‘Faiz lobisi’ söylemi kriz hazırlığı mı?

Erdoğan’ın Gazeteciler Günü’nde bir kez daha “faiz lobisine karşı gerekli sert çıkışları yapacağız” sözleri üzerine, iktidar destekçisi ekonomi gazetecileri “finans tiranları”ndan bahsetmeye başladı. Öne sürülen iddialar “bu bir kriz hazırlığı mı” sorusunu akla getiriyor.

Başbakan Erdoğan son olarak Çalışan Gazeteciler Günü vesilesiyle ziyaret ettiği Başbakanlık Basın Merkezi’ndeki konuşmasında ekonomiye ilişkin sözlerinde, “faiz lobisi” diye adlandırdığı kesime karşı sert önlemler alınacağını ifade etmişti. Konuşmasında “faiz lobisi” ile neyi ve kimi kastettiğini açıklamayan Erdoğan’ın “Bizim bu yıl cari açıkta sıkıntılarımız vardı malum daha sonra cari açık tabii düzene girdi. Ama şu anda faiz lobisinin atağı var. Faiz lobisine karşı gerekli köşeli sert çıkışları yapacağız. Çünkü biz faiz lobisini de bu kadar rahat çalıştıramayız” sözleri gazetelerin ekonomi sayfalarında bir tartışma başlattı. Erdoğan bu tartışmalardan sonra da sözlerine açıklık getirmedi.

Başbakan adına konuşan gazeteciler
Erdoğan’ın “faiz lobisi” adlandırmasıyla ne kastettiği açık olmasa da siyasi iktidarın ekonomi politikalarına koşulsuz destek veren bazı gazeteler, konuyla ilgili haber ve köşe yazıları yayımlamaya başladılar. Bu konuda başı çeken gazetelerden bir tanesi de Sabah oldu.

12 Ocak’ta Metin Can imzasıyla çıkan “Başbakan’a patron desteği” başlıklı haberde “faiz lobisine karşı sert çıkış ve önlem planına” patronlardan destek geldiği ifade edildi. Haberde “patronların sıcak paraya karşı soğuk savaşın başladığını düşündükleri” sözlerine yer verilirken, TİM Başkanı Mehmet Büyükekşi’nin “"Faizden yüksek geliri hayal edenlerin eli yanabilir", Sanko'nun patronu Abdulkadir Konukoğlu’nun "Hükümet bu konuda tamamen desteklenmeli" dediği aktarıldı. AKP iktidarıyla birlikte yaptığı TOKİ projeleriyle büyük rantlar elde eden Ağaoğlu Grup’un patronu Ali Ağaoğlu’nun da “Ülkenin kaynakları yıllardır fırsatçılar tarafından emildi, soyuldu. Artık ekonomi bu lobiyle mücadele edebilecek güce geldi. Köşeli ve sert çıkışı ise lobiye karşı dik durmak ve sert tedbirler almak olarak anlıyorum” şeklindeki sözleri aktarıldı.

Haberde görüşü sorulan Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen’in “Faiz lobisi söyleminden bir şey anlamıyoruz. Ben bu tür lafları reddetmiş biriyim” demesi, görüşlerine başvurduğumuz, Denizbank Genel Müdürü Hakan Ateş, Vakıfbank Genel Müdürü Süleyman Kalkan ve Akbank Genel Müdürü Hakan Binbaşgil’in ise yorum vermekten kaçınması ve Halkbank, İş Bankası ve Yapı Kredi’nin açıklama yapmaması dikkat çekti. Dolayısıyla “faiz lobisi”nin bankaları ima ettiği görüşü ortaya çıktı. Banka yöneticilerinin herhangi bir açıklama yapmaktan kaçınmasının ise suçluluk psikolojisinden mi, yoksa geçmişte sermayenin iç yapılanmasına da bir hayli şiddetli biçimde müdahale ettiği örnekler bulunan siyasi iktidardan çekinmelerinden mi kaynaklandığı bilinmiyor.

