Barış Terkoğlu: Tarikat ve cemaatleri dağıtmadan Türkiye'yi bir arada tutma şansı kalmadı

Aydınlanma Hareketi bir süredir çalışmalarını “Tarikatlar ve cemaatler dağıtılsın” başlığı altında yürütüyor. AKP iktidarının 15 Temmuz'un ardından tüm topluma kabul ettirmek istediği “FETÖ çok kötü, onunla savaşıyoruz” iddiası, dağılan gerici koalisyonun yerine geçen yeni tarikat ve cemaat odaklarını perdelemeye hizmet ediyor. Aydınlanma Hareketi, işte bu büyük kandırmacayı hedef alarak…

Gamze Erbil – Melissa Sivri

Türkiye’nin 15 Temmuz sonrasında yapması gerekenin “bir cemaatin yerine öbürünü, bir bakanın yerine diğerini koymak” değil, bütün bu cemaatleri-tarikatları tasfiye edip “ortak yurttaşlık kültürüne dayalı bir liyakat kültürünü getirmek” olduğunu vurgulayan Barış Terkoğlu, 15 Temmuz'la ilgili bir dersten bahsedilecekse bunun laiklik olduğunu belirtiyor. Barış Terkoğlu gelinen noktada tarikat ve cemaatler dağıtılmadan Türkiye'nin yola devam edemeyeceğinin altını çiziyor.

Aydınlanma Hareketi bir kampanya yürütüyor: Tarikatlar ve cemaatler dağıtılsın. Bu kampanyadan biraz bahsedebilir misiniz?

Aydınlanma Hareketi genel olarak dinselleşmeye karşı, hem devletin hem de kamunun dinselleşmesine, dini kurallar tarafından belirlenmesine karşı uzunca bir süredir faaliyet yürütüyor zaten. Tarikat ve cemaatlerin dağıtılması da bunun bir parçası. Çünkü gerçekten de görülüyor ki, bugün din eksenli siyaset, bir; her şeyden önce devlet eliyle yayılıyor, iki; toplum nazarında tarikat ve cemaatler aracılığıyla bir çıkar grubu, bir örgütlenme grubu, hatta bir suç grubu yaratıyor.

Tarikat ve cemaatlerin sadece dini, din üzerinden bir araya gelmiş gönüllülerden oluşmadığını en açık ifadesiyle 15 Temmuz’da gördük. Bunu daha uzun değerlendiririz. Ama tarikat ve cemaatler aynı zamanda toplumu bölüyorlar, hücreleştiriyorlar… Yani toplum, sadece mezhep eksenli değil, mezheplerin bile altında kümelenmiş ve neredeyse birbirinden nefret eden, aynı dini bile taban tabana zıt bir şekilde yorumlayan ve her an şiddet uygulamaya, her an düşmanlık uygulamaya hazır yapılar halinde örgütleniyor. Biz her şeyden önce tarikat ve cemaatlerin gerçekten Türkiye toplumunun gerici bir şekilde bölünmesi tehlikesini üreten yuvalar olduğunu düşündüğümüz için, Türkiye’nin gelecekte bütün halinde ve aklıyla yaşayan bir toplum olması gerektiğini düşündüğümüz için buraların dağıtılması gerektiğini düşünüyoruz. Ve gerçekten de Aydınlanma Hareketi’nin başarısı değil, Türkiye’nin başarısı olacak eğer bu tarikat ve cemaatler dağıtılırsa çünkü bunları dağıtmadan Türkiye’yi bir arada tutma şansı neredeyse kalmadı.

Bunu biraz daha tarihsel arkaplanı ve tarikat-cemaat yapılanmasının sermaye ve siyaset bağlantılarıyla değerlendirmeni istesek... AKP iktidarı öncesi ve sonrası bir dönemleme olabilir belki. Bir de özellikle 15 Temmuz'dan sonrası. Nedir Türkiye'deki tarikat-cemaat, sermaye ve siyaset gerçekliği...

