11 Eylül'ün yıldönümü: ABD ile El Kaide'nin bitmeyen aşkı ve nefreti

ABD'deki 11 Eylül saldırılarının 11. yılında, ABD ile saldırıların arkasında bulunan El Kaide arasında yıllar süren "nefret"in yerini yeniden "aşk"ın almaya başladığı görülüyor. El Kaide'ye dair anlatılan ABD hikayesi ile gerçekler arasında da büyük boşluklar bulunuyor.

11 Eylül 2001 tarihinde, New York'taki Dünya Ticaret Merkezi gökdelenleri, El Kaide'ye mensup islamcı militanlar tarafından kaçırılan yolcu uçaklarının intihar saldırısı sonucunda yerle bir olmuştu. Toplamda 3 bine yakın insanın hayatını kaybettiği ve yalnızca New York'tan ibaret olmayan saldırıların ardından, ABD Ortadoğu coğrafyasını yakından ilgilendiren "önleyici savaş" doktrinini uygulamaya koyarak önce Afganistan'ı, sonra da Irak'ı işgal etmişti.

ABD'deki bu saldırılar, büyük katliamın arkasındaki örgüt El Kaide ile onun şimdi ölmüş olan lideri Usame bin Ladin hakkında da bitmek bilmez tartışmaları tetiklemişti. El Kaide ve bin Ladin hakkında gözlerden kaçırılmaması gereken ilk bilgi, Soğuk Savaş döneminde, özellikle de Afganistan'a Sovyetler Birliği müdahalesi sırasında ortaya çıkan antikomünist islamcı hareketlerin doğrudan ABD ve CIA bağlantısı. Usame bin Ladin de, Afganistan'da "mücahitlik" yapmadan önce CIA'in tedrisatından geçmişti.

"Geri tepen" bir istihbarat malzemesi mi?
Global Research'ten Michel Chossudovsky'ye göre, ABD'nin Usame bin Ladin hakkındaki standart hikayesi, Sovyetler Birliği'ne karşı desteklenen Ladin'in, SSCB'nin çözülmesiyle birlikte "geri tepmesi" şeklinde anlatılıyor.

Bu hikaye zaten herkesin malumu. Türkiye'de de bilinen, Sovyetler'i kuşatmak için icat edilen "Yeşil Kuşak" projesi, reel sosyalizm çözülene kadar ABD'nin çok kullanışlı bir aparatıyken, Sovyetler Birliği sonrası dönemde emperyalizmin kendisine doğru döndü. Böylece, ABD'nin "uluslararası terörle mücadele" dönemi başladı.

Ancak bu hikaye, 90'lı yıllardaki ABD-El Kaide ilişkilerinin bütününe bakınca bir hayli eksikli bir resim çiziyor. Örneğin yakın zamanda sosyal medyada da görülmeye başlanan, 1993 tarihli Independent gazetesinde Robert Fisk imzasıyla yayımlanan bir bin Ladin röportajı, Soğuk Savaş'ın bitmesine rağmen "mücahit"lerin Batı nezdinde popülaritelerinin devam ettiğini gösteriyor:

Haberde Fisk, bin Ladin'den "eski bir özgürlük savaşçısı", "Suudi işadamı" ve "hayırsever" olarak bahsediyor. Usame bin Ladin, "Suudi bir işadamı" olarak Sudan'daki Almatig'i başkent Hartum'a bağlayan 800 km'lik bir otoyol inşa ediyor. Fisk'in anlatımına göre Almatig köylüleri bu adama teşekkür etmek için sıraya giriyorlar.

Yugoslavya'nın parçalanmasında ABD-El Kaide işbirliği
Fisk'in 1993'teki röportajında, Usame bin Ladin "ben ya da kardeşlerim [Afganistan'da] hiç Amerikan yardımına şahit olmadık"diyor. Aynı röportajda, Fisk'in "Bosna'da savaşan Müslüman savaşçılar sizi işaret ediyorlar" iddiasına, "Orada, Afganistan'daki fırsatlara sahip değiliz. Küçük bir mücahit toplamı Bosna-Hersek'e savaşmaya gitti, ancak Hırvatlar, Pakistan'ın yaptığı gibi bizim kendi ülkelerinden geçmemize izin vermediler." cevabını veriyor.

Ancak bin Ladin'in Afganistan'da "görmediği" ABD yardımının Bosna'da görüldüğüne dair ciddi veriler bulunuyor. Bill Clinton yönetimi ile El Kaide arasında Yugoslavya müdahalesi boyunca kurulan ilişkiler, Cumhuriyetçiler tarafından 1997 yılında yayımlanan bir rapora yansıyor. Raporda Clinton yönetimi, "Muharip İslami Şebeke" aracılığıyla İslam dünyasından mücahitleri eğiterek Bosna'nın militan bir İslamcı üsse dönüşmesine yardım etmekle suçlanıyor.

Raporda ayrıca bin Ladin'in Sudan'da çalıştığı "sivil toplum örgütü"nün aslında uydurma bir örgüt olduğu, bu örgüt aracılığıyla Bosna'daki mücahitlerle bağ kurduğu ve bu ilişkilerin doğrudan Clinton yönetimi tarafından desteklendiği belirtiliyor. Sudan'daki "Third World Relief Agency" isimli bu örgüt, Şeyh Ömer Abdülrahman ile Usame bin Ladin'e bağlı olarak çalışıyordu. Ve örgütün, Bosna'ya İran'dan ABD'li yetkililer aracılığıyla füze sevkiyatı yaptığı söyleniyordu.

