Efkan Şeşen: 'Müzik karanlığa karşı aydınlık için olmalı'

Sanatçı Efkan Şeşen'le 25 yıllık müzik üretimini, yaşadığı zorlukları, karşılaşılan engelleri, sanatçıların örgütlenip bir araya gelmesinin gerekliliğini konuştuk. Şeşen, "Karanlığa karşı aydınlık için şarkı yazan bir müzisyen olarak daha fazla aydınlık istiyorum" dedi.

25 yıldır şarkılarını dinleyicileriyle buluşturan Efkan Şeşen'le 25 yıllık üretimini, sanatsal üretimin piyasa koşulları içerisine terk edilmesini, popüler kültür müziğinin gösterdiği artışı ve ülkede muhalif kimliğini koruyan sanatçıların gördükleri baskıları, yaşadığı zorlukları konuştuk.

"Albümlerim benim suretlerim gibidir" diyen Şeşen, yoz müziğin yaygınlaşmasının ve sanatçıların serbest piyasaya bırakılmasının asıl nedeninin üreten sanatçıların örgütsüzlüğüyle ilgili olduğunu anlattı. Sanatçılara uygulanan baskıları, "Halktan yana üretmek, tavır almak cezalandırılmak isteniyor" diyerek ifade eden Şeşen, albümlerini yayınlatamaması, konserlerde yer alamaması nedeniyle bir hayli zor süreçlere tanık olduğunu ifade etti. Şeşen, "Karanlığa aydınlık için şarkı yazan bir müzisyen olarak aydınlığı daha fazla hissetmek isterim" dedi.

Sanatçı Efkan Şeşen'le gerçekleştirdiğimiz röportaj:

25 yıllık müzik hayatınıza çokça eser sığdırdınız. Grup Yorum’la başladığınız müzik üretimine solo olarak devam ettiniz, Karadeniz türkülerini seslendirdiniz, dünya halk türkülerini ıslığınızla renklendirdiniz. 25 yıllık üretiminizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben yüzü halka dönük, ondan beslenen ve üreterek ona veren bir müzisyenim. Üretimlerimde samimiyim. Ve bunun harcında siyasi geçmişim, deneyimlerim, Grup Yorum süreci ve sonrası... Ayrıca bir çok kesimin geleneksel müziği ile etkileşmem, kısaca bunların her birinin etkisi vardır. Hatta Karadeniz çocuğu olmamın da. Tüm bunlar sorumluluk bilincine ve duygulara çok şey katar elbette. Ama bir o kadar da, eserlerin üretimine de form zenginliği yaratır. "Ahüzarım"dan"Mor Dağlar"a, "Cilveloy"dan "Belki Sen Ağlarsın"a değişik tınılara uzanmışımdır.

Evet şu bir gerçektir ki, albümlerim benim suretlerim gibidir. Yani öncelikle ben bir eser üreticisiyim ve onları albümleştiriyorum elimden geldiği kadar. Bunda ailemin katkısı da büyüktür. Şanslıyım müzisyen bir ailem olduğu için.

Muhalif kimliğini koruyarak üretim yapan sanatçıların popüler kültür müziğine, yozlaşmaya karşı tutumu ne olmalıdır?

Muhalif kimliği korumak. Gerçekten sanatsal üretim içinde bulunan insanın doğasında bu özellik zaten vardır. Çünkü var olanı anlarken eleştirel yaklaşırsınız ve yüreğinizdeki adalete yaslanarak doğru bildiğiniz önermeleri sanat üretiminize yansıtırsınız. Yeni bir şey söylersiniz yaratınızla. Resim, müzik, edebiyat ve bu müthiş güzellik, yani insan adına yola çıkıp özel bir yetenekle estetize olan bu anlatım biçimi sanattır.

Bunu üreten sanatçının toplum önünde sanatıyla yaptığı vurguyu gerektiğinde siyaseten de yapması kadar doğal bir şey olamaz ki bu bir aydın sorumluluğudur. Özellikle halktan yana üreten sanatçıların bir bütün olarak aldığı bu tavrın, iktidarca "terör örgütlerinin aleti" demagojisi ile kitle psikolojisine yansıtılması ne yazık ki yaygın bir durumdur ve son dönemler bunun örneklerini daha fazla görmekteyiz.

