Pardon, askerci mi arıyordunuz?

Bunlar mı askerle, darbeyle hesaplaşacak?

Müsadenizle hemen söze girelim.

Fethullah Gülen'in Nurcularla tanışması Erzurum’da üsteğmenlik yapan Esat Kesafoğlu vesilesiyle oluyor. Daha çocuk denecek yaşlarda... 16’sında. Yani nur gibi kariyerine sağ ayağındaki asker postalı ile girdi Fethullah Gülen.

Gülen'in postalları ayağından hiç çıkıyor mu? Hayır. Postalla girdiği kariyer, postalla devam ediyor. Said-i Nursi talebesi olan Gülen, Doğu'daki Mustafa Barzani yanlısı faaliyetlere karşı ordu ile alakadar olduğunu nasıl anlatıyor bir bakalım:

“Cemal Tural o sıralarda 2. Ordu Komutanıydı. Ve hakikaten milliyetçi görünüyordu. Barzani hareketini adım adım takip ediyordu. O günlerde, Güneydoğu’daki bazı evlerde, Barzani’nin resimleri asılıydı. Barzani her an halkı ayaklandırabilir şeklinde şayia vardı. Cemal Tural’a karşı duyduğumuz alaka biraz da Barzani’yi yakın takibe almasından dolayıydı.”

Allah Allah... Askeriye'nin Kürtleri takibine bu alaka da ne imam efendi? Burayı geçmeden şunu da söylememiz gerekiyor: Cemal Tural, Said-i Nursi'nin mezarını yıkan komutan olarak biliniyor. Bak şu tesadüfe...

Askerliği süresince il il gezip, komünizm karşıtı mücadeleyi örgütleyen genç imam da Fethullah Gülen'den başkası değildir. Hatta 1960’ların sonunda anti-komünist Yeniden Milli Mücadele çevresinde bugün Ergenekon’dan içeride olan Veli Küçük’le mesai arkadaşları oldukları söylenmektedir ki şaşıracak bir durum yoktur bunda. Geçerken not edelim de YeMeMeciler arasında Cemil Çiçek ve Melih Gökçek gibi birbirinden kıymetli isimler mevcut.

12 Mart 1971'de 53 Nurcu tutuklanıyor. Başta Bekir Berk olmak üzere diğer Nurcular Nurcu olduklarını kabul ediyor ve küçük cezalar alıyorlar. Solcular ise asılıyordu malumunuz. Anayasayı falan filan suçundan... Fakat Fetullah Gülen Nurcu olduğu iddiasını kabul etmiyor ve kısa süre tutukluluğun ardından serbest kalıyor... Askeri müdahale Fethullah'ı teğet geçmiş anlayacağınız.

Ancak, teğet geçen muhtıra azıcık dokundurduğundan olsa gerek, Gülen hemen bağlılık yemini etmiş. Nasıl mı? 12 Mart sonrasında idam edilen Denizler için fetva vererek:

"Deniz Gezmişler, ömürleri boyunca dine, Allah’a, mukaddesata küfrediyor, devlete baş kaldırınca öldürülüyor. Sonra da dini merasimle gömülüyor. Bu ne perhiz, ne lahana turşusu?"

Yavaş gel diyeceğiz ama bundan sonra durmak yok yola devam dönemi. Zira 1971 sonrası Gülen'in göz kamaştıran yükselişi başlıyor.

Komünizmle Mücadele Dernekleri'ne çok emeği geçmiştir İmam Efendi'nin... Canhıraş biçimde çalışıyor.

Yıllar yılları kovalıyor geliyoruz 1980'e. 1980 yılının Haziran’ında Gülen, kariyer borçlu olduğu askerlere minberden sesleniyor:

“İstihbarat duysun, emniyet duysun, askeriye duysun, başbakan duysun, riyaset-i cumhuriyet duysun. Polise, askere kurşun sıkan bu hainlere mahkemelerde gereken ceza verilmezse ne devlet kalır, ne millet... Bu nasıl iştir! Türkiye’de devlet ve hükümet yok mu? Ne oldu askere? Polisler nerede? Marx’ın bayrağı altında mitingler yapıyorlar ve bunlara müdahale eden çıkmıyor! Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardır.”