Başbakanın konuşmasının ardından konuyla ilgili hayli atak bir tavır sergileyen iki Sabah yazarı, Şeref Oğuz ve Süleyman Yaşar da kendi köşelerinden Erdoğan’ın sözlerine açıklık getirmeye başladılar. Şeref Oğuz’un “finans tiranları” şeklinde hayli cüretkar bir isimle anmayı tercih ettiği “faiz lobisi”ne ilişkin, “(…) ‘teğetin mimarı’ olduğunu sananlar, faizi, komisyonu, promosyon kartelini sorgulamaya dahi imkân olmadığı iddiasında. Eski cumhurbaşkanı Evren, eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ ve diğer yüksek tepelerin dahi yargılanabildiği ortamda, kendilerini ‘dokunulamazlar’ diye tanımlayanların ‘sorgulanacağı’ bir yıla girdik” diye yazması, “hükümet ekonominin gidişatı konusundaki endişelerin faturasını sermayenin belirli bir kesimine mi fatura etmek istiyor” sorusunu akla getirdi. Nitekim Şeref Oğuz bir başka yazısında faizle enflasyon arasında bir ilişki bulunduğuna inandığını söyleyen Erdoğan’ın ekonomi bilgisi ışığında, faiz lobisinin kolayca enflasyon lobisine dönüşerek tek hanelere çekilen enflasyonu yeniden çift hanelere çekebildiğini iddia ediyordu. “Faiz lobisi” diye adlandırılan kesimin enflasyonu yukarı çekmek konusundaki gücü tartışılır olsa da, Oğuz’un enflasyon üzerinde etkili olduğu aşikar olan ithalat patlaması ve cari açık konusuna değinmemesi dikkat çekti.

Oğuz, bir başka yazısında ise “faiz lobisi”nin pos cihazlarına ilişkin vade ve komisyon oranlarını artırarak, ardından kredileri geri çağırmaya başlayarak ve faizi “tezgah altına” çekmeye çalışarak “zincirleme bir tahrik” başlattığını iddia etti. Oğuz, bu “tahrik”in nedenini “piyasada kaos ortamı yaratma çabası”na bağladı. Yine AKP’nin “sıcak paraya karşı bir soğuk savaş başlattığını” ileri süren Oğuz, “faiz lobisi”nin bunu reddettiğini ileri sürdü.

Bir diğer Sabah yazarı Süleyman Yaşar ise, “faiz lobisi kim” sorusuna yanıt aradığı yazısında lobiyi “Dünyada ucuz olan kısa vadeli parayı getirip, Türkiye'de pahalıya satan ve kârına kâr katan sıcak paracıların çıkarlarını kollayanlar” diye tarif ediyordu. Taraf’tan Sabah’a transfer olan Süleyman Yaşar, Emre Uslu ve Mehmet Baransu’yu aratmayan bir gazetecilik örneği sergileyerek “Erdoğan, 12 Haziran 2011 seçim kampanyasında, "hedefimiz, sıfır reel faiz" demişti ve hemen ardından seçim konvoyuna bir suikast yapılmıştı. Acaba bu saldırı, sıfır reel faiz hedefine yönelik faiz lobisinin bir gözdağı mıydı? Çünkü bu lobi içte ve dışta öyle örgütlenmiş ki!” diyordu.

Bugün para piyasasının tekelci yapısına, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının parayla not verdiğine vs değinen Süleyman Yaşar, 2 Temmuz 2010’da ise sıcak paranın Türkiye için tehlikesi olmadığını söylüyor, “bizdeki sıcak paranın borçlusuyla alacaklısı aynı kişiler. Türkiye'de bazı işadamları ve yatırımcılar paralarının bir kısmını yurtdışında tutuyor. Ve yurtdışından kendi şirketlerine ya da kendi hesaplarına borç veriyorlar. Böylece Türkiye için yapılan sıcak para tanımı diğer ülkeler için yapılan sıcak para tanımından tamamıyla farklı oluyor” diyordu.

Süleyman Yaşar, 19 Kasım 2008’de de Taraf’taki yazısında da bu kez “kriz lobisi”nden söz ediyor ve “kriz lobisi”nin Türkiye’de neden başarılı olamayacağını şu şekilde açıklıyordu:

“Fakat Türkiye’deki kriz lobisi, yaşanan dünya krizinin olumsuz etkilerini sadece Türkiye yaşıyormuş gibi bir hava yaratıyor. Belli ki kriz lobisi yurtdışında kaybettiği paralarını bizden istiyor. Oysa Türkiye, yaşanan dünya krizini en az hisseden ülkeler arasında. Çünkü Türkiye’de batan banka yok. Bankalardan hızlı mevduat çekilişi de yok. Daha mevduata tam güvence verilme ihtiyacı bile duyulmadı.”