Birincisi, Türkiye’de tarikat ve cemaatler hiç de öyle sanıldığı gibi “saf dinsel kurumlar” olmadı. Kendilerini din üzerinden bir tür hizmetliler, bir tür gönüllüler hareketi gibi tarif ediyor olabilirler ama hiçbir zaman böyle olmadılar. İsterseniz bunu bugün böyle yorumlayın, isterseniz iki yüz sene öncesine gidin; Osmanlı tartışmalarına. Bizim ordu tartışmalarında bile tarikat cemaat tartışmaları vardır iki yüz sene önce. O yüzden tarikat ve cemaatler her zaman siyasetin göbeğinde oldu ve hep iktidarın yakınında konumlandı. Çünkü iktidarı, zenginleşmenin, büyümenin bir aracı olarak görüyorlar. Ve görülüyor ki, dini savunularını gerektiği zaman da iktidar savunusunun gerisine bile atabiliyorlar bunun için.

Uzun yıllardır tarikat cemaat ve siyaset ilişkilerini inceliyoruz ve Türkiye müthiş skandallarla dolu: Kombassan skandalı, Almanya’da para toplanması skandalı, Deniz Feneri... Dini kurumlar hep bu tarikat-cemaat ilişkileri sayesinde insanlardan paralar toplamış, holdingler kurmuş, sermaye yapmışlar. Şunu söylemek istiyorum; kapitalizm bile bunlar için ileri kalmış. Yani örneğin yoksul insanların küçücük birikimlerini alıp kendilerine sermaye edinmişler. Sadece inançlarını kullanarak, inançlarıyla kandırarak. Ne yapmışlar, bu insanları çalıştırdıkları yerlerde sigortasız, sendikasız sadece bir takım dini vazifeleri öbür dünyayı göstererek bütün insani koşullardan uzak tutarak çalıştırmışlar. İnsanlar yıllarca çalışmışlar bu birikimlerini toplamışlar. Bir bakıyorsunuz hepsinin arkasından büyük skandallar çıkıyor hepsinin arkasında başka bir tarikat var. Her seferinde ama her seferinde bu cemaat ve tarikatlar eliyle insanları kandırmışlar. O yüzden bu yapılar hem siyasetin hem de iktisadın merkezinde yer alan ve kapitalizmin bile gerisinde yani kölelelik döneminin izlerini, feodal dönemin izlerini taşıyan bir tür gericilik yuvaları.

AKP’nin bir farkı var; Wikileaks belgelerinde Amerikalılar AKP’yi anlatırken bir tür tarikatlar-cemaatler koalisyonundan söz ediyor. Sadece koalisyon değil aynı zamanda doğrudan doğruya iktidarların, bakanlıkların, şunların bunların periferisinde kalan bu tarikatları doğrudan doğruya merkezine yerleştiriyor.  AKP’nin gerçekten tarikat ve cemaatler eliyle bir bütün olarak iktidarı pay etme konusunda hepsinden daha ileri noktaya gittiğini söyleyebiliriz.

Türkiye'nin tarikat-cemaat yapılanması AKP dönemiyle birlikte uluslararası islamcı-cihatçı şebekelerle de bağlarını güçlendirdi. Bu yapının oluşturduğu yeni Türkiye'nin nasıl gericileştiğinden bahsedebilir misin?

