayılmaktaydı.

Şimdiyse temel eğitim 12 yıl olarak varsayılıyor ve bitirme oranı yüzde 97’nin üzerinde. Elbette bu oranlar, öğrenci başarı oranlarıyla bir anlam kazanmakta. Küba’da ilk ve ortaokullardaki başarı oranları yüzde 95’lerin altına düşmüyor ve zaten bunun altındaki oran, bir sonraki döneme, okula devam için yeterli sayılmıyor. Küba ulusal eğitim müfredatlarına göz atıldığında, ki bunlar kitapta mevcut, öğrencileri ne denli çetin bir eğitimin beklediği de açıkça görülebiliyor. Bu müfredatları başarıyla tamamlamış, ki oran yüzde 95’in üzerinde, bir halkın da kendilerine böylesine kazanımları sağlamış bir politik sistemi kolayca rafa kaldırmayacaklarını anlamış oluyorsunuz.

*Röportajın kısaltılmış hali Boyun Eğme dergisinin 88. sayısında yayımlandı.