Yaşar, 23 Eylül 2008’de de bugün Erdoğan’ın seçim konvoyuna suikast düzenletmiş olabileceklerini söylediği bankalar için şunları yazmaktaydı:

“Türkiye ekonomisinde yedi yıl önce yaşanan bu büyük krizin ardından yürürlüğe konan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ile Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu kuruldu. Böylece bankacılık sistemi bağımsız bir kurumun denetimine verildi. Bankalar politik müdahaleden uzak tutuldu. Banka sermayeleri yeterli hale getirildi. Bankaların döviz pozisyon açığı vermesi engellendi. En önemlisi bankaların sahipleri tarafından içinin boşaltılmasına göz yumulmadı (…) Bugünkü koşullarda ödeme güçlüğüne düşen banka yok. Gecelik faizler 2001 krizinde olduğu gibi yüzde 1275’e çıkmıyor, hâlâ yüzde 18 seviyesinde bulunuyor. Bu nedenle kriz lobisi yapanların panik yaratma çabaları da henüz pek başarıya ulaşamadı. Ama onlar kriz çıkarmak için her gün yeni bir korku senaryosu hazırlayıp vizyona sunuyorlar.”

Osmanlı'yı da yıkmışlar!
Sabah gazetesi ekonomi servisinin Erdoğan’ın “faiz lobisiyle mücadele” söylemine yönelik en özgün katkısı ise 12 Ocak tarihli “Lobinin başı Büyük Birader çıktı” haberi oldu. Sabah, Türkiye hakkında olumsuz haberler yaptığını iddia ettiği The Economist ve Financial Times gazetelerinin ortağı Rotschild ailesinin Türkiye’ye savaş açtığını ilan etti. Rotschild’lar için “dünya Yahudi lobisinin bir numaralı ismi” diyen Sabah, Tayyip Erdoğan’ın politikalarının üç nedenle Rotschild’ların dünya politikalarına ters düştüğünü iddia etti:

“1- Türkiye'nin uyguladığı para politikaları Aile'nin ülkeleri sömüren finans imparatorluğu için büyük tehlike. Çünkü Türkiye'nin faiz düşürme adımları diğer gelişen ülkelere örnek oluyor ve uluslararası bankerlik sisteminin gelirlerini azaltıyor.
2- Rusya ve Latin Amerika'daki petrol şirketlerinin devletleştirilmesi nedeniyle Rothschild'ların petrol kaynakları üzerindeki etkisi azaldı. Buldukları yeni büyük yatakların taşınıp satılabilmesi için de Türkiye üzerindeki kontrol hayati bir önem taşıyor.
3- Siyonizmin kurucusu ve en büyük sponsoru olan Aile, Türkiye'nin başta İsrail olmak üzere Ortadoğu ve yeni dış politikasını onaylamıyor. Ortadoğu'da yeni yaratılan gerilimde de muhtemelen Aile ve bağlılarının rolü çok büyük.”

Sabah, bu tespitlerin ardından da “Yahudi Rotschild”ların Siyonizmi kurup, Osmanlı’yı yıktığını ileri sürdü:

“Aile, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünde de bir anlamda pay sahibi. Aile komşu ülkeleri sürekli finanse edip savaşa zorladı, içeride de ayaklanma çıkardı. II. Abdulhamid döneminde Aile üyeleri Siyonist Teşkilatı'nın kurucusu Theodor Herzl'i İstanbul'a göndererek, Osmanlı'nın dış borçlarını kapatmaya karşılık, Kudüs'ü istedi. O dönemde Osmanlı'nın en büyük borcu İngiltere'yeydi. Ülkenin Merkez Bankası'nın patronu da bu aileydi. II. Abdülhamid isteklerini kabul etmedi. Kısa bir süre sonra padişah Selanik'ten gelen, İttihat ve Terakkiciler'in kontrolündeki ordu tarafından bir darbeyle tahttan indirildi. Ardından İttihat Terakki yönetimindeki Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı'na girerek Kudüs'ün de aralarında bulunduğu topraklarının çoğunu kaybetti.”