Evet. Şimdi sonuçta 2000’li yıllardan itibaren özellikle 11 Eylül saldırısıyla beraber Dünya siyasal İslamın cihat eliyle kurduğu iktidar mekanizmalarıyla tanıştı. Afganistan’da, bizim yanıbaşımızda Ortadoğu’da. Ve görülüyor ki, tarikat ve cemaatler bu cihatçı yapılara insan sağlayan, bilfiil destek veren ve bu cihatçı yapılarla organik bağlar kuran mekanizmalar haline geldi. Türkiye’deki bu tarikat cemaat yapılanması aynı zamanda, bu cihatçı yapılarla Türkiye’nin organik bağını sağlayan yerler ama bir şartla, bir şart düşerek bunu söylemek istiyorum: Az önce de söylediğim gibi bunlar hep siyasetin merkezinde yer alıyor, gerçekten bulundukları yerlerde siyasi onay alabildikleri cihat hareketlerine destek veriyorlar. Kendi siyasi iktidarlarının ve emperyalist sistemin onay verdiği cihat hareketlerine. Türkiye’deki tarikat ve cemaatler AKP döneminde özellikle, böyle bir küreselleşme baharı da yaşadılar kendileri açısından.

Tarikat ve cemaatlerin sermaye bağları nasıl ele alınmalı?

Tarikat ve cemaatlerin iktisat ilişkisi üzerine çok sembolik bir şey anlatayım. Şimdi Jet Fadıl diye bir adam var. Ben genç yaşımdan beri zamanımın bir bölümünü bu adamın Türkiye’yi dolandırma hikayelerini izlemekle geçiriyorum. Bu adam Türkiye’yi dolandırıyor, hapse giriyor çıkıyor milletvekili seçiliyor, hapse giriyor çıkıyor tekrar dolandırıyor, tekrar... Böyle bir hikaye var.

Bu adamın yıllarca bu yolsuzluğunun, bu dolandırıcılığının konuşulmayıp yine hâlâ insanların ona gitmesinin sebebi ne? Yani hâlâ cebindeki belki son 50 lirayı götürüp bu adama vermesinin sırrı ne? Hâlâ gidip bir tane oyu varsa demokraside, oyunu gidip bu adama vermesinin sırrı ne? Bir tane sırrı var. Jet Fadıl’ın bu toplumu her seferinde dolandırabilme kabiliyetinin sırrı Cübbeli Ahmet Hoca desteği alıp, kendisinin de onun gibi sarık giymesiydi. Aslında bana sorarsanız bu, İslamcı sermaye dolandırıcılığının, tarikat sermayesi dolandırıcılığının ve insanları hâlâ aptal yerine koyan, adeta afyon içmiş gibi tekrar tekrar aynı yöne götüren hareketin kaynağının bir ölçüde tarikat cemaatler olduğunun göstergesi.

Bunun benzeri çok fazla “gözü dönmüşlük” hikayesine tanık oldu Türkiye aslında değil mi?

Dönüp bakarsanız bu hikayenin benzerini iki sene önce Bursa’da “badelenen” müridlerde bulursunuz. Hatırlayın o hikayeyi; müridlerine cinsel istismar yapıyordu ama insanlar cinsel istismara uğramak için koşuyor, kapıları aşındırıyorlardı. Bu yolla cennete gideceklerini umuyorlardı. Ve “badelenmek” dedikleri cennete ulaştıran köprü aslında bir tarikat şeyhinin cinsel organından başka bir şey değildi. İnsanların bu derece aklını kaybetmelerinin, bu derece kendilerini düşürmelerinin aracıdır tarikat cemaat ilişkisi.

Unutmuyorum, bu olayı soruşturan emniyetçilerden bir tanesi bana anlatmıştı; adamı yakalıyorlar, görüntüler mevcut, her şey mevcut ve adam emniyetteyken kapının önünde yüzlerce kişi bekliyor. Böyle bir yer tarikatlar-cemaatler, insanlara bu derece aklını kaybettiren yapılar.

Öyle yerler ki, unutmayın; daha yakın zamanda Fethullah Gülen Cemaati mensupları içeri girdi ve bu insanlardan bir tanesi bile yaptığı eylemi hakim önünde savcı önünde savunamadı. Gerçekten merak ettim. Çünkü yıllardır yargılanıyorum her yagılandığım mahkemede yaptığım işi savunurum.