UÇK ile ilişkiler
El Kaide'nin Yugoslavya'da yaptıkları Bosna ile sınırlı kalmadı. Kosova'da Kosova Kuruluş Ordusu (UÇK) ile olan ilişkileri de, aslında ABD, NATO ve Britanya ile olan ilişkilerini gündeme getiriyordu.

UÇK'nın 1998 yılında ABD Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA) ve Britanya gizli servisi MI6 tarafından eğitildiği artık genel kabul görüyor. Britanyalı bir askeri kaynağın aktardığına göre DIA, MI6'ya UÇK'yı eğitmek için bir program ayarlıyor. Bunun üzerine MI6 iki İngiliz güvenlik şirketine eğitimleri ihale ediyor. Bunun yanında eski ve muvazzaf 22 elit SAS üyesini de programa dahil ediyor.

İnterpol Kriminal İstihbarat bölümünden Ralf Mutschke, 2000 yılında ABD Meclis Adalet Komisyonu'nda yapılan sorgusunda, ABD'nin UÇK'yı terörist örgütler listesine aldığını, UÇK'nın destek aldığı kişiler arasında Usame bin Ladin'in de bulunduğunu söylüyordu.

Makedonya'da ABD-El Kaide operasyonu
UÇK'nın Makedonya'daki kolu olan Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO) da El Kaide-ABD ortak yapımıydı. UKO, Uluslararası Askeri Profesyonel Kaynaklar (MPRI) isimli, Pentagon'a çalışan bir kuruluş tarafından eğitiliyordu.

Daha sonra 3000 kişilik ağır silahlı bir NATO birliği, isyancıları silahsızlandırmak ve ateşkesi sağlamak amacıyla Makedonya'ya gönderildi. Ancak dönemin Makedonya Başbakanı Ljubco Georgievski, birliğin başka bir misyonu icra ettiğini savunuyordu. Ljubco Georgievski'ye göre, bu birlik isyancıları silahsızlandırmak yerine Makedonya'nın devlet kurumlarını işlemez hale getirmeye çalışıyordu. Başbakan, Makedonya'daki terörist saldırıların Batı demokrasileri tarafından desteklendiğini de iddia ediyordu. Makedonya güvenlik güçleri, ABD'nin yalnızca MPRI aracılığıyla UKO'yu eğitmediğini, aynı zamanda ekipman da temin ettiğini savunuyorlardı. Buna göre, aralarında hayli gelişkin gece görüş dürbünlerinin de bulunduğu ekipmanların yüzde 70'i ABD tarafından militanlara veriliyordu.

Üstelik ABD bu operasyonları, 11 Eylül 2001'den yalnızca aylar önce yapıyordu.

11 Eylül'den sonra
11 Eylül'deki saldırıların ardından, ABD yönetimi "uluslararası terörle savaş" kapsamında "önleyici savaş"lara girişti. Buna göre, artık ABD saldırıya uğramadan terörist unsurlar etkisiz hale getirilecekti. İlk hedef Afganistan olurken, bunu Irak takip etti.

Aradan geçen 11 yıldaki sürecin tamamını anlatmak mümkün değil. Ancak "Arap baharı" ile birlikte ABD-El Kaide ilişkilerinde bir değişiklik olduğu görülüyor. ABD'yi en çok uğraştıran başlıklardan bir tanesi olan Afganistan başlığında yaşanan önemli gelişmelerden bir tanesi, bu sene başında Taliban'ın Katar'da temsilcilik açmaya karar vermesi oldu. ABD ile Taliban'ın bir süredir Afgan hükümetini by-pass ederek el altından görüştükleri biliniyordu. Katar gibi Batı yanlısı bir Körfez monarşisinde açılan temsilcilik, yalnızca bir temsilcilik olmaktan fazlasını ifade ediyor.

Daha önemli bir gösterge ise, "Arap Baharı"nın etkilediği coğrafyalara El Kaide'nin militanlarını kaydırması. Bunun en tipik örneği Libya'da görüldü. Libya'da olayların başlamasının ardından emrindeki 800 militanla Kaddafi ile yapılan savaşa katılan Abdülhakim Belhac bir El Kaide lideriydi. Abdülhakim Belhac, Trablus'u ele geçiren ordunun başındaki komutandı. Bingazi'deki en üst düzey askeri komutan olan İsmail es Salabi, Derna'daki komutan Abdülhakim el Asadi El Kaideci ve tabii Ulusal Geçiş Konseyi'nin üyesi Ali Salabi de El Kaideci'ydi.

Daha sonra bu El Kaidecilerin bir bölümünün Suriye'ye kaydırıldığı haberleri gelmeye başladı. Abdülhakim Belhac'ın da Türkiye-Suriye sınırında olduğuna dair kanıtlar ortaya çıktı. Time dergisi, Türkiye'de yapılan "muhalefet" toplantısı ile ilgili ayrıntıları yazdığı bir haberinde, "Batı'nın Libya'da El Kaideli Abdülhakim Belhac ile bile çalıştığını, sadece örgütlü gücü olan birini aradıklarını" iddia etmişti.

(soL - Dış Haberler)