Denizlerin mücadelesi hâlâ güncel!

Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan 39 yıl önce bugün idam edildiler. Düzen güçleri, tüm çabalarına rağmen isimlerini hafızalardan silmeyi başaramadı. Verdikleri mücadele ise onların yolundan giden binlercesi için örnek olmaya devam ediyor.

Türkiye’deki öğrenci hareketinin sembolü olmuş Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972’de idam edildiler. Aradan geçen onca yıla rağmen isimleri hala saygıyla anılıyor, verdikleri mücadele izinden giden genç kuşaklara örnek olmaya devam ediyor. Denizlerin o günlerde itiraz ettiği ne varsa hala aynı koşullar geçerli. Türkiye bugün de NATO üyesi, emperyalistlerle işbirliği devam ediyor, emekçilerin sömürüldüğü eşitsizlikçi düzen varlığını korumayı sürdürüyor.

O günlerde egemenler öğrenciler için “anarşik, terörist, devlet düşmanı” diye konuşmuşlar, öldürülmelerine zemin hazırlamışlardı. İsimlerini yüreklerden silemeyeceklerini anladıkları için, bugün onları ya nostaljik bir dizi kahramanına, ya da iyi şeyler hayal eden saf gençlere dönüştürmeye çalışırlarken diğer yandan ise aynı yoldan giden liselilere, üniversitelilere tıpkı o günlerde yaptıkları gibi provokatör, terörist demeye devam ediyorlar. O zamandan bugüne ülke koşulları değişti ama eşit, bağımsız bir Türkiye amacı hala canlılığını korumaya devam ediyor.

Üniversite sorunlarından, ülke problemlerine
Üniversite sorunları ile başlayan öğrenci eylemleri giderek ülke sorunlarına doğru eviriliyordu. Türkiye İşçi Partisi’nin büyüyen bir örgütlü mücadele sonucunda meclise girmesi, emekçiler cephesinde sosyalizmin itibarının artmasını sağlamış, öğrencilerde ise kökten bir düzen değişikliğini tartışır hale getirmişti. Artık üniversite sorunları ile yetinmeyen öğrenciler emperyalizm ile ilişkilerden Kürt sorununa, kapitalizmin sömürü düzenine kadar birçok başlığa bütünlüklü bir bakış açısıyla yaklaşarak “tek yol devrim” hedefine yönelmişlerdi.

Öğrenciler, mücadelenin üniversite sınırlarını aşması oranında emekçiler ve yoksul köylüler ile irtibata geçmiş, onları da mücadelenin bir parçası haline getirme uğraşına girmişlerdi. Bu kitleselleşme karşısında düzen güçleri de, gerek sağcı örgütler, gerekse devletin silahlı güçleri ile karşı atağa geçmekte gecikmedi.

Başlatılan kara kampanya
Üniversite öğrencilerinin kitlesel eylemlere kalkıştığı, antiemperyalist mücadeleyi yükselttiği, ülke sorunlarına el attığı yıllardı 1960’lar. NATO’ya hayır mitingleri, bağımsız Türkiye sloganları, eşit bir ülke yaratma mücadelesi, bu düzenden nemalananları telaşlandırmıştı. 12 Mart müdahalesine doğru giden süreçte başlatılan kampanya ile öğrenciler terörist, anarşik ilan ediliyor, illegal yollarla cinayetler işleniyor, gazetelerde boy boy resimleri basılarak afişe ediliyorlardı.

Bugün referandumda “evet” oyu almak için kürsüden şiirler okuyup ağlayan Başbakan Erdoğan ise o günlerde 6. filoyu protesto eden devrimci öğrencilere saldıran MTTB üyesiydi.

16 Mart 1971 de yakalanan Deniz Gezmiş tüm kara çalmalara rağmen yaşarken halk kahramanı olmuştu. Bu imajı yıkmak için dönemin İçişleri bakanı Haldun Menteşoğlu’nun karşısına çıkarılarak küçük düşürülmesi planlandı, tutmadı. İşte Deniz’in ağzından o anlar:

“(Bakan)Çok keyifliydi. Ayaktaydı. Odası, sabahın sekizinde gazetecilerle dolu. Ben hep başımı dik tutmaya, canlı, dipdiri görünmeye çalışıyorum. Nasıl bitkinim oysa, ayaklarımı zor sürüyorum. Ayakta duracak gücüm kalmamış. Ama belli etmiyorum. “Geçmiş olsun,” dedi gülerek İçişleri Bakanı. Suratına baktım pis pis. Hiç bir karşılık vermedim. Gazetecilere döndü: “Şu pejmürde kılıklı adam, Halk Kurtuluş Ordusu’nun kahramanıymış.” “Beğenemedin mi? Tabii kahramanıyım, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun savaşçısıyım.” “Nereye gidiyordun?” “Devrime.” Haritayı gösteriyor duvarda, Sivas’ı gösteriyor: “Buradan mı gidilir devrime?” “Senin kafan almaz böyle şeyleri.” “Türkiye’de bir tek ordu vardır, o da Türkiye Cumhuriyeti’nin ordusudur.” “Onun için Demirel ve senin gibiler hemen istifayı bastınız.” Sinirlendi. Üzerine bir adım attım. Geriledi. Şaşırdı. Dehşetli bir panik havası içinde, elini sallayarak ve kekeleyerek: “Gö-gö-götürün bunu” dedi. Sürükleyerek çıkardılar beni odadan. “Göstereceğiz sana da, senin gibilere de, Amerika’nın güvenilir köpekleri!” diye bağırdım kapıdan çıkarılırken. Gazetecilerin yüzünde büyük bir şaşkınlık vardı.”