Bu insanlar Türkiye tarihinin en kanlı olaylarından birini yaşattıktan sonra biri bile yaptığı şeyi savunamadı. Tek bir şeyle açıklayabiliyorlar durumu; kendilerinden bunu yapmaları istenmişti.

Gülen Cemaati'nin hikayesine dönecek olursak… 15 Temmuz bir kırılma noktasıydı; bu tarihten sonra denildiği gibi “bitti” mi, yoksa nasıl bir dönüşüm olabilir. Yerini başka tarikatların aldığı söyleniyor, bu nasıl bir “değişim”e işaret eder?

Gülen Cemaati'ne ilişkin benim çok özel anılarım var. Bu cemaatler içerisinde en özel yere sahip olanlardan bir tanesi. Çünkü gerçekten küresel düzene en iyi uyum sağlayan, örneğin 90’lı yıllarda Sovyetler Birliği’nin çözülmesinin arkasından Orta Asya’daki yeni düzene en kolay adapte olan yapı. Veya işte dinler arası diyalog denince, kendisine Batı’da bile yayılma olanağı sağlayan bir yapı. Bu yapı emperyalizmle en iyi ilişki kurma kabiliyetine sahip, kendi liderini bile yıllardır Amerika’da tutma kapasitesine sahip bir yapı.

Bu öyle bir yapı ki, yıllardır bir şekilde devletin laiklik damarının kurduğu bariyerleri gizlilikle aşabilmiş ve aşmakla da kalmamış onun içerisinde büyük ölçüde örgütlenmiş ve bir dizi faaliyetle neredeyse Türkiye’nin kurumlarını çökertebilmiş bir yapı. Hesabını çok geciktirmeden gören ve kendisiyle uğraşanların başına hep kötü şeyler gelen bir yapılanma bu. Cemaat menşeili bir kurşunun, bir seks kasetinin veya hep arkasında başka bir şeyin olduğunu bildiğimiz bir hesaplaşmanın öznesi bu cemaat yapılanması.

Bir dönem neredeyse Türkiye’deki bütün davaları, bütün polisiye vakaları bu cemaatle ilişkilendirmeniz mümkündü. Çünkü suç işlemişseniz bu cemaatle yakınlaştığınız zaman suçtan azade kalıp dışarı çıkıyordunuz, suç işlemeden bilgisayarınıza konan bir virüsle bir dosyayla içeri girebiliyordunuz.

Bu gücünü, emin olun devlet içindeki unsurlarından alıyordu ve bu unsurların örgütlenmesini de bizzat AKP iktidarı sağlıyordu. Şimdi Türkiye’de şöyle bir yanılgı var; örnekler çoğaltılabilir, sanki Fethullah Gülen Cemaati kaka, diğerleri cici. Fethullah Gülen Cemaati bunu yaptı, diğerleri hiç böyle şeyler yapmazlar. Bu külliyen yalan. Fethullah Gülen Cemaati diğerlerinden aslında çok da farklı bir şey değil. Emin olun herhangi bir tarikatin ve cemaatin Türkiye’de Fethullah Gülen Cemaati gibi askeriyede, emniyette, şurada burada örgütlenmesini sağlarsanız, buna izin verirseniz, bunu desteklerseniz, onlar da kendi “meziyetleri ve kabiliyetleri” sayesinde eğer buraya gelebilirlerse, emin olun hepsinin başvuracağı şeydir 15 Temmuz. 15 Temmuz’un öznesi bugün Gülen Cemaati’dir, yarın başka bir cemaat-tarikat olacak.

O yüzden bu yolu yüz kere de deneseniz Türkiye’de kurumları cemaatlere tarikate teslim ettiğiniz müddetçe, Türkiye’de -niteliğinden bahsetmiyorum- devlet dediğiniz şey de kalmayacak. Mesela biz hapisteyken hep şunu yapardık; davaya, duruşmaya giderdik. Karşımızda hakimler olurdu, hakimler sürekli değişirdi o sırada, Yalçın Hoca’nın deyimiyle bizim davaların, önemli davaların hakimleri bir süre sonra yargıtaya seçilirdi. Hep şunu tartışırdık: Soldaki hakim şu tarikatten, öbürü şu cemaatten. Şimdi böyle bir yerde devletin önemli ayaklarından biri olan yargı kurumunun varlığından söz edilebilir mi?