Türkiye’yi bekleyen tehlike
Hafta başında Standard&Poor’s aralarında Fransa ve Avusturya’nın da olduğu dokuz Avro Bölgesi ülkesinin kredi notunu kırdı. Uzmanlar Avrupa Finansal İstikrar Aracı’nın kredi notunun düşürülmesinin elinin kulağında olduğunu belirtiyor. Bu durumda Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) devreye girerek Avro Bölgesi bankalarının kaldıraç oranlarını (özkaynakların toplam yükümlülüklere oranı) indirmek üzere 2-2,5 trilyon avro dolayında kaynak ayırması bekleniyor.

Hürriyet Daily News yazarı Emre Deliveli, TCMB’nin kur tahminlerini dayandırdığı ECB’nin Avro Bölgesi’ni desteklemesinden kaynaklanan likiditenin Türkiye’ye damlaması senaryosu gerçekleşse bile bu gelişmelerin Türkiye ekonomisi için oluşturduğu önemli bir risk olduğuna işaret ediyor. Deliveli, notların kırılması, yeni Basel kurallarına göre Avrupa bankalarının tuttukları kamu tahvilleri karşısında daha fazla sermaye ayırmalarını gerekli kıldığını hatırlatarak, Uluslararası Ödemeler Bankası istatistiklerinin Avro Bölgesi bankalarının Türkiye karşısında 150 milyar dolardan fazla net alacaklarının olduğunu vurguluyor. Avrupa bankaları bu büyük meblağı azaltmadan yeni Basel kriterlerine uyum gösteremez diyen Deliveli, bu argüman karşısında “yerel para cinsinden alacakların dışarıdan fonlama gerektirmediği ve Lehman sonrası yıllarda çok az hareket ettiği söylenebilir” diyor. Deliveli yazısını “Yunan bankalarının açığının dörtte üçü, İspanyol bankalarınınkinin ise üçte ikisi lira cinsinden. Sınır ötesi alacaklar ve yabancı para cinsinden yerel alacakların toplamı bile neredeyse 90 milyar doları buluyor” diyerek, Merkez Bankası’nın iyimser senaryosunun tutması halinde bile Türkiye’nin ciddi bir likidite bulma sıkıntısı çekebileceğine işaret ediyor.

Bu işaretler, Erdoğan’ın yeniden gündeme getirdiği ve yandaş basının sistematik bir şekilde tekrar ettiği “faiz lobisi” tartışmalarının bu yıl içerisinde patlak verebilecek bir krize karşı bir politik önlem olup olmadığı sorusunu gündeme getirmekte. Sene başında uluslararası yatırım bankası Merryll Lynch’in de Türkiye ekonomisinin bu yıl durgunluğa gireceğini beklediğini açıklaması bu yaklaşımla tutarlı görünüyor.

Türkiye ekonomisi yeniden durgunluğa girse de girmese de, son on yıldır uluslararası mali sermayenin, spekülatif ve kayıtdışı sermaye girişleriyle “mağdur” etmediği biliniyor. Ayrıca faizlerin, 21 Ekim’de aldığı kararla faiz koridorunu yüzde 5,75’le 12,5 aralığına çeken ve politika faizinin bu aralıkta oluşmasına olanak tanıyan Merkez Bankası’nın kararıyla yükselişe geçtiği de ekonomiyi yakından izleyenlerin altını çizdiği bir husus. “Kriz teğet geçecek” ve “krizi fırsata çevireceğiz” söylemleriyle Başbakan’ın, “Türkiye’nin mali sistemi çok sağlam, o nedenle krize girmeyiz” argümanıyla bu söylemleri destekleyenlerin kriz koşullarında bankaların rekor kârlar elde etmesini meşrulaştırmış olması da bir vakıa.

Bu durumda yeniden “faiz lobisi” tezlerine geri dönülmüş olmasının, popülist bir söylem sayesinde prim yapma aracı olmasının yanı sıra potansiyel bir krize “suçlu yaratma” arayışından kaynaklanıp kaynaklanmadığı merak konusu oluyor.

(soL-Ekonomi)