AVM değil çarşı!

Sermaye, artan ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları doğrultusunda, hayatın diğer alanlarını olduğu gibi mekanları da yeniden şekillendirmeye çalışıyor.

Son yıllarda, mekanın kendisinin de önemli bir sermaye olarak öne çıkması, hayatlarımıza çarşı yerine alışveriş merkezlerini, mahalle yerine siteleri sokmaya devam ediyor.

Utku Çakır - soL
Bugünkü anlamıyla, kullandığımız alışveriş merkezlerinin ilk ortaya çıktığı ülke ABD olmuştur. 1930’lar ve 1940’lar mağaza zincirlerinin kurulmasına tanıklık ederken, 1950’ler ile birlikte, parekande ticaret alanlarının kentteki yer seçiminde önemli bir değişiklik ortaya çıkmıştır. Değişikliğin merkezinde, araç kullanımdaki artış ile birlikte, kentlerin gelişiminin daha çok otomobile bağımlı olarak planlanmaya başlanması, özellikle üst gelir grubuna hitap eden, kent merkezininin dışında yer alan banliyölerin yaygınlaşması durmaktadır. Bu bölgelerdeki konut alanlarına bölgesel ölçekte hizmet eden, alışveriş merkezlerinin öncüllerinden sayabileceğimiz banliyö çarşıları inşa edilmiştir. Banliyö çarşılarında, kent merkezindeki geleneksel parekande ticaret alanlarından farklı olarak, çeşitli hizmet alanlarındaki mağazaların biraradalığı ve büyük otoparklar dikkat çekmektedir.

1960’lar ile birlikte, ticaret alanlarına ilişkin bir hiyerarşi oluşturulmaya başlanmış, bölgesel alışveriş mekanları, alt bölgelerde de kurulmuştur. 1970’lerin sonu ile birlikte “indirim mağaza zincirleri” piyasaya çıkmıştır. 1990’lar ise alışveriş merkezi yapımında ulaşılan doygunluk nedeniyle, mevcut merkezlerin yenilenmesi olarak gelişmiştir. Bu dönemde, çok katlı alışveriş merkezi temasının dışında, literatürde “category killers” olarak ifade edilen, özel bir perakende ticaret kategorisinde çeşitli ürünleri düşük fiyatlar ile sunan mağaza tipi şekillenmiştir. Bunlar, diğer alışveriş merkezlerinden farklı olarak, yapım tekniği olarak kısa zamanda inşa edilmeye uygun, genellikle tek katlı, büyük mağazalar şeklindedir.

Türkiye’de AVM
Türkiye’de ise alışveriş merkezlerinin ortaya çıkışı, ABD ile kıyaslandığında daha geç bir döneme rastlamaktadır.
1960’larda, bir yandan, perakende ticaretin yol ve cadde boyunca dağıldığı, böylece yerleşimin en işlek sokak veya caddesinin önemli bir çarşı görevi üstlendiği, bir yandan da bir kamu işletmesi olarak kurulan GİMA ile birlikte büyük market olgusunun şekillendiği görülmektedir. Tüketim mallarına erişim ve nitelikli ürüne ulaşım konusunda, devlet desteği ile kurulan öğretmenevi kantinleri, ordu pazarları, Tansaş gibi işletmeler de halkın yaşamında önemli bir yer tutmuştur. 1970’ler ile birlikte, çok sayıda dükkanın bir araya gelerek oluşturduğu pasajlar, çarşılarda boy göstermiş, bu pasajlar, satılan ürün veya hizmete göre farklılaşarak, çeşitlilik kazanmış, genellikle kentin farklı alt merkezlerinde toplanmaya başlamıştır. 1980’ler ise birçok başlıkta olduğu gibi, önemli bir dönüşümü tetiklemiştir. İki aktör, üreticilik faaliyetlerini perakendecilik sektörü ile bütünleştirmeye karar veren holdingler ve uluslararası firmaların, perakende ticaret alanına daha fazla müdahil olmuşlar, özel mağaza zincirlerinin ülke genelinde büyümüş ve yaygınlaşmıştır. 1988 yılında da liberal ekonomi politikalarının uygulanması konusunda özel bir yeri bulunan ve dönemin başbakanı olan Turgut Özal tarafından, Türkiye’nin ilk AVM’si olan Galleria İstanbul’da açılmıştır.