Bu haliyle siz Fethullah Gülen Cemaati’ni alıp yerine şu cemaat geçsin derseniz bitti, Türkiye’yi yine aynı yere mahkum edersiniz. 15 Temmuz’dan bir ders çıkarılacaksa, tek ders olabilir; laiklik. Türkiye’yi tarikate cemaatlere teslime etmeme olabilir tek ders. Tek ders Türkiye’de artık devleti, toplumu, bu tarikatlardan-cemaatlerden temizleme olabilir.

Diğer tarikat ve cemaatlerde durum nedir? Biraz daha somutlayabilir miyiz...

Benim en yakından takip ettiğim tarikatlardan bir tanesi İsmailağa Cemaati, bu cemaat son dönemde bir kriz yaşıyor. Şöyle bir kriz; cemaati kim yönetecek? Çok görülen bir şey var benim dışarıdan da gördüğüm bir şey, Papa İkinci Jean Paul durumu gibi, Mahmut Ustaosmanoğlu İsmailağa Cemaati’nin Papa İkinci Jean Paul’ü olmuş durumda ve yönetemiyor. Eh yönetilemeyen yerde, birden fazla yönetme iradesi ortaya çıkıyor.

Ve bakın cemaat içindeki kavgayı neredeyse işte üç dört senedir adım adım takip ediyoruz. Şu anda kavga öyle bir noktaya geldi mesela şimdi siz İslami literatürde bir ayeti bir hadisi reddedemezsiniz, ederseniz dinden çıkarsınız. Birbirlerini uydurma hadis üretmekle, neredeyse İslam dışı ilan etmekle itham eder hale geldiler. Bakın aynı din demiyorum, aynı mezhep demiyorum, Nakşibendilik demiyorum... Nakşibendiliğin bir kolu içerisinde, bir cemaat liderinin hastalanmasıyla oluşan farklı öbeklerden söz ediyorum. Birbirlerini din dışı ilan ettiler. Birbirleriyle kavga o kadar politikleşti ki bir grup, iktidara yanaştı diğer tarafı alt edebilmek için, öbür grup ayakta kalabilmek için muhalefet odaklarıyla yakınlaştı, kimi zaman Gülen Cemaati de dahil.

Bu kavga iktidara da sıçradı ve Beykoz’daki yani cemaatin liderinin bulunduğu yerdeki külliyeyi, içinde caminin de olduğu külliyeyi belediye gelip yıktı.

Irak’taki nefreti hatırlıyor musunuz, mezhepler birbirlerinin girip, camilerinde bomba patlatıyordu. Yani bunların birbirlerine karşı üretmiş olduğu nefret, büyük, köklü ve bölücü. Türkiye’yi bölüyor bu.

Hatırlayın Fethullah Gülen Cemaati içerisindeki kavga bile cemaatin imamlarından bir tanesinin ayrılıp başka bir yöne gitmesiyle başlıyor. Yani kendi tarikatları içerisinde bile bölünmeleriyle birlikte devleti, emniyeti, birden fazla vektöre ayıran ve birbirleriyle kavga eder hale getiren ve bir polisi, suçu yakalamak yerine tarikatın işlerini gören memura dönüştüren bir yapı bu.

