Suriye müdahalesine diplomatik kılıf bulunabilir mi?

Taraf’ın yayımladığı Stratfor yazışmalarına göre Türkiye, 20 Ekim 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı’nı gerekçe göstererek Suriye sınırının 15 km içerisine kadar girip tampon bölge oluşturabilir. Adana Mutabakatı’nı tartışanların unuttuğu husus ise 1998 sonrasında yapılan anlaşmalar.

Taraf gazetesinin bugün yayımladığı Stratfor yazışmalarına göre, gölge CIA olarak da nitelenen kurumun Ortadoğu analisti Reva Bhalla 15 Kasım 2011’de bir Türk diplomatla yaptığı görüşmeyle ilgili şunları aktarıyor:

“Bundan birkaç gün önce Türk diplomatik bir kaynak, Türkiye-Suriye arasında 1998’de imzalanan antlaşmadaki bir maddenin, Türk birliklerine Suriye sınırının birkaç kilometre içerisine girme imkânı sağlayacağına değinmişti. Antlaşmanın kamuya açık erişimdeki metnini taradık ve bu maddeye uzaktan yakından benzeyen tek bir satıra rastlayamadık. Fakat başka bir kaynakla izini sürünce, şunları buldum: 20 Ekim 1998’de Suriyeliler ile Türkler, iki ülke arasındaki çatışmayı noktalayan ve ikili ilişkilerini düşmanlıktan işbirliğine dönüştüren, gizli belge mahiyetindeki Adana Antlaşması’nı imzaladı. Antlaşmanın şartlarına göre Suriye, Hatay konusundaki toprak talebinden feragat etti ve Türk ordusunun Kürt isyancıları, öncesinde Suriyeli yetkililerin iznine gerek olmadan, Suriye sınırının 5 km ötesine kadar takip edebilmesine izin verdi (bazı internet siteleri Hafız Esad’ın Türk ordusunun Suriye topraklarının 15 km içerisine kadar girmesine izin verdiğini söylüyor ama 5 km’lik izin daha mantıklı geliyor).”

“Türk ordusunun tanklarını sınırın öbür tarafına sürmesinden korktuğu bir dönemde Suriye’nin verdiği çok büyük bir taviz. Adana Antlaşması’nın şartları kamuoyuna açıklanmadı çünkü bu Suriye için Türklerin taleplerine karşılık topyekûn bir kapitülasyondu. Kimileri anlaşmayı Camp David Sözleşmesi’nin Türkiye-Suriye versiyonu olarak da tanımlıyor. Aşağıdakiler Adana Antlaşması’ndan söz eden ve Türkiye’ye Suriye toprağına girme hakkı tanındığını gösteren Arap siteleri.”

Söz konusu internet sitelerini inceleyen bir başka Stratfor analisti ise iki adreste, "PKK üyelerini izlemek için sınırın 15 km ötesine, birinde beş km, bir diğerinde ise belirli bir mesafe kat etmesine izin verildiğinin" yazdığını belirtiyor. Taraf, analistin bu sitelerden hiçbirinde yazılanların tampon bölgeden söz etmediğini ve Suriye sınırının en fazla 15 kilometre içine girilebilecek şekilde bir “takip/sıcak takipten” söz edildiğine işaret ediyor.

Wikileaks’in sızdırdığı Stratfor yazışmalarına göre Bhalla bunun üzerine şu karşılığı veriyor:

“Evet bu bir sıcak takip maddesi. Fakat buradaki ana fikir Türkiye’nin bu sıcak takip maddesini sınırın öteki tarafına birliklerini gönderme ve orada mevzilendirmek için gerekçe olarak kullanmayı göz önünde bulundurması. Bu kuralları esnetmek olur ve Türkiye’nin o bölgedeki bir Kürt tehdidine yanıt verecek (veya icat edecek) şekilde böylesine bir müdahaleyi meşru kılması gerekir.”

Türk diplomatik kaynağının kendisine söylediklerini de aktaran Bhalla, kaynağın, Türkiye’nin, topraklarını PKK saldırılarından koruyormuş gibi yapıp sınırın ötesine birlikler göndereceğini ve 1998’deki antlaşmanın maddelerinden faydalanacağını söylediğini belirtiyor.

Unutulan bir başka antlaşma
Adana Mutabakatı’nın Suriye sınırının 15 kilometre içerisinde bir tampon bölge kurulmasına diplomatik olarak gerekçe sunup sunmadığı ihtilaflı bir konu. Ancak bu tartışma, Türkiye’nin olası bir müdahale için diplomatik bir gerekçe bulma arayışı içerisinde olduğu görüşünü güçlendirmiş oldu.

Oysa Türkiye ile Suriye arasındaki diplomatik ilişkilere ve 1998’den sonra yapılan başka antlaşmalara bakıldığında, müdahale gerekçesinden değil, Türkiye’nin açıkça altında imzası bulunan antlaşmaları ihlal eden taraf olduğundan söz edilebilir. Suriye’ye yönelik emperyalist provokasyonların başlamasından önce Baas yönetimiyle yakın ilişkiler kuran Türkiye hükümeti, güvenlik alanında da Suriye’yle yapılan işbirliğine övgüler düzmekteydi.

