YÖK'e ve sermayeye karşı birleştiler

YÖK'ün kuruluşunun 28. yılı nedeniyle bugün, binlerce öğrenci, akademisyen ve aydın, üniversiteleri sermaye ve gericilik adına kuşatan AKP ve YÖK'e karşı birlikte sokağa çıkıyor.

Yüksek Öğretim Kurulu'nun (YÖK) 28. kuruluş yıldönümü nedeniyle bugün, binlerce öğrenci, üniversiteleri sermaye ve gericilik adına teslim almaya çalışan AKP ve YÖK'e karşı eylem yapacak.

TKP'li Öğrenciler, Gençlik Muhalefeti, Öğrenci Kolektifleri ve Emek Gençliği'nin birlikte örgütlediği, İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehir başta olmak üzere birçok kentte gerçekleştirilecek eylemlere, akademisyenler ve aydınlar da destek veriyor.

Üniversitelerin “dönüştürülmesi” yönünde YÖK, AKP elinde daha önce olduğundan çok daha etkili bir araç haline gelmişken, bugün gerçekleştirilecek eylemlerin de daha geniş katılımlı olması bekleniyor.

YÖK: Üniversitelere doğrultulan “silah”
Üniversitelerin sermaye düzeni tarafından kontrol altına alınmasına dönük olarak, solcu kimliğiyle öne çıkan kadroların “ayıklanması”nı da içeren operasyonların YÖK öncesinde de yaşandığı biliniyor.

Ancak, 12 Eylül darbesinin ürünü olan YÖK, bu müdahalelerin çok daha sistematik biçimde ve bütünsel olarak yapılması amacıyla kuruldu. İlerici, aydınlanmacı, yurtsever ve bağımsızlıkçı bilim insanlarının üniversitelerden uzaklaştırılmaları ya da etkisizleştirilmeleri ile faşist ve gerici kadrolaşma hızlandırılırken, öğrenciler üzerindeki baskı ve denetim de bu süreçte artırıldı.

YÖK, kurulduğu günden bu yana üniversitenin sermayeye açılması ve eğitimin paralı hale getirilmesine yönelik uygulamalar yürüttü. Üniversitelerin “kamucu” niteliğinin aşındırılmasının önemli bir adımı olan “öğrenci harçları” YÖK'ün ilk icraatlarından biri olurken, ilk özel üniversite olan Bilkent Üniversitesi'nin ilk YÖK Başkanı İhsan Doğramacı tarafından kurulması da dikkate değer. Bu okulun kurulmasında, ODTÜ gibi ülkenin en önemli birikime sahip üniversitelerinden birinin kaynaklarının “yağmalandığını” da unutmamak gerekiyor.

AKP çok daha “tehlikeli” bir dönüşümü temsil ediyor
Yusuf Ziya Özcan'ın başkanlığı ile başlayan süreç ve ardından gerçekleştirilen atamalar sonucunda AKP, YÖK üzerinde önceki iktidarlara göre çok daha “kapsamlı” bir kontrole sahip oldu.

YÖK'ün “sağlama alınması”nın ardından AKP hükümeti, kadro atamalarında mutlak bir merkezileşmeye gidilmesini sağladı. Bu açıdan YÖK'ün, kuruluşundan bu yana en baskıcı karaktere sahip olduğu evrelerinden birinde bulunduğu görülüyor.

Bilim insanları keyfi, hukuksuz ve akademik üsluptan uzak engellemelerle karşılaşırken, ilerici akademisyenlere keyfi soruşturmalar açıldığı biliniyor. Böylelikle, gerici ve piyasacı dalgaya uyum göstermeyeceği bilinen kadrolar tasfiye edilirken, kalanların sindirilerek AKP'ye “yakınlaştırıldığı” gözleniyor.

Özellikle Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığını izleyen süreçte, AKP'ye yakınlığı ile tanınan kadroların rektör olarak atanmalarının ardından AKP'nin, kadrolaşma anlamında önemli mevziler kazanmanın yanında, bilimsel üretiminin nitelik ve içeriğine de müdahale etme şansı yakaladığına işaret ediliyor. Örneğin “Evrim” konulu bir bilimsel toplantı için salonlarını açmayan üniversitelerde, “kutlu doğum haftası” etkinliklerinin rektörlük onayıyla düzenlerek duyurulabildiği aktarılıyor.

AKP iktidarına “yaslanan” rektörlerin “özel isteklerinin” bilimsel toplantıları açacak isimleri belirlemeye kadar uzandığı belirtiliyor.

Katsayı oyunlarıyla üniversitelerin tüm bölümlerinin imam hatip lisesi mezunlarına açılması ve dinci gerici faaliyetleriyle bilinen “İlim Yayma Vakfı”na üniversite kurma izni verilmesi de AKP'nin tartışma yaratan diğer uygulamaları.

Yaratılan gerici atmosferde ilerici ve solcu öğrencilerin polis ve özel güvenlik tarafından sindirilmeye çalışıldığı, dinci gerici ve faşist grupların saldırılarının ise üniversite yönetimi tarafından görmezden gelinerek bu uygulamaların “sıradanlaştığı” da görülüyor.

AKP hükümetinin üniversite harçlarını oldukça yüksek oranlarda artırması sonucunda, binlerce öğrencinin “üniversitede okumak” adına tarikat ve cemaat burslarına ve yurtlarına yönelmek durumunda bırakıldığına işaret ediliyor.

Öte yandan, AKP'nin üniversiteyi “şekillendirme” girişimlerinin gericileşme başlığı ile sınırlı olmadığı, öğrenciler ve akademisyenlerin özellikle işaret ettikleri bir nokta. Zira, AKP'nin aynı zamanda üniversitelerin “sermaye” ile entegrasyonunda özel bir rolü bulunduğu belirtiliyor.

Bilimsel araştırmalara ayrılan kaynakların kısılması sonucu üniversitelerin sermaye grupları ile “işbirliğine” yönlendirilmesinin, özellikle AKP iktidarı ile hızlandığı görülüyor. Avrupa Birliği ile uyum adı altında uygulamaya sokulmaya çalışılan “Bologna Süreci”, eğitimin piyasaya teslimi anlamına geliyor.
Zira, Bologna Süreci çerçevesinde, kamu okullarına “danışma kurulu” adı altında “mütevelli heyetleri” sokulması, böylece sermaye gruplarının temsilcilerinin üniversitelerin karar alma mekanizmalarında söz sahibi olması amaçlanmakta. Öte yandan, ders içeriklerinin “piyasanın talepleri doğrultusunda” belirlenmesi gerekliliğini de içeren Bologna süreci, piyasada karşılığı bulunmayan derslerin kaldırılmasını öngörüyor.

Topyekün bir mücadeleye doğru
Saldırının boyutları göz önüne alındığında, bugün yapılacak eylemler, uzun soluklu bir sürecin parçası olarak değerlendiriliyor. Üniversitelerin AKP ve YÖK'ten “kurtarılması” yönündeki mücadelenin öğrenciler, akademik kadro ve akademi dışı personel tarafından “birlikte” verilmesi gerekiyor, piyasacılık ve gericilik başlıklarının bir arada ele alınması gerekiyor.

(soL-Haber Merkezi)