Edebiyat Günleri sürüyor: Solu piyasaya yamayan dergiler ve eleştirinin sefaleti

NHKM tarafından düzenlenen “Çürüme Edebiyatının Anatomisi” başlıklı Edebiyat Günleri etkinliklerinin ikinci gününde “Vasatın ‘Entel’ Gıdası: Dergiler” ve “Eleştirinin Çöküşü” konuları ele alındı.

soL-İzmir

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nce düzenlenen, “Çürüme Edebiyatının Anatomisi” genel başlığı altındaki etkinlikler dizisinin İzmir’de 4 gün sürecek ve 9 oturumda gerçekleşecek olan bölümü sürüyor.

İlk oturumları önceki gün gerçekleşen Edebiyat Günleri etkinliklerinin ikinci gününde, “Vasatın ‘Entel’ Gıdası: Dergiler” ve “Eleştirinin Çöküşü” konuları tartışıldı.

VASATIN “ENTEL” GIDASI: YENİ DERGİLER

Günün ilk oturumunda “popüler” dergiler, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi Edebiyat Okuma Grubu’ndan M. Vahit Yılmaz, Deniz Sözüak, Bahadır Dülger ve Eren Ezgi Gevher tarafından masaya yatırıldı.

M. Vahit Yılmaz’ın sunuşuyla ve “yeni” dergileri ele almanın niçin önemli olduğu sorusuyla başlayan söyleşi, günümüzün dergicilik diline ulaşan tarihsel sürecin ele alınmasıyla devam etti.

Konuşmacılardan Deniz Sözüak, 1980 darbesinden sonra solun hem fiziksel, hem psikolojik olarak edebiyat alanından ötelenmesiyle ortaya çıkan boşluğun, 1990’lı yıllarda önce Yeni Yüzyıl, Yeni Binyıl gazeteleri, ardından Radikal ve özellikle Radikal 2’deki yazılarla sol liberalizm tarafından nasıl doldurulmaya çalışıldığını anlattı.

Bu süreçte kentlerin uğradığı değişimler ve bu değişimlerin kent demografisi üzerindeki etkilerini açarak sunumunu sürdüren Sözüak, giderek dönüşüme uğrayan dilin izleğini takip ederek 2000’li yıllarda bir ucunda Cem Yılmaz, diğer ucunda Ekşi Sözlük ile örneklendirilebilecek değişimi ve bunun nesnel gerekçelerini ortaya koydu. 2000’li yılların ikinci yarısında AKP dönemiyle birlikte bu yeni dilin de değişime uğrayarak, bu kez bir ucunda İnci Sözlük, diğer tarafta Recep İvedik temsiliyle ortaya çıkan, lümpen, sert ve öfkeli bir varyasyona dönüştüğünü açıkladı.

Deniz Sözüak’ın Haziran Direnişi’ne kadar özetlediği tarihsel sürece ilişkin sunumu, 2013’teki direnişi ve bu direnişe rengini çalan “dili” konu aldı.

HAZİRAN DİRENİŞİNDEKİ ENERJİYİ ABSORBE EDEN DERGİLER!

Diğer konuşmacı Bahadır Dülger, Haziran Direnişi süreci veya Haziran demografisine ilişkin analiz yapmanın bu söyleşinin kapsamını çok aşacağını, bunun yerine söyleşinin konusu olan “Vasatın ‘Entel’ Gıdası: Yeni Dergiler” bağlamından Gezi’ye bakmanın daha doğru olacağını belirterek başladığı konuşmasında, şunları söyledi:

“Hepimizin bildiği, yaşadığı gibi, Gezi, yaşam tarzını tehdit altında hisseden kitlenin reaksiyonu olarak ortaya çıktı. Gezi’de elbette örgütlü, siyasi hedef ve planlarla hareket eden, ayaklarını bastığı ideolojik birikimi olan bir kısım da vardı. Ancak alana rengini çalan toplam örgütsüz, ideolojik bağlamlardan kopuk bir kitleydi. Gene de Gezi Direnişi, örgütlü ile örgütsüzü aynı coşku içerisinde bir araya getirebiliyordu. Bu, yeni bir dünyanın şarkılarını söyleyen kitlenin coşkusuydu ve sistem açısından son derece sahici ve yakın bir tehdidi içeriyordu. Buna yanıt üretmesi, bu enerjiyi düzen içinde absorbe etmesi gerekiyordu. Sistem bunun siyasal araçlarını hızla üretti: ‘Tatava yapma, bas geç’ gibi sloganlarla girilen seçim ortamında, daha kısa süre öncesinde dünyayı değiştirmeye hazır olan enerjiyi önce kırıp, sonrasında da birazdan bu dergilerde göreceğimiz vicdan solculuğuna hapsetmenin yolunu bulmuştu. Bu fonksiyonu, kültürel üretim alanında da yerine getirebilecek araçlara ihtiyaç duyulduğu açıktı. Dolayısıyla Gezi’den sonra, belki biraz zorlayarak ikinci bir yas dönemi diyebileceğimiz dönemi yaratmak adına, gereken tüm siyasal ve kültürel adımlar hızla atıldı.”

İDEOLOJİYİ “VİCDAN”LA, SINIFI “ÖTEKİLER” VE “KAYBEDENLER”LE İKAME ETTİLER!

Eren Ezgi Gevher, piyasayla ilişkilerinden başlayarak yeni dergilerin içeriklerini ve karakteristik özelliklerini ortaya koydu.

