Ülkemiz sporunda ırkçılık mı milliyetçilik mi? (Mahmut Tümkaya)

Ülkemizde zaman zaman gündeme gelen ve büyük tartışmalar yaratan, spor camiasında bir nevi akla karayı belli eden bir turnusol kağıdı olmakla beraber yılın çok büyük bölümünde (belki de bir yılın tamamında) hiç bahsedilmeyen bir meseledir aslında ülkemiz sporundaki ırkçılık. Ancak ülkemizde yapılan belli dönemlere ait olan bu tartışmaya ırkçılık boyutundan mı bakmak lazım yoksa aşırı milliyetçi taraftan mı? Yazıda bu noktayı işleyeceğim. Şimdi ise biraz sözlük karıştıralım

Irkçılık:
İnsanların toplumsal özelliklerini dirimbilimsel, ırksal özelliklerine indirgeyerek bir ırkın başka ırklara üstün olduğunu öne süren öğreti. (http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=%FDrk%E7%FDl%FDk&ayn...)

Milliyetçilik:
Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını her şeyin üstünde tutma anlayışı, ulusçuluk, ulusalcılık, nasyonalizm. (http://tdkterim.gov.tr/bts/?kategori=verilst&kelime=milliyet%E7ilik&ayn=tam)

TDK’nin bu güzide yardımlarından sonra aslında ülkemiz sporunda yapılanların ırkçılık mertebesine erişmemiş ancak önünün alınamaması durumunda ırkçılığa evrilebilecek bir milliyetçiliğin var olduğunu söyleyebiliriz.

Günümüzde endüstriyelleşen ülkemiz sporunda devşirilecek sporculara ırkçı girişimlerde bulunulması durumunda sponsorların yatırım yaptıkları spor dalından desteklerini çekecek olmaları (haliyle kar edemeyecekleri için) ve ancak bu sponsorlarla ayakta durabilen federasyonların ve bu gelirlerden kendilerine de pay çıkaran federasyon yöneticilerinin çökmesi anlamına gelecektir. Bunun yanı sıra devşirilen sporcuların büyük bir çoğunluğunun, uluslararası arenada başarılı olamasa bile en azından “halis muhlis” Türk sporculardan başarılı olmaları ırkçılığın ülkemizde geri planda kalmasına sebebiyet verdiği söylenebilir. Son dönemlerde ise bu duruma en güzel örnekse Etiyopya asıllı Elvan Abylegesse’nin başarıları karşısında en koyu milliyetçinin bile söz söyleyememesi bununla beraber bu durumdan gurur bile duyabiliyor olmasıdır zannımca. Çoğu spor adamı ve yorumcularının övündüğü üzere ülkemizde ırkçılığın olmadığını ifade eden yorumları, günümüz spor dallarında ileriki dönemlerinde ırkçılığın bu çizgide kalacağı garantisini veremez.

Ülkemizde her durumda olduğu gibi sporun da yine sermaye ihtiyaçlarına göre şekillendiğini düşünürsek, spor dallarına yatırım yapan sermayenin çıkarlarının ve memleketin içinde bulunduğu koşulların, ileriki dönemlerde ırkçılığa meydan verebileceği göz önünde tutulmalıdır. Sermayeyle ırkçılığın günümüz koşullarında uyuşmadığına bir örnekse Gençlerbirliği Spor Kulübü başkanlığını onyıllardır sürdüren İlhan Cavcav ve onun zihniyetinden gelmiş geçmiş bir çok spor kulübü başkanlarıdır. Nasıl mı uyuşamıyorlar? Aynen şu şekilde. Afrika’dan bulup getirdiği, futbol piyasasına göre, çok ucuz futbolcuları ileriki yıllarda başta üç büyükler olmak üzere diğer kulüplere fahiş fiyatlara satabiliyorlar. Irkçılığın varolduğu topraklarda ise böyle bir şey yapması olası değildir. Olası olmayan böyle bir durumda Cavcav vb.’nin daha fazla para kazanabilmeleri ve bir yandan da para aklamaları söz konusu olamaz. Aynı şekilde, FİFA’nın ve UEFA’nın ırkçılığa dair savaşımı da bence bu eksende ele alınmalıdır. Belki acımasız bir yorum olacaktır ama bugün sermayenin ırkçılıkla mücadele etmesi, özellikle futbol alanında, tamamen kendi çıkarı içindir. Çıkarlarını sarsması durumunda sermaye, ırkçılıkla mücadelenin yanından bile geçmeyecektir. Bunun yanı sıra sporun herhangi bir alanında ırkçılığın yapıldığı ülkelerin çok büyük bir bölümünün geçmişte sömürgeci ülkeler olmaları, bir tesadüf değil bence elde bir veri olarak alınmalıdır. Bu da sermayenin halen o dönemlerden kalan, kendi halkı için, kimi alışkanlıklarını henüz törpüleyemediğini ya da her halükarda en azından bir kısmını törpülemek istemediğini göstermektedir.

