Baldıran Zehiri ve Bayrağın Rengi (Burhan Kartal)

MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay için “Kafası 1980 öncesinin Marksist düşüncesiyle şekillendiği için MHP’ye hasmane bir yaklaşımı var. Kafası halen geçmişte kalmış, bir dönem Türk bayrağının yerine kızıl bayrak çeken birinin MHP’ye karşı olması doğal” diye konuştu. Başka amaçla söylemiş olsa da çok temel bir gerçeğin resmini ortaya koyduğu için, yazıya alıntı yapmayı anlamlı buluyorum. Ey Oktay Vural! Dem, Türk hakim sınıflarının ordusuna ve bayrağına selam durma demi… Zil takıp oynamalı ve bayram yapmalısınız. Hışımla karşı çıktıklarınız, size artık hasım değil ama hısım olma telaşındalar.

Kuvvetli bir rüzgar estiriliyor, o bildik karargahlar ve ocaklardan, ne ki estirilen ne poyraz ne karayel… Adı milliyetçilik, kod adı ezen ulus milliyetçiliği ve sahnede görünümüne de şovenizm denilen ve baldıran zehrinden daha öldürücü bir zehir bu estirilen rüzgar... Bütün bir hayatı zehirleyerek felç ediyor. Nasıl etmesin ki? Bir etrafınıza bakın, en aklı başında görünen demokratlar, ilericiler ve hatta sosyalistler bile bir bakıyorsunuz ki bir gün, kan kusar gibi şovenizm kusmaya başlıyor. Dünün anlı şanlı yazarları, şairleri, proflarıdır bunlar. Nasıl ki, kurumaya yüz tutmuş yapraklar kuvvetli rüzgarlarda dalından kopup savruluyorsa, politik düşünme melekesi sağlam temellere dayalı olmayan fikirler ile politik kişiliği olmayanlar, şimdi esen milliyetçi ve şovenist rüzgarlar karşısında savruluyorlar, bir o yana bir bu yana…

Bir dönem büyük fikirlere bayraktarlık yapmakla kalmayıp bu uğurda nice bedeller ödeyen birey ve grupların birçoğu, ne hazindir ki, savrulup duruyorlar. Daha hazin olanı, dün canla başla mücadele ettikleri karşı cephenin kutsallarına yüz sürüyor olmalarıdır. Akın akın, ellerinde öz be öz beyaz olan bayraklarla bir ayine katılırcasına huşu içinde katılıyorlar, sonu mutlak hüsranla bitecek olan şovenizmin kanlı karnavalına… Kimileri neye iltihak ettiklerini bilmeden, kimileri biraz utangaç bir endamla, kimileri de arsız bir yüzsüzlükle katılıyorlar, bir rüzgar gülü gibi... Bilmiyor olamazlar, bu kadim toprakların her daim, zulüm ve talan altında inlediğini… Bilmiyor olamaz bunlar, dün sözde özgürlük ya da halk devrimleri için avaz avaz haykırdıklarını da, beylerin, paşaların saltanatlarının, bu aynı bayrak altında süregeldiğini de… Hazin olan, kanları kurumadı daha yoldaşlarının, onca yıl haykırışlarının akisleri hala kulaklarda iken, ne oldu da at değiştirir gibi bayrak değiştirildi? Bu iltihak neyin nesi, neyin alameti bu?

Oysa iyi bilinir ki çaydan geçerken at değiştirilmez. Oysa, bayrak değiştirmek çayda at değiştirmeye de benzemez, o, ya köleliğin ya da özgürlüğün sembolü olagelmiştir tarih boyunca. Bu, nasıl bir cinnettir, celladına aşık olma isteğiyle yanıp tutuşmaktır? Buna akıl sır erdirenler çıkmalı bir adım öne. Öyle anlaşılıyor ki, ezbere tafrasını yaptıkları ve boyunlarına bir yafta gibi astıkları, devrim ve sosyalizm düşüncesinin kırıntısını dahi ruhlarına sindirememişlerdir ki, bu gün su içer gibi bayrak değiştiriyorlar. Nedir öyleyse bayrağı böylesi önemli kılan?

Nasıl ki ideolojik aygıtlar (bilimden dine, felsefeden sanata, edebiyata tüm zihinsel ve duygusal faaliyetler) sınıf egemenliğinin manevi meşrulaştırma ve hegemonya aracı olarak işlev görüyorsa, aynı şekilde, sınıflı toplumların tarih sahnesine çıkışından günümüze dek, bayraklar da ideolojik politik sembollerin en başında gelir. Şovenizmin ulusal bir histeri halinin, giderek kudurgan bir saldırganlığa dönüşmeye başladığı günümüzde, bu simgesel görüntüye yakından bakmak artık bir mecburiyet oldu. Zira, altında toplanılan bayrağın neyi nasıl temsil ettiği ve sonuçlarının nereye varacağı meselesi, artık hayati meseledir.

