Bir zamanlar çok 'soğukkanlıydılar'

Bugünlerde ABD'nin Irak'tan çekilmesine "sevindiğini" söyleyen köşe yazarları, bir zamanlar çok "soğukkanlı" değerlendirmeler yapıyor, işgali destekliyor ve Türkiye'nin ABD'yle işbirliği yapmasını savunuyorlardı.

Fikret Bila dünkü köşesinde ABD’nin Irak’tan çekilmesi vesilesiyle yazdığı yazıda, işgalin Iraklılar için doğurduğu korkunç sonuçları anlattı. Bila "Amerika başka bir halkı kurtarmaz inşallah" başlıklı yazısında ABD’nin “özgürlük ve demokrasi götüreceğiz” yalanlarıyla Irak’ı işgal ettiğini, işgal boyunca yaşananların ve bugün Irak’ın içinde bulunduğu durumun “içler acısı” olduğunu söylüyor:

“Şimdi bakalım Irak halkı nasıl kurtuldu, özgürlüğüne nasıl kavuştu? Ölen Iraklı sayısı 1 milyon civarında. 7 yıldır her kentinde her gün birkaç patlama yaşanıyor, siviller ölmeye devam ediyor. Saddam’ın fakir halkı şu anda daha da fakir. ABD’nin savaş boyunca harcadığı para 1 trilyon dolar. 'Özgür Irak' şimdilik üç parça. Sünniler Şiilere, Şiiler Sünnilere, Araplar Kürtlere, Kürtler Araplara, Türkmenler Kürtlere, Kürtler Türkmenlere düşman...
Irak’ın ve Irak halkının hali içler acısı. Ama, ABD memnun... Neden memnun olmasın ki. Irak’a girerken, güttüğü iki hedefe de ulaştı:
1- Irak, İsrail için tehdit olmaktan çıktı,
2- Irak petrolleri, ABD ve İngiltere’nin kontrolü altına alındı.
Irak’a demokrasi gelmiş gelmemiş, Irak halkı özgürlüğüne kavuşmuş kavuşmamış, 1 milyon Iraklı ölmüş ölmemiş, kimin umurunda! ABD kendi hedeflerine ulaştı.”

Bugün Irak halkının durumuna böylesine üzülen, Iraklıların “içler acısı” halini köşesine taşıyan Fikret Bila, Irak işgali başlamadan henüz 3 ay öncesinde, “soğukkanlı” analizler yapıyordu. Bila, 24 Aralık 2002 tarihli Milliyet Gazetesi’ndeki köşesinde “ABD’nin Irak’ı işgal edeceği kesin, Türkiye de stratejik ortaklığın gereği olarak ve ulusal çıkarlarını düşünerek ABD ile askeri ağırlıklı planlama faaliyetlerini yürütüyor” diyordu:

“…siyasi ve askeri yetkililer, Türkiye’nin uluslararası hukuka dayalı olarak yapılacak bir operasyonda aktif rol alması gerektiğini düşünüyorlar. Bu rolün derecesinin ise askeri değerlendirmelerle saptanacağı belirtiliyor. Bu saptamada izlenecek yöntemin ise ABD askeri yetkilileriyle yapılacak teknik müzakereler olacağına işaret ediliyor.
Ankara’nın, Irak operasyonunda aktif bir duruş sergileme eğilimi, sadece stratejik ortaklık bağlamında ABD ile işbirliği ve yardımlaşma düşüncesinden değil, Türkiye’nin Kuzey Irak’la ilgili ulusal çıkarlarını güvence altına almak istemesinden de kaynaklanıyor.
Ankara, operasyon sonrasında bölgede kontrolün yabancı askeri güçlere geçmesi yerine Türk Silahlı Kuvvetleri’nde olmasını, Türkiye’nin ulusal nitelikte siyasi ve güvenlik çıkarları açısından zorunlu görüyor.
Bu nedenle de muhtemel operasyonda pasif konumda değil aktif konumda olmayı tercih ediyor.”

ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde ve işgal sırasında “soğukkanlı” değerlendirmeler yapan tek isim elbette Fikret Bila değildi. Cengiz Çandar, Fatih Altaylı, İsmet Berkan, Ertuğrul Özkök gibi liberaller de çokça “soğukkanlı” değerlendirmelerde bulunmuş, bunun da ötesinde işgali desteklemiş ve Türkiye’nin de “pastadan” payını alması gerektiğine işaret etmişti.

Cengiz Çandar: Canım Bağdat’ta olmak istiyor
Her daim emperyalizmin bölgede yaptığı müdahaleleri destekler tavır alan ve savaşlara ABD cephesinden katılmanın Türkiye’nin kazancına olacağı propagandasını yapan Cengiz Çandar, Bağdat bombalanırken de “canım Bağdat’ta olmak istiyor” diyordu:

“Bugün canım yazı yazmak istemiyor. Bu yazıyı dün kaleme almaktayken içimden geçen duygu buydu. Canım yazı yazmak istemediğine göre canım ne istiyordu? Canım Bağdat’ta olmak istiyordu. Ahh, dün Bağdat’ta olabilseydim… (Canım Bağdat’ta olmak istiyor, Tercüman,10 Nisan 2003)”

Çandar, Irak işgaline karşı çıkmanın “beş paralık değeri” olmadığını da söylüyordu:

“Ancak, kimi ideolojik tercihlerden yola çıkan 'savaşa hayır' söyleminden türeyen 'Amerika'nın Irak'a saldırısı' 'milyonlarca Müslümanın üzerine bombalar yağdırılacak', 'masum Irak halkı katledilecek' türünden demagojinin de beş paralık değeri yok… Türkiye, Irak'ın geleceğinde (ve yönetiminde Sünni karakterinin korunmasında) etkili, belirleyici ve söz sahibi olmak zorundadır.” (Büyük düşünmek, büyük oynamak, Yeni Şafak, 27.12.2002)

Çandar, işgale karşı çıkmanın “beş paralık değeri” olmadığını söylediği günlerde, ABD ile tam boy işbirliği yapılmasının ne denli önemli olduğunu da vurguluyordu:

"Sürekli olarak Türkiye'nin 'jeopolitik önemi'nden söz ediliyor. Peki, Türkiye'nin siyasette, diplomaside, ekonomide, ticarette, güvenlikte sürekli kapısını çaldığı ve 'jeopolitik önem çeki'ni 'nakte çevirttiği' en güçlü ve en yakın müttefiki Amerika gün gelip tam da o 'jeopolitik önem'den ötürü kapısını çaldığı ve 'işbirliği talebi'nde bulunduğu bir sırada Türkiye 'başka kapıya' der ise o 'jeopolitik önemi'nin ne anlamı kalacaktır? 'Jeopolitik önem çeki' bundan böyle nasıl 'nakde' çevrilebilecektir?" (Neo-Erbakancılık’ ile Neo-Özalcılık kavşağında, Yeni Şafak, 26.12.2002)

Ertuğrul Özkök: Türkiye bölgenin dizaynında söz sahibi olmalıdır
Ertuğrul Özkök işgalin başlamasından yaklaşık bir ay önce yazdığı "Topal ördek bir şark diktatörü uğruna" başlıklı yazısında Saddam’ı “topal ördek” olarak niteliyor ve “Topal ördek bir diktatör uğruna, ne Türkiye'nin müttefikleriyle ilişkisini bozmasının ne de bölgede savaş sonrası dönemde Türkiye'nin ağırlığını azaltacak bir siyaseti izlemenin manası kalmıştır” diyordu. Aynı yazıda Türkiye’nin bölgenin yeniden dizaynında mutlaka söz sahibi olması gerektiğini söylüyordu:

“Saddam daha bugünden itibaren fiilen ‘topal ördek’tir. Geçen savaşın artığı ordusu ise ‘topal ödlek’tir. Bu savaşta mucize bir cengâverlik gösterme ihtimali sıfırın altı sıfırdır. Türkiye hesabını bu yakın tarih gerçeği üzerine yapmalıdır. Bu ‘reel politikanın’ ne savaş yandaşlığı ne de demode başka kavramlarla ilişkisi olabilir. Türkiye bu bölgenin gerçek gücüdür. Dolayısıyla bölgenin yeniden dizaynında mutlaka söz sahibi olması gerekir. (Hürriyet, 4 Şubat 2003)”

