Ya Sınıfın Öncüsü Ya Mahallenin Delisi (İlke Kızmaz)

Bir önceki yazımda “bedel ödeme” edebiyatının Türkiye solunda yarattığı tahribattan bahsetmiştim. (bkz. “Referadum Yaklaşırken…Bedel Ödemek mi, Bedel Ödetmek mi?”) Bunun basit bir tahribattan ibaret olmadığına, aynı zamanda başka önemli tehlikeleri barındırdığına işaret etmiştim. En önemli tehlikenin solu marjinalleştiren eylemlilikleri “bedel ödeme” edebiyatı üzerinden kutsallaştırmak olduğundan bahsetmiştim. Bu konuyu daha fazla açmak gerektiğini düşündüğüm için bir yazı yazmaya daha karar verdim.

Bizimki gibi toplumsal hafızanın pek de kuvvetli olmadığını söyleyebileceğimiz ülkelerde, hele ki bu hafızaya müdahale şiddetli bir şekilde de olmuşsa sol toplumla ilişkilerini kurmakta oldukça güçlük çekmektedir. Solun gündelik olaylara dair genel teorik yaklaşımları geniş bir kesim tarafından onaylanmakta zira salt “haklısınız ama” türünden yaklaşımlara hapsolmaktadır. Şiddet araçlarını bir hayli cömert kullanan sistem emekçi kitleleri sindirmiş, güce tapan kitleler haline getirmiştir. Öyle ki nerdeyse her seçimde komünistlere oy istediğimizde “haklısınız ama güçlü değilsiniz” türünden cevaplar duymaya gına geldi. Medya yıllardır geliştirdiği muazzam manipülasyon teknikleri ile sosyalizmi halkın gözünde gerçek bir alternatif olmaktan her geçen gün daha da uzaklaştırdı. Dolayısıyla geçen yazıda bahsettiğim gibi yıllarını “bedel ödemek” ve ağlamakla geçiren sol buna engel olmak bir kenara dursun o da bu sürece zemin hazırladı.

Devrimci romantizm, ucu bucağı görünmeyen, önü sonu belli olmayan, sürekli başladığı günkü heyecanla sürdürülmesi gereken, yenile yenile ama direne direne, kendini sürekli yenileyerek sürdürülmesi gereken devrimci mücadelelerde militanların motivasyonu için oldukça önemli bir olgudur. Başka bir tabirle bu “hayalperestlik” bir devrimcide bulunmazsa yaşadığı ilk yenilgi veya zorluktan sonra yoluna devam etmesi pek de mümkün olmayacaktır. Bizim gibi iğneyle kuyu kazarmışçasına mücadele eden devrimciler ayakta kalmak için bu romantizme ihtiyaç duyarlar. Zira siyasi akıl tamamen bu romantizmin altında ezilmeye başlamışsa burada yolunda gitmeyen bir şeyler var demektir.

Siyasi akıl ve teori mücadelede omurgayı oluşturan temel unsurlardır. Güncel pratik ve refleksler ancak bu iki unsur sağlamsa etkili olabilir. Ancak romantizmin bulandırdığı bir siyasi akıl toplumla olan bağlarını yitirmeye mahkumdur.

İşte bu bağlamda “bedel ödemek” üzerinden kutsanan marjinal eylemlilikler siyasi akıldan ziyade devrimci romantizmin ürünleridir. Maalesef genel olarak toplum nezdinde bir karşılıkları yoktur. Hatta bazıları tam tersi etki yaparak emekçileri solculardan uzaklaştırmaktadır. Örneklerle açmak gerekirse her 1 Mayıs’ı bankamatik parçalama şenliğine çeviren solcularımız, tüm sokak eylemliliklerini polisle çatışmaya indirgeyen solcularımız, “sloganda gericilik” bahanesiyle emekçilerle aynı dili kullanmaktan kaçınan ve anlaşılmaz olmayı yeğleyen solcularımız, ve benzerleri…Daha bir çok örnek verilebilir elbette. Zira bu solcu arkadaşlarımız ödedikleri bedeller üzerinden kendilerini devrimci görmekte kendileri gibi davranmayanları da devrimci olmamakla itham edip durmaktadırlar.