Sermaye, artan ve bitmek bilmeyen ihtiyaçları doğrultusunda, hayatın diğer alanlarını olduğu gibi mekanları da yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Son yıllarda, mekanın kendisinin de önemli bir sermaye olarak öne çıkması, sermayenin mekana dönük müdahalesini de arttırmış durumda. Yakın zamanda kaybettiğimiz Oktay Ekinci’nin, son dönem yazdıklarında ve katıldığı sunumlarda sıkça ifade ettiği üzere mahalle yerine site, çarşı- arasta yerine AVM, sokak yerine bloklar var artık hayatımızda. Ülkemizde 1988 yılında açılmış olan ilk AVM’den günümüze, AVM sayısının 250’yi aştığı göz önüne alındığında, dönüşümün çarpıcı bir hıza sahip olduğu da ortada.

AVM’ler neleri değiştirdi?
En başta, mekanların, toplumsal ilişkilerin yeniden üretildiği yerler olduğunu, bu nedenle de, mekan üzerindeki değişim de tüm toplumu ve bileşenlerini etkilediğini söylememiz gerekiyor. AVM’leri tek günah keçisi ilan etmeyelim ama AVM’ler kent yaşamını ve kültürünü olumsuz yönde etkilemiş durumda.

Temel olarak tüketime odaklanan ve ticaret dışında bir faaliyete yer tanımayan AVM’ler, emeğin yeniden üretimi olarak tanımlanan zamanın (tam karşılığı olmasa da gündelik dildeki boş zamanın) nasıl değerlendirilmesi gerektiği üzerinde bir tahakküm kuruyor. Böylece, hem kapitalist sitemin ideolojik olarak toplumda kendisini örgütlemesine olanak sağlıyor hem de sistem, kendi belirlenimi dışındaki bir araya gelme faaliyetlerini kısıtladığı için insanların tektipleşmesine neden oluyor.

Zaman içerisinde peyzaj açısından zengileştirilen, yeme - içme birimleri eklenen, tema parklar, sinema salonları gibi aktiviteleri bünyesine katan alışveriş merkezleri, insanların yaşamsal, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını, tüketimin ve tüketim sürelerinin artırılması hedefi doğrultusunda araçsallaştırıyor. Bu durum, toplumsal kimliğin oluşumunda önemli bir rol üstlenen kamusal mekanların niteliğinin değişmesine, aslında ortadan kalkmasına neden oluyor. Toplumun farklı katmanlarındaki kentlilerin, bir araya gelme, karşılaşma, etkileşime girme mekanları azalıyor.
AVM’ler, arazi fiyatlarından da kaynaklı olarak, genellikle kent merkezlerinde yer seçerken, toplumun gündelik ilişkilerinin kent merkezi dışına çıkmasına da neden oluyor. Ticaret dışındaki kentsel fonksiyonlar ile toplumun etkileşimi zayıflıyor, kent desantralize olurken toplumsal ilişkileri de parçalara ayırıyor.

Araç kullanımı arttı
Özel araç kulanımının artmasına, artık hafta sonlarına da taşan kent trafiğinin oluşmasına yol açıyor. Kentin ulaşım altyapısının kaldıramayacağı, gereksiz yoğunluklar ortaya çıkarken, teknik altyapının karşılanabilmesi için, yerel yönetimler, halkın vergilerinin gereksiz yere harcama yapmak zorunda kalıyor.

İnsanlar, sürekli olarak özel güvenlik birimleri, kameralar tarafından gözetlendikleri, zamanın algılanabilmesini engellemek için gün ışığını geçirmez bir şekilde tasarlanmış, hava sirkülasyonunun sadece iklimlendirme sistemlerince yapıldığı, mevsimsel dönüşümlerin hissedilmediği sağlıksız mekanlara hapsoluyor. Sosyal davranışlar ve faaliyetler, sınırlı bir alanda sınırlı bir kapsamda gerçekleştirilebiliyor ve her etkinlik bireylerin tüketime yönlendirilmesini merkeze alıyor.

Yaşam merkezleri
AVM projeleri, özel olarak çevresi bağlantısı koparılmış yapılar şeklinde tasarlanıyor kent dokusu ile bütünleşmeyen bu yapılar, kent estetiğini ve planlamasını önemli ölçüde bozuyor. Mekanın yerelliği veya farklı bir deyişle özgünlüğü ortadan kalkıyor, devasa reklam panoları, kullanılan benzer renkler, vs. ile birleştirildiğinde, AVM’ler her bir mekanın aynılaşmasını ve sıradanlaşmasını beraberinde getiriyor. Bu da kamusal mekanın oluşumunda önemli bir etken olan farkındalığın ve yer hissinin ortadan kalkmasına neden oluyor.

