Vavien...

Senaryosunu Engin Günaydın'ın yazdığı, Yağmur ve Durul Taylan kardeşlerin yönettiği filmin, Engin Günaydın ve Binnur Kaya isimlerini görüp Avrupa Yakası tadı bulmak üzere gidenleri hayal kırıklığına uğratacağına şüphe yok. Ama yine de geniş sayılabilecek bir yelpaze tarafından sevilecek bir film olduğuna ilişkin işaretler, henüz gösterime girdiği şu günlerde mevcut.

Taylan biraderlerin Coen biraderlere yetişip aştığını düşünenlerden oyuncuların şahaneliğini alkışlayanlar, nihayet bizim de bir "kara film"imiz olduğuna sevinenlerden görsel titizliğe şapka çıkaranlara... Filmi sevmek için pek çok neden var. Zaman zaman düşen tempo eleştirisi, "fast food" beyinlerin izlerken düşünmeye üşenmesi olarak görmek mümkün, bir yana bırakılırsa film şu ana kadar bolca tezahürat almış durumda.

Günaydın ve Kaya'ya ek olarak Settar Tanrıöğen, Serra Yılmaz, İlker Aksum gibi isimlerin yer aldığı filmde, nasıl bir oyunculuk düzeyi ile karşılaşacağınızı tahmin edebilirsiniz, gereğinden fazla "sahicilik" fışkırdığını söylemekle yetinelim. Ama sahicilik söz konusu olunca esas takdiri senaryoya saklamak gerektiğinin hakkını da teslim edelim. Günaydın'ın doğup büyüdüğü yerde, Tokat Erbaa'da geçen filmin senaryosunu, en azından taslağını, uzun süredir cebinde taşıdığı açık. Özellikle de abisinin elektrikçi dükkanından aklına düşen ve filme adını veren "vavien" esprisini. Kısacası herkes filmi kendince sevecek ama anlayarak sevmeyi deneyecek sayısının pek yüksek olacağını düşünmüyorum. Bugüne kadar "yerelden evrensel"e ulaşmayı deneyen benzer başka filmlerle karşılaştırıldığında, kolaycılığa kaçmadan hayli zor bir işin altına girmiş Günaydın.

Taşra nostaljisine güzelleme ile hayatın bin yıldır aynı aktığı taşra sıkıcılığı arasında gezinen işlerden farklı bir şey yapmış, memleketin fotoğrafını bir taşra karesine sığdırmaya çalışmış. Çok rafine bir politik arka plan, görmek isteyen gözler için film boyunca akıp gidiyor. Günaydın bir söyleşisinde senaryoyu yazarken Anadolu'da yapılmış bir araştırmanın sonucundan etkilendiğini ifade ediyor. Araştırmada erkeklerin istemedikleri evlilikler yaptıkları ve çok mutsuz hayatlar sürdükleri sonucuna ulaşılmış. Araştırma sadece erkekler üzerinde bir araştırma mı, erkekler daha mı açık sözlü vb kısımları en azından Günaydın'ın söyleşisinde yer almıyordu. Ama buradan hareket edip filmin bir "erkek" filmi olduğu sonucu çıkarmayın. Filmde mutlu olmayı becerebilen kimse yok, Serra Yılmaz'ın oynadığı muktedir milletvekili karakteri de dahil olmak üzere... Memleketin büyük şehirlerine düşen yangının taşrayı nasıl kavurduğunu gözler önüne seriyor hikaye. Günaydın'ın oğluna çektiği "Andavallı, ben de herkes gibi Ankaralara, İstanbullara giden okuyan bir oğlum olsun isterdim" mealli fırçalardan, "Vekil Hanım"ın kasabanın gençlerin göç etmesi nedeniyle en çok ihtiyaç duyduğu yatırımın "huzur evi" olduğuna karar verip hayatın sıfır hızla aktığı yerde bile bolca bulunan "kadın enerjisi"ni bu işe sevk etmesine...

Memleketin taşrasını 20-30 yıl öncesiyle karşılaştırma yapabilecek kadar bilenlerin yakalayabileceği ek bir dizi şey olacaktır. Kendi adıma Tokat'ı ilk görüşüm çok yakın bir tarihteydi, 4 ya da 5 yıl önce. Tokat kebabı yerken yanında şarap içebilecek bir yer, bir kadının da girebileceği, bulamadık. Memleketin güzel üzümlerinden bir bölümünün yetiştiği ve çok uzun yıllardır evlerde şahane şarapların yapıldığı bir yer olsa da Tokat yine de 30 yıl önce gitseniz de bulamayabilirdiniz diye düşünebilirsiniz. Bilenlerin yanıtlarının bu kadar düz olmayacağını kendi karşılaştırma yapabildiğim yerler bana söylüyor. Bu "kişisel" bölüm arka plan değerlendirmesini zorlama bulacaklar için. Netice olarak Günaydın, "Bu ülke hiç bu kadar mutsuz ve umutsuz olmamıştı"yı hatırlatıyor bize. Hayatı biraz sofistikasyona bulayıp imal edilen sahte mutlulukları sorgulamaya davet eden bir finali de ihmal etmeden...

Gülay Dinçel