Örneğin 2010 yılının Ekim ayında Suriye’yi ziyaret eden dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Suriye ve Türkiye’nin PKK’ye karşı ortak operasyonlar başlatabileceğini söylüyor ve ekliyordu: “Suriye’yle teröre karşı mücadelede her zaman yakın işbirliği içinde olduk. Suriye, gerçek anlamda iyi bir komşu. İsteklerimizi karşılıyor ve duyarlı oldukları hususlar da çok olumlu. Bu ilişkilerimizin en iyi dönemi.”

Beşir Atalay’ın bu sözlerinden kısa bir süre sonra, 21 Aralık 2010’da AKP hükümeti Suriye hükümetiyle bir “Terör ve Terör Örgütlerine Karşı Ortak İşbirliği Anlaşması” imzalıyordu. Adana Mutabakatı’na dayandırılan anlaşmanın üç yıl yürürlükte kalacak şekilde yapılıyor, tarafların herhangi birinin isteği olmadığı takdirde bu sürenin otomatik olarak uzatılacağı belirtiliyordu. Başka bir ifadeyle bu anlaşma halen yürürlükte ve Türkiye için bağlayıcı!

Anlaşma’nın TBMM’ye sunulan gerekçesinde şunlar söyleniyordu:

“Anlaşma uyarınca başta PKK olmak üzere, iki ülke için tehdit teşkil eden tüm terör örgütlerinin eleman toplama, eğitim, propaganda ve terörizmin finansmanı faaliyetlerinin engellenmesi terör örgütlerinin silah, patlayıcı madde ve lojistik destek temin etmelerinin, yasadışı sınır geçişi yapmalarının, taraf ülkelerden birine ve üçüncü ülkelere militan, silah ve patlayıcı madde aktarmalarının, teröristlerin taraf ülkelerinden birinde ikamet etmelerinin veya herhangi bir faaliyette bulunmalarının önlenmesi terör örgütlerinin faaliyetlerinin, sürekli izlenmesi gerektiğinde ortak operasyonlar yapılması teröristlerin tutuklanarak vatandaşı olduğu tarafa teslim edilmesi terör eylemleri ve bunların engellenmesine ilişkin olarak bilgi, belge ve istihbarat değişimi konularında işbirliği öngörülmektedir.”

Başka bir ifadeyle anlaşma açıkça yalnızca PKK’yi değil, başka örgütleri de kapsıyor ve bunların silah ve eleman toplama, eğitim, propaganda ve finansman gibi konulardaki faaliyetlerine izin verilmeyeceğini, bu konularda karşı tarafla işbirliği yapılacağını söylüyor. Türkiye topraklarında bu faaliyetlerin tamamını gerçekleştiren Özgür Suriye Ordusu, Suriye Ulusal Konseyi gibi Suriye devleti tarafından terörist sayılan birçok örgüt mevcut. Ancak bu örgütlerin yöneticisi olduğunu iddia eden kişiler neredeyse her gün iç ve dış basına demeç vermesine, bir askeri müdahale çağrısında bulunmasına, silah ve destek talep etmesine karşın AKP hükümeti kılını bile kıpırdatmıyor.

Beşir Atalay, Suriye ve Türkiye’nin PKK’ye karşı ortak operasyonlar başlatabileceğini söylüyor ve ekliyordu: “Suriye’yle teröre karşı mücadelede her zaman yakın işbirliği içinde olduk. Suriye, gerçek anlamda iyi bir komşu. İsteklerimizi karşılıyor ve duyarlı oldukları hususlar da çok olumlu. Bu ilişkilerimizin en iyi dönemi.”

Aynı anlaşmanın dördüncü maddesi iki devletin sınırları içerisindeki güvenlik işbirliği faaliyetlerini tanımlıyor. Bu maddeye göre “hiçbir terör örgütünün” şu faaliyetlerde bulunmalarına izin verilmeyeceği belirtiliyor:

“(1) Kamp, eğitim merkezi ve diğer tesisler kurmalarına,
(2) Militan toplama ve silah, patlayıcı madde, lojistik destek ve terörizmin finansmanı teminine,
(3) Terörizmin finansmanı kapsamında kaçakçılık ve ticaret yapmalarına,
(4) Eğitim ve propaganda faaliyetlerinde bulunmalarına,
(5) Yasadışı sınır geçişi yapmalarına
(6) Diğer tarafa ve üçüncü ülkelere militan, silah ve patlayıcı madde aktarmalarına,
(7) Görsel ve yazılı basın faaliyetlerinde bulunmalarına,
(8)Bu faaliyetler için kaynak ve araç bulmalarına ve uygun ortam yaratmalarına müsaade edilmeyecektir.”

Özgür Suriye Ordusu gibi silahlı grupların anlaşmada sıralanan neredeyse her şeyi yaptıkları ve bunun için Türkiye topraklarını ve olanaklarını kullandıkları biliniyor. Örgüt bunu bizzat kendisi, Türk ve yabancı medyada yürüttüğü propaganda ile ilan etmiş durumda!

Bu durumda tartışılması gereken esas soru şu: Türkiye, Suriye’ye müdahale etmek için bir diplomatik anlaşmayı gerçekten kullanabilir mi?

(soL-Haber Merkezi)