Başlarda kent merkezlerindeki mağazaların tamamlayıcısı olarak düşünülen bu alanlar, ana hizmet alanları olarak şekillendikçe, güvenlik, sosyal statü gibi kriterlerle öne çıkarılıyor, bir yaşam tarzı, prestij alanı olarak pazarlanıyor. Bu durum da, hem toplumun mekansal ayrıştırılmasına hem de alışveriş merkezlerinin çevresinde önemli toprak rantı spekülasyonlarının ortaya çıkmasına yol açıyor.

AVM çalışanları
Bütün bunların yanında, AVM’lerin, çalışma yaşamına dönük görünmeyen bir etkisi bulunuyor. AVM’lerin haftanın yedi günü de açık olması, hizmet sektörünün gelişimi olarak sunulsa da çalışanların günlük mesai saatlerinin esnetilmesi, tatil günlerinin kısıtlanması anlamına gelmektedir. Bayram, yılbaşı gibi özel gün ve tatil günlerinde hizmet vermeleri ile sadece geleneksel alışveriş modeli değişikliğe uğramıyor, aynı zamanda işçi hakları da önemli bir şekilde kısıtlanmış oluyor.


Ankara’nın çarşıları
Tevfik Güleryüz

Hiçbir AVM’de, yolunuz sizi Konya Sokak’ta direnişine devam eden Hancı Meyhanesi’ne çıkarmaz.

Türkiye’nin 2. AVM’si, başkent oluşunun 66. yılı münasebetiyle Ankara’da açılan Atakule’dir. Tabii ki Türkiye’nin ilk AVM’sinde olduğu gibi, Turgut Özal tarafından açılmıştır. Şimdilerde metruk, terk edilmiş bir bina olarak Ankara’nın tepesinde anten gibi dikilen bu biçimsiz binaya İ. Melih Gökçek dışında ilgi gösteren yok gibidir. Binayı pavyonu anımsatan ışıklarla aydınlatan Gökçek, geçtiğimiz yıllarda belediye ambleminde de binaya yer vermişti. İ. Melih Gökçek’in bu biçimsiz binaya duyduğu sevginin kaynaklarını bir kenara bırakıp geçelim.

Geçelim, çünkü ne Atakule’de ne de Et Balık Kurumu’nun peşkeş çekilen arazisi üzerine yapılan Ankamall’da da çarşı - pazar yürümenin keyfini bulamazsınız. Şöyle Ulus’ta inip, sırtınızı eski Meclis’e vererek yürüdüğünüzde karşınıza çıkan sebze-meyve halindeki temaşayı, renk cümbüşünü, tazeliği AVM’nizin cilalı yüzeyinde göremezsiniz. Diyelim yoruldunuz. AVM’deki gibi kağıt bardakta değil, incebelli bardakta, üstelikte tarihe dokuna dokuna, Suluhan’ın avlusunda çayınızı içebilirsiniz. Mesela siz AVM’nizde canınız sıkılsa, ıslık çalarak yürüyebilir misiniz? Deli misiniz? Oysa, kendinizi vurmuşsunuz Çıkırıkçılar Yokuşu’na, şöyle inceden bir Ankara havası aşk edebilirsiniz. Çarşı - pazarda yüzde 60’a, 70’e bir türlü varmayan indirim üçkağıdıyla değil, pazarlık kuvvetinizi kullanarak alışveriş yapabilirsiniz.

Çarşı özgürlükçüdür
Kimse sizi Atpazarı’nın girişinde durdurup çantanıza dedektör tutmaz. Elinizi kolunuzu sallaya sallaya, ister salınarak, ister koşturarak geçebilirsiniz. Bu arada Medeniyetler Müzesi’ne, biraz dişinizi sıkarsanız Roma Hamamı kalıntılarına uzanıp, tarihle yan yana gelebilirsiniz.
Hiçbir AVM’de yolunuz sizi Konya Sokak’ta direnişine devam eden Hancı Meyhanesi’ne çıkarmaz. Burada alışverişe mola verip, kısa bir öğlen rakısı içebilirsiniz. Rakı için erken derseniz eğer, Koyun Pazarı ile Salman Sokak arasındaki Pirinç Han’a da uğrayıp kıymalı patlıcanlı bir gözleme ile soğuk bir limonata sizi kendinize getirecektir.