Hayati meseledir, çünkü neredeyse herkes ya bu bayrağın altında toplanma eğiliminde ya da politik yarar uğruna ondan medet umar hale gelmiştir. Bilinir ki, bayrak iki şekilde sallanır.
İlki teslim olmak için, ikincisi güç göstermek içindir. Yine bilinir ki, ideolojiler insanlar bunun farkında olsun ya da olmasın mutlak şekilde, belli sınıfların çıkar ve görüşlerini yansıtırlar. Dolayısıyla bayrak da onun güçlü bir simgesi olarak mutlak olarak bir sınıfın dolaylı ya da dolaysız olarak çıkarlarını yansıtır.

Kapitalizmin tarih sahnesi temelinde, emek sermaye çatışması olarak çıkışı ve hakim bir düzen haline gelmesiyle birlikte, sınıflar kavgası artık iki büyük sınıfın, proleter sınıfla burjuva sınıf arasında kavgaya dönüştü. Bu kavganın dolaysız savaş haline dönüştüğü 1848 devrimlerinden bugüne sınıf mücadelesi arenasında iki bayrak dalgalanmıştır. 160 yıllık devrimler ve savaşlar tarihi gösteriyor ki, tarihin sonu ya da başlangıcını (kim nasıl okumak istiyorsa) belirleyen, kızıl bayrak ile beyaz bayrak altında toplanmış sınıflardır.

İşçi sınıfı ile burjuvazi arasında sınıf kavgasını sembolize eden kızıl bayrak ile beyaz bayrak arasındaki amansız savaş aynı zamanda tarihin de son savaşıdır. Unutanlara hatırlatalım, ilk büyük1848 proleter devrimler fırtınasından ilk işçi devleti deneyimi olan 1871 Paris Komünü’ne ve nihayet 1917 Sovyet devrimine, işçi sınıfının burjuvaziye karşı savaşında onurla dalgalandırdığı bayrak, kendi kanlarıyla boyamış oldukları kızıl bayraktı. Şimdi bu son savaşta bizlerin yeri neresidir? Bu soru hiç bu kadar somut ve can alıcı olmadı.

Herkesin, yani kendini ilerici, demokrat, sosyalist, devrimci ve komünist addedenler ya da bu iddiada olanların (her daim ve her yerde ellerinde sadece ve sadece kızıl bayrak olanları tenzih ediyoruz) saflarını hiçbir tereddüte ve mazerete mahal vermeden belirlemeleri ve bunu ortaya koymaları zorunluluktur. Şimdiden haykırışlarını ve itirazlarını duyar gibiyiz. Biz hiçbir zaman beyaz bayrak altında toplanmadık, diyecekler. Elbette bizlerin yeri işçi ve emekçilerin saflarıdır, diyecekler. Der ve orada dururlar. Çoğunluk tam da sınıf konumları gereği ve şüphesiz bin bir bahane ile kızıl bayrağı taşımak istemezler. Ama ulusal bayrağı canla başla taşımakta da bir beis görmezler.

İşte, sorunun düğümlendiği nokta burası. Tarihte öyle anlar var ki, bir simge tam da alınması gereken tavrın göstergesi olur. Bugün böylesi anlardan biri yaşanıyor ve o simge bayrak seçimidir. Oportünistçe bir tutumla yeri geldiğinde kızıl bayrak dalgalandırmak bir başka yerde de ulusal beyaz bayrağı dalgalandırmak... Oysa tarih bu sahtekarlara mührünü basmıştır. Onun için burada her şey akla kara gibidir. Ya aksın ya karasın. Ya işçi sınıfından yanasın ya da Türk tekelci burjuvazisinin sınıf egemenliğinin yanındasın. Aynı şekilde emperyalizme karşı savaşı sürdürürken milliyetçi cereyana kapılmamanın yegane yolu, işbirlikçi tekelci burjuvaziyi hedef almaktan geçiyor. Aksi halde günümüzde, kendi başına bir anti emperyalizm savunusu, niyet ve iddialardan bağımsız olarak, burjuvazinin güçlü silahı olan şoven milliyetçiliğe objektif destek olmak demektir.

Elbette bu ideolojik ve politik ikiyüzlülüğün toplumsal ve iktisadi temeli çok güçlü olduğundan böyle yapılmaktadır. Malum olduğu üzere bu coğrafyada devrimci sınıf geleneğinin zayıf olması ve de proleterleşme ve mülksüzleşmenin çok sancılı gelişmekte olması temel faktördür. Düne kadar küçük burjuva ülkesi olan ülkemizde, küçük burjuvazinin sınıf karakteri, ideolojik alanı olduğu gibi politik süreçleri de etkilemekte, çoğu zamanda ona rengini vermesi eşyanın tabiatı gereğidir. Şovenizm hezeyanının maddi toplumsal temeli de bu gerçeğe dayanmaktadır. İster demokrasi ya da özgürlük, isterse devrim ve sosyalizm iddiasında olan birey ve gruplar tarihin yeniden kanlı tekerrürünü istemiyorlarsa, niçin, kime ve nasıl bir mücadele ettiklerini bilmek zorundalar.