Bavyera seçimleri: Almanya’nın ‘dengesi’ bozuluyor

Nazizm imajı üzerine yapışık Alman burjuva siyasetinin akıllı uslu görüntü vermesinin sınırları var. AfD, bu imajdan sıkılan kesimlerin sesi. Sığınmacılar başlığını siyasi vitrinine taşıyan iki parti de sığınmacıların omuzlarının üzerinden emperyalist dünyaya mesaj veriyorlar. Mevcut dengeler içinde kalmayı savunan Yeşiller ile bu dengelerin Almanya için 21. yüzyıl Versay'ı olduğunu savlayan…

Tevfik Taş

Emekçi sınıfların önüne konulan iki düzen içi seçenekten ikisinin eş zamanlı olarak yükselişe geçtiği kritik dönemler olabiliyor. Bu olguyu destekleyen en yeni veriye Pazar günü Bavyer'daki eyalet seçimlerinde gözlemleme şansına sahip olabildik. 

Amerikan sosyolojisinin terimleriyle konuşursak, ''ultra liberal'' Yeşiller ile ''ultra milliyetçi'' AfD'nin eş zamanlı olarak oyunu arttırdığı bir seçimi görmüş olduk. Sözü geçen sosyolojinin bir başka kanıta muhtaç rivayetine göre, ''iktidar yıpratır''. Yıpranmaya teşne burjuva iktidar, yüz aşınmasını önlemek için vitrine elden düşme yeni yüzleri cilalayıp yerleştirmekte gecikmez. 

TAHTEREVALLI TEORİSİ DEĞİL, EŞ ZAMANLI YÜKSELİŞ

Sığınmacıların ve göçmenliğin seçim kampanyasında üst başlık olarak yer aldığı Bavyera seçimleri, sözü geçen iki düzen içi karşıt eğilimin eş zamanlı olarak yükselmesine olanak tanıdı. Tahterevalli siyasetinde ağırlıklardan birinin yüksekte durması aslında zayıfı ifade ederken, aşağıda olan uç, asıl güçlü olanı temsil eder. Faşist hareket ile liberalizmin bu tahterevalli denklemine dahil olduklarını fazladan da olsa belirtmekte yarar var. Birbirini kışkırtan ama aynı zamanda da birbirini besleyen iki uç. 

Bavyera seçimleri yükselen partilerin tahterevallinin iki ucunda aynı anda yükselmesi açısından ''ezber bozan'' bir nitelik gibi yansıyor. Oysa bu yalnızca bir yanılsamadan ibaret. Yeşiller ve AfD birbirlerinin seçeneği olmadığı gibi, ''merkez siyaset'' adı verilen yerleşik düzene seçenek olma iddiasından söz etmek de abesle iştigaldir.

Bir bütün olarak düzen iktidarı erirken, yine bir bütün olarak düzen muhalefeti yükseliyor. 

Faşistlere faşist diyemeyenlerin ''ultra'' sıfatını icat ettikleri AfD, iktidardaki CSU'yu sağdan eleştiren bir söylem tutturdu. Büyük sermayenin eyalet partisi patentli CSU ise, sağcılık yarışında AfD'den daha aşağı kalmayacağını ifade eden pek çok icraata imza attı. Kamusal alanlara Hristiyan sembollerinin törenler eşliğinde yerleştirilmesi seanslarından, sığınmacıları aşağılayan sözlere dek bir dizi ''daha sağ'' malzemeyi siyasi ambarından çıkartıp, dolaşıma soktu.

CSU'nun Genel Başkanı ve Federal İçişleri Bakanı Horst Seehofer'den daha az taşra siyasetçisi olmayan eyalet başbakanı Markus Söder'e yöneltilen, CSU'nun AfD'yi taklit ettiği yolundaki sorulara verdiği yanıt hiç kuşkuya yer bırakmayacak kadar gerçeği yansıtmaktadır: ''AfD diğer eyaletlerde daha iyi sonuçlar elde etti.''

ANA AKIM MEDYADA AÇIKLAMA KRİZİ

Ana akım medya bu yanıttan pek memnun olmadı tabii. Zira verilen yanıt ''açıklama kalıbı''na uymamakta. ''AfD aşırıdır; onu taklit etmemek gerekiyor. CSU'yu on puan gerileten tutum burada'' diye kolaycı açıklama peşinde olanlar, Söder'in ayna tuttuğu bu gerçeği görmezden gelmek istemekteler. Elbette bunun asıl nedeni, yerleşik düzenin iyi/güzel/doğru olduğu üzerine vaaz edilen sorgulanmaya kapalı şablonda saklı.

İki hafta sonra Hessen eyaletinde gerçekleştirilmesi planlanan seçimlerin sonuçlarını şimdiden öngörebiliriz. AfD bu eyalette de oyunu radikal bir şekilde yükseltecek ve 24 Eylül 2017 seçimlerinde elde ettiği ''ana muhalefet'' payesini güçlendirecektir. Sorun CSU'nun AfD'nin yükselişinin önünü kesmek için ona ait olduğu iddia edilen faşizan söylemi dolaşıma sokmasında değil. Sorun, bir bütün olarak Alman emperyalizminin tercih ve yönelimleriyle doğrudan bağlantılı. Kaldı ki, AfD adı verilen faşist parti de Merkel ve Seehofer'in partilerinden kopup, azgın neoliberal iktisat politikaları ile pısırık olarak niteledikleri Alman emperyalizminin ABD etkisinden çıkarak, iddia sahibi bir yönelimin ancak faşizan bir siyasi atmosferde uygulanabileceği iddiasını taşıyan kadrolardan oluşuyor. 