Peki ülkemizde şekillenen durumu nasıl kavrayabiliriz? Bence ülkemizde sporculara dair yapılanın aşırı milliyetçilik yada yabancı düşmanlığı diye adlandırılabilir. Ancak yukarıda da belirttiğim gibi en azından “halis muhlis” Türk sporculardan daha başarılı oldukları için bu yabancı düşmanlığı bile belli bir dönemden sonra ilgi görmüyor. Akıllardaki en güzel örnek ise birkaç yıl önceye dairdir. Türkiye vatandaşlığına geçirilen Brezilya asıllı Mehmet(Marco) Aurelio ulusal takıma çağrıldığı zaman medyada büyük yankılar uyandırdı ve bununla beraber bir dizi tartışmalar başladı. Ancak Mehmet’in ulusal takıma seçilmemesi gerektiğini savunanların temel dayanağı Mehmet’in ten renginden ziyade başka bir ülkeden gelmiş olmasıydı yani yabancı olması. Belli bir süre sonra Mehmet’in ulusal takımdaki başarılı sayılabilecek performans sergilemiş olmasından ve ulusal takımın kimi başarılarından dolayı bu tartışma da rafa kalkmış oldu. Bu örneği düşündüğüm sıralarda ise aklıma ülkemizde şu anda asıl var olanın aşırı milliyetçilik olduğunu rahatça söyleyebileceğim bir olasılık geldi. Aynı örnek üzerinden gitmek gerekirse, devşirilen yukarıdaki futbolcunun ülkesi Brezilya değil de Yunanistan ya da Ermenistan olsaydı tartışmalar, başarılara rağmen, kısa sayılabilecek bir süre zarfına sıkışabilir miydi? Bence hayır. Düşünsenize, devşirilmiş bir Ermeni futbolcunun(ya da sporcunun) her 24 Nisan arifesinde yaşayacağı gerilimi ve duygu sıkışmasını. Böyle bir sporcu buna dayanabilir mi?

Yukarıdaki örneklerin yanı sıra diğer bir sıkıntı tribünlerde ülke gündemine göre şekillenebilen aşırı milliyetçi, yabancı düşmanı potansiyelinin var olmasıdır. İki sene önce kardeşimiz Hrant’ın öldürülmesiyle beraber birkaç güzide tribünden (başta Gençlerbirliği tribünü olmak üzere) başka diğer tribünlerin bir katile sahip çıkması, kimi takım taraftarlarının rakip takıma Ermeni diye “hakaret” etmesi, ülkemizde futbol oynayan Balili isimli İsrailli futbolcuya sadece vatandaşı olduğu ülkesinden ötürü şahsına küfür edilmesi, geçmişte olan ve gelecek sene Diyarbakırspor’un Süper Lig’e çıkmasıyla beraber Diyarbakırspor futbolcu ve taraftarlarına olması muhtemel bir terörist yaftalamasının çıkması memleketin özelinde futbol, genelindeyse sporunda var olan sorunun ve mücadele edilmesi gerekenin aşırı milliyetçilik olduğunu gösteriyor. Tabi ki de bu mücadelenin alanını sadece tribünlere sıkıştırmak yersizdir. Bu mücadelenin asıl verileceği yerler ise öncelikle fabrikalar, sokaklar, sınıflar, işyerleri vs. olmalıdır ki bunların başarılı ve yahut başarısız yansımalarını tribünlerde görelim.

Mahmut Tümkaya (Hacettepe Üniversitesi)

.