Seccadesi haki midir türbe yeşili midir kimse bilmiyor. Zira ikisi birbirine karışıyor. Bilinen bir şey var. Devletin memuru bu imam maaşını fazlasıyla hakediyor.

Madem imam fetva vermiş Kenan Paşa durur mu? Yapıveriyor darbeyi. Darbeden sonra da Gülen tam gaz devam ediyor “Tankının paleti olayım paşam çiğne beni” vaazlarına. Üstelik bu dönemde göstermelik biçimde aranıyor ama elinden bir kere Milli Güvenlik Konseyi tutmuş İmam Efendi’nin.

Muhtemelen kağıt mendil ihtiyacının bir hayli arttığı bir tek kişilik performans esnasında –Sızıntı’nın haberine göre- Hocafendi şöyle buyuruyor:

“Her milletin tarihinde asker bir tepe varlıktır (...) bir de anadan doğma asker-millet vardır. o, asker doğar, askerlik türkülerinden ninniler dinler ve asker olarak ölür. Âşıktır askerliğe, serhad boylarına, akına ve kavgaya (...) onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mazinin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celadetini gördük... Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisar içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı. Tuğa selam, sancağa selam ve ölçülerimiz içinde onu tutan yüce başa binlerce selam... Düşmanı kıskıvrak yakalama bir zaferdir. İçtimai bünyenin, harici bir kısım eraciften temizlenme, arındırılma ve aslına irca zaferi (...) ümidimizin tükendiği yerde, hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe, istihalerin son kertesine varabilmesi dileğimizi arz ediyoruz.”

Yorulmak bilmiyor Fethullah. Gerektiğinde kerelerce selam duruyor:

“Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”

12 Eylül ile birlikte din dersleri yani öğretmen masası üzerinde namaz kılmak zorunlu hale gelince de Fethullah Gülen meşhur fetvasını veriyor:

“Kenan Evren cennetliktir. Koruyucu ve kurtarıcı melektir.”

Paşa’nın Azrail kılığına girmişliği herkes tarafından malumdur da cennetliğini Gülen’den öğreniyor ahali. Kendisinin arazisi var sanırız orada da…

Herhalde eşek cennetini de kastetmemiştir Gülen Hoca.

Az önceki fetvadan da öğrenmiştik ya asker-milletiz. Askerlik bitmez o nedenle.

1989 yılında başörtüsü eylemleri olurken Gülen cemaatine müsade etmez katılım göstermeleri konusunda. Aydınlanma merakından mı? Yok yok. Sol düşmanlığından, dizgineleyemediği anti-komünizminden. O dönem Perinçek falan desteklemektedir bu eylemleri Gülen bu işin arkasında komünistler var der çıkar işin içinden.

1995 yılında Kürt Savaşı’nın en yoğun yaşandığı dönemde Gülen, Mehmetçik Vakfı’ndan ödül alan (Teşekkür Beratı) tek tarikat lideri ya da imam olarak Türkiye tarihinin haki sayfalarında yerini pekiştirecektir.

Ardından 28 Şubat müdahalesi geliyor ki Fethullah Gülen sahneye çıkmaz mı? Diyor ki Paşa-imam:

“Erbakan hükümeti bırakmalı, ülkeyi daha fazla germemeli.”

Falan falan falan...

Şimdi toparlayıcı bir paragraf yazmak gerekir mi “utanmadan askerle, darbeyle hesaplaşacağız diyorlar” minvalinde? Yok yok gerek yok.

Daha fazla yazsak mı bunların Kenan Paşa’nın bastonuna olan aşkını? Devam etsek mi yoksa yeter mi bu kadar?

“Yetmez ama evet”, bitirsek iyi olur.

NOT: Yazıda özellikle Mustafa Peköz'ün çalışmalarında sunmuş olduğu bilgilerden faydalanılmıştır.

Galip Munzam