O yüzden gerçekten bu yapıyı tasfiye etmeden Türkiye’de ne emniyet teşkilatı kurabilirsiniz, ne yargı teşkilatı kurabilirsiniz, ne adam gibi bir ekonomi kurabilirsiniz, ne adam gibi siyaset kurabilirsiniz. Çünkü bakın dün önünde diz çöktüğü cematle bugün kavga ediyor. Bugün vatana ihanet ettiğini söylüyor, devletin özel sırlarını başka yerlere sattığını söylüyor, dış işleri bakanlığını onun dinlediğini söyüyor, askeriyenin içerisinde kozmik oda belgeleri dahil onun arşivini dışarı verdiğini söylüyor. Yine bütün bu mahremiyetin kapısını kim açtı?

Doğal olarak siz bu cemaatler bu tarikatlar toplumun içerisinde, kamunun ve devletin içerisinde yaşadığı sürece, hiçbir şekilde güvende olamazsınız. Hiçbir şekilde bağlanamazsınız, hiçbir şekilde. Yurttaşlık dediğimiz ortak bir kültürdür. Bugün başka bir şey üzerine, yarın başa bir şey üzerine, bugün başka bir ekonomide, yarın başka bir ekonomide kurulabilir ama bu cemaat ve tarikatlar olduğu sürece hiçbir şekilde ortak bir yurttaşlık kültürü kuramazsınız.

O yüzden Türkiye’nin gerçekten 15 Temmuz sonrasında yapması gereken bir cemaatin yerine öbürünü koymak, bir bakanın yerine öbürünü koymak değildir. Bütün bu cemaatleri tarikatları tasfiye edip, hangi inançtan hani etnisiteden, hangi kökenden, hangi mezhepten, hangi düşünceden, hangi saç renginden, hangi cinsiyetten olursa olsun, ortak yurttaşlık kültürüne dayalı bir liyakat kültürünü getirmektir. Gerçekten de bizim tarikat ve cemaatlere ilişkin hem alacağımız ders hem de yapacağımız şey budur.

Sonuçta bir sürdürülebilir bir yönetim modeli olamayacağını söylüyorsun. Dolayısıyla bunlar daha çok mevcut sistem, emperyalist odaklar, kapitalist iktidarlar tarafından manipüle edilebildiği sürece yönetsel konumlarını koruyabileceklar. Tarikat ve cematler siyasi bir projeye sahip olup bu ülkeyi yönetemez, diyebiliyoruz.

Yönetemezler. Şimdi komik olacak ama; buradan şeriat isteyenlere de sesleniyorum gibi olacak: Bugün siz şeriatı getirmek isteseniz kimin şeriatını getireceksiniz? Cübbeli Ahmet Hoca’nın şeriatını mı getireceksiniz, Fethullah Gülen’in mi, Mustafa İslamoğlu’nun şeriatını mı getireceksiniz? Siz bugün Menzil tarikatinin şeriatını mı, Yeni Asyacıların şeriatını mı hangisini getireceksiniz? Bunların her biri, bir diğerini din dışı ilan ediyor. Cübbeli Ahmet Hoca ve Mustafa İslamoğlu arasındaki tartışmalara bakın.

Siz bir gün şeriat kurmak isteseniz bunlardan hangisiyle kuracaksınız? Sizin bunların eliyle kurabileceğiniz bir düzen yok. Yani bununla bir kere yüzleşmek zorundasınız. Siz bunlarla bir eğitim sistemi kuramazsınız, o yüzden tevhid-i tedrisat diyor; eğitimi birleştiriyorlar. En önemli sorun bunlarla birleşik bir şey yaratamazsınız. Bunlarla bölünmüş, parçalanmış, birbirinden kopmuş ve herkesin kendi islamı'nı yarattığı bir şey yapabilirsiniz.

O yüzden her şeyde çuvallıyorlar. Bakın, Türkiye’de bugün genel ahlakla dincilik birbirinden farklı yerlere doğru gidiyor. Yani sorunlardan bir tanesi de bu. Genel ahlak demiş olduğumuz, çocuğa, cinselliğe, insana, sokakta yürüyen kadına yönelik -aynı şeyi düşünmesek bile- bir davranış kalıbı. Bütün bu genel ahlak düzeniyle, dincilik birbirinden çok farklı yerlerde bulunuyor. Teoride aynı yerde olması gerekir.