Açıkçası buradaki öfkem yıllardır elitist, sekter, ulusalcı, Kürtçü, milliyetçi, revizyonist, oportunist ve çoğu zaman -nasıl oluyorsa- hepsi birden olmakla itham edilen bir hareketin militanı olduğum için değil. Zira bunlara artık alıştık. Burada sinirlendiğim şey bu marjinal eylem biçimlerinin “tek devrimci” biçim olduğu iddiasından ziyade bunların toplumla zaten oldukça zor kurulan bağların kopmasına neden olması.

Kapitalizmde siyasal konjönktür bazı dönemlerde sınıfın öncüsü iddiasını taşıyan örgüte sansasyonel eylemler yapabileceği zeminler sağlar. Bu gibi dönemlerde örgüt bu fırsatlar karşısında reflekslerini kullanabilmeli ve etkili eylemler yapabilmelidir. Bizim gibi ülkelerde solun sürekli doğruyu söylüyor olması kitleyi politize etmeye yetmemektedir. Kısmen politize edebilse bile harekete geçirmek konusunda yetersiz kalmaktadır. Sınıfın öncüsü olma iddiasındaki bir örgüt doğruları söylemekle kalmayıp özellikle genç emekçilerin gözünde cazip olmak zorundadır. Nasıl ki bu ülkede de bir dönem solcu olmak karizmatik bir olgu olarak kabul edildiyse, devrimci önderler kahraman olarak algılandıysa, bugün de sosyalistler emekçilerin gözünde bu konuma tekrar yükselmek zorundalar. Zamanı geldiğinde sansasyonel eylemler yapmak, radikal çıkışlar yapmak gerekmektedir. Elbette siyasi aklı yitirmeden. Devrimci romantizme kapılmadan.

“Devrimci şiddet” bizim topraklarımızda zaman zaman oldukça işe yaramıştır. Zira peşinden sokaklara akan bir halk yığını yoksa, tam tersine her uyguladığın şiddette halk sana küfreder hale gelmişse, o zaman durup bir düşünmek gerekir.

Konu sadece şiddet değil. Örneğin askere çocuk göndermemek İsrail’de yapıldığında oldukça büyük hareketlenme yaratmakta, emekçiler bu eylem üzerinden örgütlenebilmektedir. Bizim ülkemizde yapılan bu türden bir eylemin toplumda bir karşılığı maalesef henüz bulunmamaktadır. Bunun uzun uzun siyasi çalışmasının yapılması ve askere gönderilmeyen çocukların bizim ülkemizde de meşruluk kazanması için emekçi kitlelere bu yönde siyaset taşınması gerekmektedir. Önce bunu yapmadan eyleme girişen kardeşlerimiz yıllarını kodeste ve mahkemelerde geçirerek bedel ödüyorlar. Sonra da “bedel”ci arkadaşlarımız başlıyorlar edebiyatını yapmaya.

Eşcinsel hakları için yapılan eylemlilikler de bu anlamda değerlendirilebilir. Kimi hareketlerce sınıf mücadelesinin bile önüne koyulan eşcinsel hakları eylemleri gerek eylem biçimleriyle gerekse toplumsal altyapısı hazırlanmamış ve sınıfsal bağlarından kopuk talepleri ile sürekli marjinalize olmaktadırlar.

Sol akıllı olmak zorundadır. Dürüst olmakla doğrucu davut olmak arasında ince bir çizgi vardır. Sol dürüst olmak zorundadır. Sınıfın öncüsü olmak kolay iş değildir elbette. Hem sınıfın gözünde heyecan verici bir odak olacaksın, hem dürüstlüğünle güven kazanacaksın, hem atikliğinle mevzi kazanacaksın, hem de akıllı olacaksın. Sol siyasi aklı bir kenara bıraktığı anda damarlarından fışkıran romantizmin etkisiyle mahallenin delisi olmaya mahkumdur.

Bırakın edebiyatçılar yazsınlar devrimci mücadelemizin romantik estetiğini. Biz işimize bakalım. Ya sınıfın öncüsü olacağız ya mahallenin delisi…