Neden çarşı?
Serdar Yüce

İstanbul’un tarihi Kadıköy ve Beşiktaş çarşısında dolaştık ve hem esnafa hem de alışverişe gelenlere neden çarşıyı tercih ettiklerini sorduk.

Hilmi Aştı (29 yaşında, öğrenci, 8 senedir Beşiktaş’ta yaşıyor)
Beşiktaş’ın havası gerçekten bir başka. Ben küçük bir şehirden okumaya geldim 8 sene önce. Bizim oralarda AVM falan pek yoktu. O yüzden hatırlıyorum, İstanbul’a gelirken çok korkmuştum. Ama sonra buranın da bir çarşısı, pazarı olduğunu ve insanların birbirini desteklediğini görünce içim rahatladı. Burada dayanışma var, apartmanımızın girişindeki bakkalımız babamlardan aylarca para alamadığımda kendisi gelip yiyecek tutuşturuyordu elime.

Faik Karataş (40 yaşında, balık lokantasında şef, 20 yıldır Kadıköy’de yaşıyor)
20 yıldır Kadıköy’deyim. Hep bu mekanda çalışmadım, çeşitli işlere girip çıktım. O yüzden Kadıköy’ü iyi bilirim. Ama tabii bu çarşının bir kültürü varsa bile, eski tadı tuzu yok. Dört bir yanımız AVM oldu. Ama bizim sokak bir başka. Mesela buraya günde en az 2 bin 3 bin insan gelir oturur balığını yer, içkisini içer, güler, eğlenir. Sokağın başındaki balıkçılar buraya ne kadar balık getirseler o kadar balık satarlar. Çünkü balıklar taptaze. AVM’de bu eğlenceyi, bu tadı bulabilir misin?

Şahin Arlı (65 yaşında, emekli, 40 senedir Beşiktaş’ta oturuyor)
40 seneyi aşkın bir süredir Beşiktaş’ta oturuyorum. Gençliğim Abbasağa’da ve Koyiçi’nde geçti. Beşiktaş çarşısı yani Köyiçi, balık pazarıyla, çay bahçeleriyle ve aradığınız ne varsa bulabileceğiniz dükkanlarıyla meşhurdur. Beşiktaş’ın eski halini özlüyorum illa ki. Vakit geçirdiğim bir çok kahve, çay bahçesi bir bir kapandı kimisi artan kiralardan, kimisi ilgisizlikten. Ama alışveriş merkezi dolan semtlere bakınca, mesela komşumuz Şişli Beşiktaş’ın çarşı kültürünü bir nebze de olsa koruduğunu düşünüyorum. Beşiktaş’ın insanı aydındır, Beşiktaş’ın insanı komşusunun ahvalini sorar, onunla yardımlaşır, insanlarla sohbet etmeyi sever. Buradaki dükkanlarda insanlar aradıklarını bulurlar, hele de AVM’lerdeki fiyatlara göre çok daha ucuza. Esnafın çoğu müşteriyi para getirecek kişi değil de dost olarak görür. Bunlar bana göre Beşiktaş’ı anlatan özellikler.

Tolga Gürocak (36 yaşında, 20 yıldır Kadıköy’de sahaflık yapıyor)
Biz sahafların okurlarla ilişkisi, AVM kitapçılarında yaşanan ilişkilerle tamamen farklı. İnsani diyaloglar üzerine kurulu bir ilşkimiz var okurumuzla. Örneğin, dükkanımıza gelen bir okur, “Okuyup getireyim” ya da “Parasını sonra versem olur mu” dediğinde, hemen bu ilişki tarzı devreye giriyor. Tabii bakıyoruz, o insanın o kitaba ihtiyacı olup olmadığına. Eğer ihtiyacı varsa, bir şekilde o kitabı okumasını sağlıyoruz ve karşılığında o insandan verdiği sözden başka hiçbir şey istemiyoruz. AVM’deki kitapçıya giden okurun cebinde limitsiz kart var, bize gelen okurunsa kredi kartı borcu var. AVM kültürü denen şey, zaten bunu kabul etmez.