Toplum gerçekten ya genel ahlak kurallarını (sosyal-kültürel bir şeyden bahsediyorum ahlak derken, metafizik bir şeyden değil), bir arada yaşamayı tercih edecek ya da bunların İslam diye savundukları ama açıkçası arkaplanında kendi çıkarları olduğunu gösterdiği şeyi.

O kadar ayrı yerlerde duruyorlar ki, -örneğin Türkiye’de bugünlerde tartışılan cinsel istismar meselesi... Çünkü onlar açıkça söylemeye utansalar da arkaplanda on bir yaşındaki bir çocukla evlenilebileceğini savunuyorlar. Siz genel ahlakla, İslamcılık arasında, çocuklara cinsel yönelimle, İslamcılık arasında bir tercih yapmak zorundasınız ve şunu görmek zorundasınız; şortlu kadına tekme atan adam da aynı adam, küçücük çocuğa cinsel anlamda musallat olan da aynı adam.

Bu adamlar bu zihniyetten besleniyorlar. O yüzden sizin tarikatlar cemaatler olduğu sürece, -şeriat da dahil olmak üzere- herhangi bir düzen kurma imkanınız olmadığı gibi toplumu bu açıdan bir arada tutabilecek bir altyapı yaratma imkanınız yok.

Peki bu karanlık tablodan ne çıkar?

Şimdi gerçekten de laiklik dediğimiz şey bunun panzehiri olan şey. Tam da Avrupa yüzyıllar önce bizim yaşadığımızın bir benzerini, bir benzer fotoğrafı yaşarken çıkış yolu olarak laiklik kaçınılmaz bir şekilde toplumu dönüştürmek isteyen insanların önüne çıktı. Çünkü toplum orada da mezheplere bölünmüştü, bir gecede otuz bin kişiyi kestiler Paris’te mezhep savaşında. Mezhepçilikle kan dökülen, insanların bir gecede birbirini katlettiği, bir sürü farklı mezhebin birbiriyle yarış içine girdiği bir yer haline geldi ve buradan çıkış yoktu. Yani laiklik tesadüfen var olmadı. O yüzden tam da bu dönemde bu işin panzehiri laiklik. Tam da bu dönemde çıkış noktası laiklik. Bu tarikatlardan cemaatlerden kurtulmamız gerekiyor toplum olarak. Onun da çıkış noktası laiklik.

Bütün çöküş dönemlerinde yani yükselme/ilerleme öyküleri bozulur ve tarikat ve cemaatler bu bozulma hikayesinin çok merkezinde yer alıyor. İnsanın çöktüğü bir dönemdeyiz, insan aklının çöktüğü bir dönemdeyiz, bilimin yerine insanın mistik üretimlerinin konduğu bir yerdeyiz.

Aynı zamanda devletin içinde de bu tür ilişkilerle yükselmenin kolaylaştığı bir dönemdeyiz. Gerçekten Türkiye’de öyle bir hale geldi ki bu insanlar, yükseldi. Birikimli insanlar en dipte yer alıyor. Artık kendilerine yaşam alanı bulamıyor, örneğin akademiye giremiyorlar. Sorbonne’da okuyor ama gelip araştırma görevlisi olamıyor; çünkü o tarikat bilmem ne fakültesini parsellemiş durumda.

Düşünün bunların hastaneleri var; hasta olduğunuzda herhangi bir hastaneye gitmiyorsunuz bunların hastanelerine gidiyorsunuz. Bazen bir adamın tedavi olduğu bir yer mensup olduğu tarikata göre belirleniyor.

İnsanın çökmesinin yerine, insanın yükseldiği, yukarılarda olduğu bir düzeni kurabilmek adına bu tarikatlardan cemaatlerden kurtulmaktan başka şansımız yok.