Deniz, Hüseyin ve Yusuf idamlarına kadar geçen süreçte “pişman olmaları halinde affedilecekleri” teklifine yanaşmayıp, doğru bildikleri yoldan taviz vermediler. Suçlu olmadıklarını, verdikleri mücadelenin meşru olduğunu, ülkeyi yönetenlerin asıl suçlu olduklarını söylediler. Deniz’in yaptığı savunmadaki şu sözleri tarihe geçti:

“Biz Türkiye'nin bağımsızlığından başka bir şey istemedik. Bundan dolayı da ölümden korkmuyoruz. Ve ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum (…) Varlığımızı Türkiye halkına armağan ettik. Bunun aksini iddia edenler vatan hainidir."

Üç aylık bir yargılama sürecinin sonunda 9 Mart 1971 günü mahkeme üçünü de idam cezasına çarptırdı. O tarihte senatonun idamı onaylaması gerektiğinden oylama yapıldı ve idamlar kabul edildi. Adalet Partisi idam yönünde oy kullanırken grubun başında Süleyman Demirel vardı.

Bugün taktik değişti
Üzerinden yıllar geçmesine rağmen, giriştikleri büyük mücadeledeki cesaret ve kararlılıkları ile bugün de esin kaynağı olmaya devam eden Denizlerin isimlerini kirletmenin mümkün olmadığını anlayanlar, bugün taktik değiştirdiler.

Bir kısmın, saf bir karşıtlık yapmaktan vazgeçerek bu üç genci, verdikleri devrimci mücadeleden arındırıp siyasi içeriğini boşaltarak, içi boş bir dönem kahramanı haline getirmek için uğraştıkları gözleniyor.

Bir başka saldırı cephesi ise aynı dönemde öğrenci hareketi içinde yer almış olan Oral Çalışlar, Cengiz Çandar gibi liberal kalemler. Onlar da yazılarında öğrencileri “hayalci gençler” olarak tarif edip, itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar.

Siyasi cephede ise durumun pek değişmediği görülüyor. Öğrenci hareketlerinin tarihte kaldığına güvenerek, idamlar üzerinden siyasi rant elde etmeye çalışan Başbakan Erdoğan, iş günümüzdeki öğrenci eylemlerine gelince, dönemin siyasilerinin verdikleri tepkileri vererek öğrencilere terörist suçlamasını yöneltiyor.

Geçmişten bugüne mektup
Üç öğrenci liderinin geriye bıraktıkları son mesaj mektuplarında yazanlar. Bu üç fidanın geriye bıraktıkları son sözler, bugün de Türkiye insanına verilebilecek en güzel mesaj niteliğinde.

Deniz Gezmiş

"Baba,

Mektup elinize geçmiş olduğu zaman, aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben, ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler… Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki, benden önce giden arkadaşlarım, hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın.

Oğlun, ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. Bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.
Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, (…) anlayacağını inanıyorum.

Cenaze için, avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara'da 1969'da ölen arkadaşım Taylan Özgür'ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul'a götürmeye kalkma.

Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir.

Son anda, yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım…"

Yusuf Aslan

Bütün Akrabalara,

Bu mektubumu okuduğunuz zaman artık aranızda olmayacağım. Mektubumu Senato'nun idamlarımızı tasdik ettiğini öğrendiğim anda yazıyorum. Şundan emin olmalısınız ki, bugüne kadar davama olan inancım sarsılmamıştır. Sehpaya gidene kadar da en ufak bir sarsılma olmayacaktır. Ben halkımın kurtuluşu, Türkiye’nin tam bağımsızlığı için savaştım. Sizler beni tanıyorsunuz. Bir yıldan beri bu bir avuç sömürücüler, vatan satıcıları, işbirlikçiler ellindeki bütün imkanlarla bizi dışardan yardım gören, beyinleri yıkanmış, vatan haini, dışardan emir alan, bölücü diye tanıtmaya ve halkımızdan bizi koparmaya çalıştılar. Bu bir avuç azınlığa göre vatanseverlik: vatan satmak, yabancılarla işbirliği yapmak, NATO’yu ve Amerika’yı savunmak, 6. filoyu ağırlamak, milyonlarca köylünün geçimi olan haşhaş ekimini elinden almak, işçinin grev hakkını engellemek, Amerika’ya ve emperyalizme hizmet etmektir. Biz bunlara karşı çıktık. Bunun için biz vatan haini, onlar yurtsever oldular. Bizi bu mücadeleden dolayı, güya adil mahkemelerinde yargılayan ve yine adil kurumları eli ile asacak olanlar bilmelidirler ki Biz halkımızın kurtuluşu ve Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesi uğruna şerefimizle bir defa öleceğiz. Bizi asanlar şerefsizlikleri ile her gün ölecekler..

Son sözüm yaşasın isçiler, köylüler! Yaşasın devrimciler! Yaşasın halkımın kurtuluşu ve bağımsızlığı için savaşanlar! Yaşasın tam demokratik Türkiye’nin kurulmasından yana olanlar! Kahrolsun emperyalizm! Kahrolsun faşist koalisyon."

Hüseyin İnan

Babama, anneme, kardeşlerime ve yakın akrabalarıma,

Söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı. Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum. İleride durumumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız. Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar

Sevgiler!.. Yazılacak çok şey var fakat hem mümkün değil, hem de sırası değil...

Candan selamlar.

(soL)