Piyasa ile son derece içli dışlı bir görünüm sergileyen bu dergilerin neden Che, Nâzım, Fidel, Aziz Nesin, Deniz Gezmiş gibi sol, devrimci değerleri kapaklarına taşıdıkları sorgulayan Gevher, bu yönleriyle mirasyedi olduklarını vurguladı. Bu dergilerde kavram çarpıtmasının sıklıkla görüldüğünü ifade ederek, ideolojiyi “vicdan”la, sınıfı “ötekiler”, “kaybedenler” ve “tutunamayanlar”la, örgütlenmeyi “bir arada yaşama” ve “hepimiz aynı gemideyiz”le ikame ettiklerinin altını çizdi.

Gevher bu dergilerin sol görüntüyü muhafaza etmekle birlikte, bu görüntüyü barış, insan hakları, demokrasi, özgürlük gibi kavramları sınıfın tarihsel çıkarlarından soyutlayarak oluşturduklarını vurguladı. Bu dergiler söz konusu olduğunda sistemle sorunu olan tüm tarafları eşitlediklerini, devrimci Fidel Castro ile dinci Hüda Kaya’yı aynı dergide görebileceğimize dikkat çeken Gevher, “büyük değerlere” yapılan çağrının kendi başına insanlığın önünü açamayacaklarını söyledi.

SOL DEĞERLER İKON OLARAK KULLANILDI

İnsanlık tarihinde görülen büyük sorunların hiçbirinin, tek başına insanların vicdansız olması nedeniyle ortaya çıkmadığı gibi, hiçbir sorunun da insanların vicdanlı olması sayesinde çözümlenmediğini ifade eden Gevher, “sol değeri olan kişileri nostaljik birer ikon olarak kullanmak, örneğin kitap ayracı vermek gibi bir pazarlama stratejisidir. Hitap ettikleri kitle esas itibariyle yüzü sola dönük insanlardan oluştuğu için, başka türlü hareket etmeleri, mevcut durumda kendi bekaları açısından aslında mümkün de değil” dedi.  

ELEŞTİRİNİN ÇÖKÜŞÜ

soL yazarı ve editörü Ahmet Çınar, günün ikinci oturumunda “Eleştirinin Çöküşü” konusunu ele aldı.

Sanat tarihçisi, müzik sosyologu Sarah Thornton’un, piyasacı eleştirinin çöküşünden yakınırken sarf ettiği “Komisyoncuların şef garsonu olduk” sözünü hatırlatan Çınar, sanatı ve edebiyatı piyasaya bağlayan eleştirmenliğin, bu çürümede ve çöküşte önemli payı olduğunu söyledi.

Bilimsel ve nesnel eleştirinin yokluğunda piyasa tarafından adeta dayatılan kitapların, dergilerin hayatla gerçek bir bağ kurmayı değil, tam tersine hayattan, gerçekten, nesnellikten, yaşananlardan uzaklaşmayı, savrulmayı, düşüncesizleşmeyi ve hiçleşmeyi dayattığını ifade eden Çınar şunları söyledi:

“Yeni bir yaşamı kurmak için edebiyat vazgeçilmez bir kaynak. O yüzden edebiyat, şu anda tarihinin en devrimci potansiyelini içinde barındırmak zorunda. İnsanlık, tüm tarihlerin en gerici hattına düşmüşsek, yaşamın tüm yönlerinde ve kesitlerinde postmodern, piyasacı gericiliği yaşıyorsak, ebiyatsızlığın bunda büyük bir payı var. Hain ve hunhar saldırılarla edebiyatın kuraklaştığı, çoraklaştığı zamanları yaşadık, yaşıyoruz. En pespaye tipler edebiyatçı adıyla parlatıldı, cilalandı, pazarlandı. 12 Eylül darbesi, en önemli başarılarından birini edebiyat alanında elde etti. Piyanist Dengin Ceyhan’a kelepçe vuran zihniyet ile bundan 23 yıl önce bilimsel ve nesnel eleştirinin önemli isimlerinden Asım Bezirci’yi diri diri yakan zihniyet aynı zihniyettir, birbirinin devamıdır, birdir ve bütündür. Tüm bunları edebiyat adı altında yaptılar. Sanat ve edebiyat alanını boşalttılar, kirli bir tabula rasa yarattılar ve o alana lağımı, kanalizasyonu, pisliği akıttılar. Bunu tekellerin, holdinglerin, patronların paralarıyla yaptılar. Kültür, sanat, edebiyat alanında hegemonya yaratıp, önce anlamı ve içeriği yok ettiler, sonra üstünde tepindiler. Eleştiri alanı da buna dahildir. Çünkü piyasaların, holdinglerin, patronların sponsorluğundaki sanat ve edebiyat, bilimsel ve nesnel eleştiriyi bir ayak bağı olarak görür. Bugün eleştiri, piyasanın dümen suyunda ve yörüngesinde çürümüştür. Eleştiriyi ve eleştirmeni itibarsızlaştıran, yıkıma uğratan neden bu.”

NHKM EDEBİYAT GÜNLERİ’NDE ÜÇÜNCÜ GÜN PROGRAMI

Bugün (25 Şubat Cumartesi) “Çürüme Edebiyatının Anatomisi” etkinlikleri, üç oturumla sürecek... 

Saat: 14.00 – 15.30
EDEBİYATTA LÜMPENLEŞME
Konuşmacı: Nevzat Evrim Önal

Saat: 16.00 – 17.30
YENİ DERGİCİLİK VE YENİ EDEBİYATIN SOYKÜTÜĞÜ
Konuşmacı: Taylan Kara

Saat: 18.00 – 19.30
POLİSİYE VE FANTASTİK: NEDEN ŞİMDİ?
Konuşmacı: Suphi Varım