Basketbol şampiyonası sürerken: Vallahi sosyalizmi özledik!

Ama bir itirazınız olmalı. Spor toplum için toplumcu bir anlayış ile yapılmalıdır, vitrin kültürüne çanak tutmak için değil denebilmeli, kapitalizme sert bir bakış atarak!

İsmail Sarp Aykurt

Kimileri için bir detay, kimileri için ise bir yaşama anlayışı spor. Branşlar çeşitlilik gösterse de kimi izlemeyi, kimi tartışmayı, kimileri de bizzat oynamayı tercih ediyor.

Eskiden yapılan ayrımlar bu şekilde idi. Şimdilerde ise “yepyeni” seksiyonlar türedi, türettiler. Diğerlerini tam ortadan bölerek, tahrip ederek…

Aslında oynamayı da izlemeyi de sürdürmeye devam ediyoruz. Ediyoruz ama bambaşka kulvarlarda. Bol bol kavga ediyoruz, hakaretler yağdırıyoruz, stadyumları da aşıyor, parkelere dalıyoruz. Ne olimpizm ruhu ne amatör bilinç ne de spor kültürünün esamesi okunmuyor.

Bizde ligler her sene böyle başlıyor.

Oysa ne de güzel örneklerimiz var geçmişten.

Nostalji yapmaya çalışmıyorum. İnşa edilmesi her an güncel olan bir düzenin örnekleri eskimez daha iyisi kurulur, yaşanır. Bunun adı da nostalji olmaz.

Aklıma gelen her şeyi sıralamak bu yazının limitini aşıyor olsa da birkaç noktayı vurgulamak mümkün.

Bu sıralar basketbolda bir dünya şampiyonası oynanıyor ve turnuvanın şampiyonluk adayları turnuva henüz başlamadan aşağı yukarı belli olmuştu. Birleşik Devletler hegemonyası kurulmuş, İspanya’nın ise onu en çok zorlayacak ülke olduğunun altı çizilmişti. Bize de zaten “mücadele edelim kafi” tekerlemesi yeterli geldi. Sanıyorum ki bu bizi birkaç yıl daha idare edecek.

Fakat göremediğimiz çok şey var, turnuvayı çekilmez kılan. Sosyalist ülkeler yok. Sovyetler Birliği, Yugoslavya gibi basketbolda ekolleşmiş, sporu, sporla yaşamayı bir kültür haline getirmiş, sporu sol siyaset ile buluşturmuş ve ona toplumsal hüviyet kazandırmış ülkelerin olmayışı, turnuvanın toplumcu karakterden bağımsız, madalya ve kazanma odaklı bir eksende sürdürülmesinin önünü açıyor. Her sayı reklam kokuyor, şirketler seviniyor, parkelerde, formalarda, mola aralarında firmaları izlemekten artık iğrenir hale geliyor, “televizyon molası” adı konulan icadın maçı izlemekten soğutan psikolojik etkisini pratik ediyoruz, defalarca…

Şöhret olmuş isimlerin adını zikrederek geçiyor tüm turnuva. Atılan sayılar, asistler, kısacası kazanan konuşuluyor. Profesyonellik ya, mutlaka isimler öne çıkacak. Basketbol piyasası işliyor!

İşte o yüzden pek bilinmiyor adları koç Gomelsky’nin, Vladimir Kondrashin’in, Azeri oyuncu Alzhan Zharmukhamedov’un, Ivan Edeshko’nun ya da 1991 yılında FIBA tarafından gelmiş geçmiş en iyi Avrupalı basketbolcu ilan edilen, Sovyet basketbolunun sembol ismi Sergey Aleksandroviç Belov’un...

Turnuva heyecanlı, sinirli, bol smaçlı ya da mücadeleci geçiyor olabilir. Hoşunuza da gidebilir. Genişletilmiş reklamlara olan hassasiyetiniz, alışkanlığa ya da kanıksamışlığa dönüşmüş de olabilir belki.

Ama bir itirazınız olmalı. "Spor toplum için toplumcu bir anlayış ile yapılmalıdır, vitrin kültürüne çanak tutmak için değil" denebilmeli, kapitalizme sert bir bakış atarak!

Yeri geldiğinde de “eski” sayfalar açılmalı, göz gezdirilmeli inatla, kıskançlık ile, tutku ile...

Neden mi?

Elbette daha iyisini kurabilmek için!