7 Mart 2003 tarihli köşesinde ise Özkök, işgale karşı gösteriler yapan aydınlara, sanatçılara, yurttaşlara “Amerikalı delikanlıları” örnek gösteriyordu:

“Bu ülkede aydınlar, sanatçılar haftalardır, aylardır savaşa karşı gösteri yapıyor, ama 200 bin Amerikan delikanlısı daha şimdiden Kuveyt'te. 50 bin Amerikalı delikanlı her an gitmeye hazır. Binlerce Amerikalı delikanlı, haftalardır denizde gemilerde bekliyor. Hiçbiri gıkını çıkarmıyor. Hiçbiri “Memleketimden 10 bin kilometre ötede benim işim ne” demiyor... Büyük güç işte böyle bir ruhtan doğuyor. Gerektiğinde gık demeden savaşmasını bilen bir ruhtan. Amerika böyle Amerika oluyor. (Hürriyet, 7 Mart 2003)”

Fatih Altaylı'ya göre savaş karşıtlığı en kolayı imiş
Fatih Altaylı 21 Şubat 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde yer alan "En kolayı savaş karşıtlığı" başlıklı yazısında, doğrudan savaş karşıtlığı yapacak kadar “avanak” olmadığını söylüyordu. ‘Savaş yandaşlığı’ veya ‘savaş karşıtlığı’ ayrımının durumu basite indirgemek olduğunu öne sürüyordu:

“Biz ise istesek de, istemesek de zaten olayın tarafıyız. Kuzey Irak diye bir derdimiz var ve oradaki gelişmeler bizi ilgilendiriyor. IMF diye bir derdimiz var, ABD'nin buradaki hâkimiyeti bizi ilgilendiriyor. 100 milyar doların üzerinde dış borcumuz var, bu borcun çevrilmesi bizi ilgilendiriyor. ‘ABD'ye üs açarak’ savaşa dahil olsak da, Amerika'ya 'Başının çaresine bak' diyerek uzağında kalmaya çalışsak da, bu gelişmelerden ötürü Türkiye büyük kayıplara uğrayacak. Bizi bu da ilgilendiriyor. Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu açmazı ‘savaş yandaşlığı’ veya ‘savaş karşıtlığı’ diye basite indirgemek bu yüzden doğru değil. Yoksa en kolayı ‘savaşa karşı’ olmak. (Hürriyet, 21 Şubat 2003)”

İsmet Berkan: Savaşa karşı çıkmak olur iş değil
Irak işgalini destekleyen isimlerden biri de İsmet Berkan’dı. Berkan 10 Şubat 2003 tarihli Radikal Gazetesi’nde savaşı şu sözlerle destekliyordu:

“Bugün bu savaşa karşı çıkmak, doğrudan ya da dolaylı olarak Saddam Hüseyin'i de desteklemek anlamına geliyor. Eli kanlı, kendi ülkesi hakkına bugüne kadar en ufak bir faydası dokunmamış, tam tersini onları hızla fakirleştirmiş, komşularıyla ilişkileri her zaman sorunlu olmuş, bir komşusuna savaş açmış, bir başkasını işgal etmiş bir diktatörü desteklemek pek olacak şey değil… Şimdi de, 12 yıldan sonra Saddam'a biraz daha zaman verilecek olursa Saddam'ın silahsızlanmayı kabul edeceğini gerçekten düşünüyor musunuz? Ya da kimyasal-biyolojik silahları nasıl yok ettiğini bunca zamandır izah etmeyen Saddam'ın verilecek ekstra birkaç hafta ya da ayda ansızın bunları ifşa edeceğini mi düşünüyorsunuz? Ben şahsen düşünmüyorum.”

Berkan'ın 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçirilememesi üzerine yaptığı değerlendirme ise şöyleydi:

“Pek çok kişi umudunu tezkereye bağlamıştı. Tezkere geçtikten sonra piyasaların rahatlayacağı, insanların geleceği görebilir hale geleceği ve böylece harcamaya başlayacağı varsayılıyordu. Ama tezkerenin reddi umutları da erteletti. (Radikal, 10 Mart 2003)”

(soL-Haber Merkezi)