Tabi kitlelerle daha bir yaygın etkileşen müzikte bu durumun yaşanması, ciddi bir yozlaşma şeklinde kendini gösteriyor. Bunun özellikle yeni bir şey yaratılamadığı için geleneksel ve hatta halka mal olmuş değerlerin bozulması yöntemiyle gerçekleştirilmesi görece olarak birçoklarına “doğru şey yapılıyor” gibi gelse de aslında gerçekte, genel bir sistemin, yani festivaller-müzikle iç içe giren medya-müzik endüstrisi-meslek birlikleri vs. her ortamında yalnız kalan gerçek üreticilerin fırsat, destek, sahipleniş ve teşvik bulamayan koşulları örgütsüzlükle de birleşince dayanılmaz bir hal almıştır.

Zaten genel olarak aldığı tutumla baskılanan muhalif sanatçının, kitlelerin bilincinde sanatı ile yer bulmamasına yol açan bu dağınıklık bir sorundur. Tabi, bu tablo karşısında özellikle temele ilişkin şu veya bu zeminde bir arada olamamak yani örgütsüzlük asıl sorundur diyebiliriz.

Sanatçıların piyasa koşulları içerisine terk edilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu sorunuza az önceki ile bağlantılı cevap vermek gerekirse herkes kendi tercihlerini yaşadığı kadar, klasik tabirle "kendi bacağından asılmaktadır". Kendi müziğini aranje edip yorumlayan ve de kendi yapımcılığını üstlenen yüzü halka dönük bir müzisyenin, popüler kültürün egemenliği karşısındaki yaşadığı zorlukları kalem kalem ifade etsek, bu söyleşi yetmez derim.

Ben gelinen nokta itibariyle bir çok şeyi anlayabiliyorum ama yaşanan süreçlerden ve kültür sanat adına kaybettiklerimizden, içine düşülen kısırlıktan, ciddi bir rahatsızlık duyulmamasını var olan duruma göre bir şeylerle yetinilmeye çalışılmasını hazmedemiyorum. Çünkü bu biraz vicdan ve duygu sorunu aynı zamanda. Başka ne diyeyim. Yeri gelmişken belirteyim. Üç ay önce “Soluk Soluğa 25 Yıl” adlı 13. albümümü çıkardım.

Bazı gazete, televizyon ve de radyolarda söyleşiler oldu ancak onca çabaya rağmen Nazım Hikmet Kültür Merkezi dışında şarkılarımı konserlerle insanlara ulaştırma şansını henüz tam olarak bulabilmiş değilim. Güzel bir durum değil tabi. Elbette bir çok nedeni olabilir bunun. Ama hiçbir neden, seçici olduğunu söyleyenlerin şu kayıtsız tutumunu, kendisi için üreten ve de birçok olumsuzluğa direnerek müziğini sunmaya çalışan bir müzisyenin üretim ve etkinliğini yokmuş gibi sayan tavrını izah edemez. Benimle olan ilişkisini, yalnızca eserlerimi "mp3" olarak özensizce tüketmek olanlara başka ne söyleyebilirim?

Aslında, ticaret bir müzisyenin işi değil. Ama az önce söylediğim gibi, genel olarak bir albümün onca emek ve de masraf sonrasında alınmayışını biraz da bu cepheden değerlendirmek gerek. Şunu söylemek istiyorum. Mesela albümümün alınması eğer ben çırpınarak çıkarıyorsam çok büyük katkıdır. Birilerine tavizler vererek albüm çıkarmak, hatta yapıp “ne olur basar mısınız” demek durumundasınız zaten. Ya da benim gibi kendi küçük imkanlarını sonuna kadar zorlayarak fırtınalara rağmen yol almak durumundasınız.

Bu arada müzisyen her ne kadar çarpık bir piyasanın içinde olsa da koşulların bugüne getirdiği telif denilen evrensel bir olguyla da yürümek durumundadır. Ayrıca bu, kendi hakkını aramak ve gelişmenin bir yönü olarak kendisi gibilerle olgunlaştırmak hatta halkla paylaşmak için de gereklidir. Ama genel olarak bu konuda kafaların yeterince açık olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla istenen yol alınmış da değildir.

Sanatçılar ülkede yaşanan gelişmelerden sorumlu mudur? Duyarlılığını nasıl koruyabilir?

