Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nın 2010 yılı sonuçlarını açıkladı. Açıklanan sonuçlara göre Eşdeğer hanehalkı kullanılabilir gelirlere göre oluşturulan yüzde 20’lik gruplarda, en yüksek gelire sahip son gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 46,4 iken, en düşük gelire sahip ilk gruptakilerin toplam gelirden aldığı pay yüzde 5,8 oldu. 2009 yılında en yüksek yüzde 20’lik gelir grubunun payı en düşük yüzde 20’nin 8,5 katıydı.
Araştırma sonuçları gelir dağılımında eşitsizlik ölçülerinden bir tanesi olarak kabul edilen Gini katsayısının da 0,415’ten 0,402’ye indiğini ortaya koydu. 0 ile 1 arasında değer alan Gini katsayısının 0’a yaklaşması gelir dağılımı eşitsizliğinin azalması anlamına geliyor.
Nüfusunun yüzde 16,9’u yoksulluk sınırının altında
Araştırma sonuçları eşdeğer hanehalkı kullanılabilir medyan gelirinin yüzde 50’si dikkate alınarak hesaplanan yoksulluk sınırının altındaki nüfusun yüzde 16,9’unun yoksulluk riski altında olduğunu saptadı. Bu oran kentlerde yüzde 14,3’ken kırsal yerlerde yüzde 16,6 olarak açıklandı.
Dört yıllık veriler kullanılarak hesaplanan “sürekli yoksulluk” oranı ise yüzde 18 olarak açıklandı. “Sürekli yoksulluk” oranı, dört yıl boyunca hanenin üyesi olan fertlerden en az üç uygulamada yoksulluk riski altında olanlar olarak tanımlanmaktadır. Sürekli yoksulluğun hesaplanmasında eşdeğer hanehalkı kullanılabilir medyan gelirin % 60’ı dikkate alınmaktadır.
Eşitsizliğe bu göstergelerle bakmak ne kadar anlamlı?
Bugün bazı gazetelerin “gelir dağılımı eşitsizliği azalıyor” imasıyla duyurduğu araştırma sonuçlarından böyle bir yorum çıkartmadan önce durup düşünmek gerekiyor. Zira TÜİK’in basın duyurusunda kullandığı yüzde 20’lik gelir grupları yerine, yine TÜİK’in açıkladığı veriler arasında bulunan yüzde 10’luk dilimler kullanıldığında oranlar ciddi ölçüde değişiyor.
Yüzde 10’luk gelir grupları üzerinden bakıldığında en alt gelir grubunda bulunan yüzde 10’luk grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 2,2’yken, en üst yüzde 10’luk grubun payının yüzde 30,9 olduğu görülüyor. Başka bir ifadeyle en üst yüzde 10’un toplam gelirden aldığı pay en alt yüzde 10’un 13,9 katı. Oysa gruplar genişletilip, örneğin yüzde 20 alındığında bu oran 8 kata düşüyor.
Yüzde 10’luk gelir grupları yerine yüzde 1’lik dilimler kullanıldığı takdirde bu oranın üç basamaklı hanelere çıkacağını söylemek de yanlış olmaz.
Diğer yandan gelir eşitsizliği göstergesi olarak kullanılan Gini katsayısı da benzer sıkıntılara sahip. Katsayının hesaplanmasında kullanılan gelir grubu dilimleri farklı sonuçlar verebiliyor. Örneğin yüzde 20’lik gruplar kullanıldığında genellikle yüzde 5’lik gruplara göre daha düşük bir katsayı elde ediliyor dolayısıyla gelir dağılımının daha eşit olduğu şeklinde yanlış bir sonuca ulaşılıyor. Katsayının bir diğer sorunu da tek bir dağılım ölçütü olmasından kaynaklanıyor. Örneğin nüfusun yüzde 50’sinin hiç geliri olmadığı, kalan yüzde 50’nin ise bütün geliri eşit paylaştığı farazi bir ülkede Gini katsayısı 0,5, nüfusun yüzde 75’inin hiç gelirinin olmadığı, yüzde 25’inin ise bütün geliri eşit paylaştığı bir ülkede ise 0,25 (daha eşit) olarak hesaplanıyor.
Buna karşın Türkiye’nin Gini katsayısı verilerine bakıldığında önemli bir düzelme olduğu söylenemez. 2009’da 0,415 olan katsayı 2010’da 0,402’ye düştü, ancak 2008’de 0,405, 2007’de 0,406’ydı.
Yoksulluk açığı azalmadı
Yoksulluğun derecesi konusunda daha sağlıklı bir fikir veren “yoksulluk açığı” göstergesine bakıldığında ise resmi verilerle bile yoksulluğun gerilemediği görülüyor. Medyan gelirin yüzde 50’si temel alınarak hesaplanan yoksulluk açığı göstergesine göre nüfusun yüzde 26,9’u yoksulluk riski altında yaşıyor. Bu oran 2009’da yine yüzde 26,9, 2008’de yüzde 25,3, 2007’de ise yüzde 25,7’ydi.
(soL - Ekonomi)