YEŞİLLERİN SADECE RENGİ DEĞİŞİK 

Yeşiller'in oyunu yükseltmesi yürürlükteki düzenden hoşnut birilerinin yüreğine su serpmiş olabilir. Ancak unutmamak gerekiyor ki, Yeşiller sermaye düzeninin yalnızca yeşil renkli partisidir. 

Almanya'nın 16 eyaleti içinde coğrafi olarak en büyük, nüfus itibariyle ise ikinci büyük eyaleti durumunda olan Bavyera, Alman otomotiv sektörünün merkezi konumundan dolayı da işsizlik oranı ülkenin en düşük seviyesinde. Ancak en az bunlar kadar önemli bir tarihsel veri daha var. Bavyera, Alman tarihini yakından tanıyan herkesin bildiği gibi, Federal Almanya Cumhuriyeti'nin herhangi bir eyaleti değil, Habsburg Hanedanlığına hep yakın durmuş, Alman birliğine direnmiş, Alman Demokratik Cumhuriyeti varlığını koruduğu dönemde ''üçüncü Alman devleti'' olarak nitelendirilmiş bir bölgedir. 

CSU yalnızca bu bölgeden ibaret bir parti olduğu gibi, Alman birliğinden ayrılmayı talep eden bir parti de vardır. (*) Bavyera Partisi adı verilen bu sağcı ve ayrılıkçı partinin şu sıralar pek sesi soluğu çıkmıyor olsa da, kuruluş tarihinden üç yıl sonra gerçekleştirilen 1949 genel seçimlerinde yüzde 20,9 oy oranına ulaşıp, parlamentoda 39 sandalye elde ettiğini hatırlatmak gerekiyor. 

AfD BEKLENENDEN AZ OY ALDI

Bu bağlamda AfD'nin Bavyera eyalet seçiminde görece az oy aldığını söylemekte sakınca yoktur. Almanya'da yaygın olan zengin kibrinin Bavyera'da tavan yaptığını, kendilerini diğer Alman eyaletlerinden ''daha değişik'' gördüklerini de kaydetmek gerekiyor. AfD'nin oy oranının Bavyera'da diğer eyaletlere oranla görece daha az olmasının bir nedeni işsizliğin bu bölgede az olması ise diğer faktör, sözü geçen Bavyeracılık milliyetçiliğidir. Bilindiği üzere AfD, Alman şovenizminin yükselen kitle partisi olarak sahne alıyor. Bavyera gibi ayrılıkçı partisi bile olan bir eyalette yüzde 11'i yakalıyorsa durum yalnızca AfD'nin ''sığınmacılar sorununu fırsata çevirmek isteyen'' taktiksel çıkışı ile açıklanamaz. 

Orta yerde daha büyük bir aktör var: Sermaye.

Militarizme gaz verip, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Alman emperyalizminin itildiği kümede durmasına itiraz eden bir büyük yönelimi saptamakta yarar var. On bir ülkede asker bulunduran, Avrupa Birliği'ni kendi iç pazarı olarak kullanan, birinci lige çıkmak için taze işgücüne gereksinim duyan bir Almanya fotoğrafını ıskalayarak Bavyera seçimlerine bakamayız. 

ALMANYA DENGE SİYASETÇİSİ TİPOLOJİSİNDEN ÇIKIYOR

Düzen muhalefetinin yükselişi, düzen iktidarının kabuk değiştirmesinden öte bir anlam ifade etmiyor. Merkel'in suyu ısındı diyenler çoğunlukta. Kapitalist/emperyalist düzenin bir bütün olarak krizde olduğu bir dünyada, denge siyasetine oynayan aktörlere yol verilerek daha saldırgan tipoloji ile yer değiştirilmesi sürpriz olmayacaktır. 

Yeşiller'in oyunu kısmen arttırmış olması bu yönelimin önemini azaltmaz. Kaldı ki, Yeşiller içinde ''insani amaçla önleyici savaş'' konseptini Afganistan'ın ABD tarafından işgalinden beri savunan irice bir çizginin olduğunu da hatırlatmakta yarar var. Irak ve Suriye’nin tarumar edilmesine Yeşiller'den ses çıkartan hiç olmadı. Bu başlıkta AfD bile daha ABD karşıtı bir söyleme sahiptir.

Nazizm imajı üzerine yapışık Alman burjuva siyasetinin akıllı uslu görüntü vermesinin sınırları var. AfD, bu imajdan sıkılan kesimlerin sesi. Sığınmacılar başlığını siyasi vitrinine taşıyan iki parti de sığınmacıların omuzlarının üzerinden emperyalist dünyaya mesaj veriyorlar. Mevcut dengeler içinde kalmayı savunan Yeşiller ile bu dengelerin Almanya için 21. yüzyıl Versay'ı olduğunu savlayan AfD arasında düzen siyasetinin muhalefet üzerinden kabuk değiştirmesi işlevini üstleniyorlar. Tahterevalli değil de eş zamanlı yükseliş teorisi işte burada devreye giriyor. 


(*) http://haber.sol.org.tr/dunya/bavyera-katalonyayi-mi-ornek-aliyor-212226...