Bir gerçeğin değişik yönleri gibi bu başlıklar. Olumlu ve olumsuz birçok durum sanatçıyı etkilemekte ve onun tavrına da yansımakta. Ama yalnızlaştıkça körelen ve duyarsızlaşmaya, üretmekte şevkini kaybetmeye başlayan sanatçının sözünü ettiğim sahiplenmeyi bulamayışı kendi dışında önde duran bir olumsuzluk ise ısrarla kendisi için bir araya gelmeyişi de ciddi bir handikaptır. Tabi ki “piyasa” koşulları karşısında kendini düşünmek, paylaşımda yaşanan zorluk anlaşılabilir bir gerçekliktir ama hayat dayattığında sadece kamera ve mikrofonlar karşısında imzalarla bir araya gelmenin, çözüm olmadığının da hepimiz farkındayız. Bu vicdanımızın gerektirdiği bir tutumdur. Ama kendisi için paylaşımla başlayacak ve büyüyecek başka bir etkileşim gerekmekte. Bu eksiklik bir türlü kapanmıyor.

Sanata ve sanatçılara yönelik baskılarda yaşanan artışa çokça örnek bulunuyor. Ancak Grup Yorum üyesi Selma Altın gözaltında uygulanan işkence sonucu kulağı sağır edilmeye, kemanist Dilan Balcı’nın parmakları kırılmaya çalışıldı. Açılan davalar da biliniyor. Siz de eski üyesi olduğunuz Grup Yorum’a uygulanan baskıları nasıl ele alıyorsunuz?

Grup Yorum, halktan yana sanat üretmenin ve de hayat içinde aldığı pratik tavırlarla bunun arkasında durmanın, baskılar karşısında verdiği mücadeleyle tüm belleklerde özel bir yer tutmuş önemli, saygın bir gruptur. Ve yaşadıkları neredeyse ülkemizdeki "demokrasi” barometrelerinden biri olmuştur. Son dönemlerinde yüzbinlerle buluşan bu grubun üzerindeki baskı artmıştır. Ve elbette genel bir gerçeğin yansımasıdır. Sanatıyla halktan yana üretmek ve tavır almanın dünya örneklerinde olduğu gibi cezalandırılması isteğidir bu. Tabi tarihin de ispatladığı beyhude bir çaba. Grup Yorum’un üzerindeki baskı karşısında aldığı tavır için tutum sahibi olmanın, aydın ve sanatçılar açısından da bir onur sorunu olduğunu düşünüyorum.

AKP iktidarının sanata ve sanatçıya yönelik müdahalelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Artan baskılara karşı sanatçılar nasıl bir tutum sergilemelidir? Sanatın ve üretkenliğin yok edilmek istenmesine karşı çözüm olarak bir tarifiniz var mıdır?

Genel olarak düşünen, sorgulayan, insan ve toplumdan yana tavır sergileyen herkes için söylenebilecek tek şey, dayanışma bilincidir. "... bir gün geldi, en son beni de alıp götürdüler" ile biten tarihsel örnek daha bir yakıcı artık.

Son olarak yıllardır seslendirdiğiniz sevilen şarkılarınızı sanatçılar 25 Yıl Soluk Soluğa albümü için söyledi ve kıymetli bir çalışma olarak da benimsendi. Tüm zorluklara rağmen yakın zamanda yeni bir albüm hazırlığınız, konserleriniz olacak mıdır?

Bu kadar anlattığım sancılardan sonra ne olduğu biraz ortada değil mi? Kendi dünyamda üretimlerim durmaz. Tabi ki hayat devam ediyor. Ama bunun yansısını alamadığım bir ortamda tekrar aynı şeyleri yaşamak istemem. Sanat ile uğraşan bir insana duyulan saygı, onun üretimlerini alarak, konserlerine giderek olur. Sosyal medyadan "saygı duyuyorum" sözcükleri yazarak olmuyor. Albümünüz satmayınca konseriniz de düzenlenmiyor. Popüler medyada da öneminiz zaten yok. Bu kısaca yalnız kalan ve sahiplenilmeyen üreticinin “serbest piyasa”ya terk edilmesi demektir. Benim üzüldüğüm nokta, buna rağmen, ayrı bir söylem ve tavır gelişmeyişidir.

Her şeye karşın yeni projeleriniz, yeni hedefleriniz var mı peki? Bahsedebilir misiniz?

Onlarca var ama bu noktada takdir edersiniz ki bunları saydırmanın pek kıymeti harbiyesi olmayacaktır.

Son olarak eklemek istedikleriniz…

Bu karanlık yolun içinde, karanlığa aydınlık için şarkı yazan bir müzisyen olarak aydınlığı daha fazla hissetmek isterim. Teşekkürler.

Selin Asker - soL