Ya Kozinoğlu'nun soyismi Yılmaz olsaydı?

Cezaevinde yaşamını yitiren Odatv davası sanığı MİT'çi Kaşif Kozinoğlu'nun ölmeden önce mahkemeye ulaştırdığı savunması açığa çıktı. Savunma, Odatv iddianamesinin zayıf yönlerini ve saçma noktalarını bir kez daha gösteriyor.

Odatv davası kapsamında tutuklu bulunan ve geçtiğimiz haftalarda "aşırı yoğun spor yaptığı" için kalp krizi geçirerek öldüğü rivayet edilen istihbaratçı Kaşif Kozinoğlu ölümünden önce savunmasını tamamlamış ve avukatları, yazılı savunmayı mahkemeye sunmuşlardı. Kozinoğlu'nun ölümünün ardından 28 Kasım'da mahkeme, bu savunma metnini Kozinoğlu'nun avukatlarına teslim etti. Odatv davasında yargılanan gazetecilerin avukatları da, Kozinoğlu'nun avukatlarından bu savunma metnini talep etti. Avukat Hüseyin Ersöz, dün Kozinoğlu'nun savunmasını kamuoyuyla paylaştı.

Kanıt: Klasörün adı "kozinoğlu" konulmuş!
Odatv iddianamesinde Kaşif Kozinoğlu, “devlet güvenliğine ilişkin belgeleri ve yasaklanmış belgeleri temin etmek” ve “silahlı terör örgütüne yardım etmek” ile suçlanıyor. Ancak bu iddiada bir tuhaflık var. İddianamede bu suçlamaları destekleyen tek "delil", Odatv ofisinde bulunan bilgisayarda, içerisinde 17 adet dosya bulunan bir klasörün isminin "kozinoğlu3" ismini taşıyor olması.

Ya Kozinoğlu'nun soyismi Kozinoğlu olmasaydı?
Bilgisayar kullanan herkesin bildiği üzere bir klasör oluşturmak ve buna istenilen ismi vermek, kullanıcı açısından en kolay yapılabilecek şeylerden birisi. Ve bunun, bir kişinin "terör örgütü üyeliği" suçundan tutuklanması için yeterli delil kabul edilmesi, mantığa sığabilecek bir durum değil. Ayrıca böyle bakıldığında, kulağa trajikomik gelse de, Kaşif Kozinoğlu, bu ender görülür soyisminin kurbanı olmuş görünmektedir. Zira eğer ismi Mehmet Yılmaz olsaydı ve bilgisayarda "yilmaz28" adında bir klasör bulunsaydı, bu klasör ismi hiç kimseyi mal edilemezdi.

Kozinoğlu, Odatv sanıklarından hiçbirisini tanımadığının altını çizdiği savunmasında bu konuyla ilgili şu ifadeleri kullanıyor: "İddianamede söz konusu bilgisayardan 17 adet belge elde edildiği ve bu belgelerin bulunduğu klasörün adının 'kozinoğlu3' klasörü olduğu 'bu nedenle bu belgeleri benim temin etmiş olduğumun ANLAŞILDIĞI' iddia edilmiştir. Ama, bu klasörün adının 'kozinoğlu3' olarak kaydedilmiş bulunmasının, klasörde yer alan belgeleri benim ilettiğimin kesin kanıtı olabildiği hakkında bir açıklama iddianamede yoktur. İddia somut delille desteklenmemiştir. Soruşturma evrakı kapsamında benim bu kişilerle irtibatımı gösteren tek bir telefon konuşması, bir e-mail, tek bir teknik takip görüntüsü, imzamı ya da el yazımı taşıyan tek bir mektup ya da başka belge mevcut değildir. Halbuki iddianamenin eklerinde tüm sanıklara ait telefon görüşmesi kayıtları, teknik takip incelemeleri, arama ve el koyma tutanaklarından hareketle el konan belgeler, e-mail ve yazışmalar, hatta hesap hareketlerini inceleyen bir adet BDDK raporu dahi vardır. Ancak benim buradaki sanıklarla irtibatlı olduğumu gösteren hiçbir veri yoktur."

Virüs meselesi
Kozinoğlu'nun savunması, bu klasör ve içerisindeki belgelerin Odatv bilgisayarının ST3120827AS_4MS1TF89 seri numaralı sabit diskte bulunmuş olan ve Ahmet Şık'ın yayımlanmamış kitabının kenarlarında notlar içeren hali, Nedim Şener'in Hanefi Avcı'nın kitabının yazımına yardım ettiğini ima eden notlar ve Yalçın Küçük'ün bu "şebekeyi" yönettiğini ima eden notlar gibi, kendisinin devlet sırlarını ifşa edecek biçimde gönderdiği iddia edilen belgeleri de içeren tüm ilgili dosyaların virüs yoluyla bilgisayara yerleştirildiği iddiasına kısaca değiniyor.

Hatırlanacağı üzere hem Boğaziçi Üniversitesi, hem de ODTÜ'den alınan bilirkişi raporları, bu dosyaların kanıt kabul edilemeyeceğini kaydediyordu. Boğaziçi'nden gelen rapordan sonra, dosyaların maile iliştirilmiş bir trojan yoluyla bu bilgisayara geldikleri ve birkaç saniye içerisinde de yok oldukları belirtilmişti. Kozinoğlu da savunmasında "Bu klasörün yaratıcısı her kim ise onun tespit edilmesi gerekli iken, bu  konudaki bir  tetkikat  talebi de, -dosya içeriğinden anladığımız kadarıyla- bu bilgisayara ilişkin harddiskin incelenmesine fırsat tanınmadan bilirkişilerden geri alınmıştır. Buradan hareketle şu tespiti yapmam mümkündür: Bu harddisk gerektiği şekilde incelense idi, 20.12.2010 tarihinde ve toplamda yaklaşık 7 saniyede yaratılmış olduğu anlaşılan bu klasörün ne suretle oluşturulduğu tespit edilmiş olacak ve belki de ben şu an burada bu suçlama ile ilgili savunma yapmak yerine görevimin başında olacaktım" diyor.

Gerçekten de mahkemenin bu hard diskleri gerektiği biçimde uzmanlara incelettirmemiş olması, tüm bu davanın dayandığı en büyük delillerin delil niteliği taşıyıp taşımadığının görülmesini engellediği için davanın en önemli meselesi gibi gözüküyor.

Diyelim ki o klasör doğru...
Ancak Kozinoğlu, savunmasında bu virüs meselesine sadece değinerek geçiyor. Zira bu klasör doğru olsa dahi, iddianamede Kozinoğlu ile gazetecilerin oluşturduğu iddia olunan örgüt arasındaki tek somut bağ, klasörün isminin "kozinoğlu3" olması. Oysa dijital deliller, bir davada ancak yan delil olabilirler ve somut delillerle desteklenmeleri gerekir. Yani Kozinoğlu'nun durumunda bir klasör ismi gibi absürd bir noktaya dayansa da, Ahmet Şık'ın durumundaki gibi bir kitap taslağına ya da Nedim Şener'in durumundaki gibi bazı word dosyalarına dayansa dahi, bunlar kişilerin cezalandırılması için yeterli kanıt teşkil etmezler.

Geri kalan iddialar
Kozinoğlu, savunmasının devamında, iddianamede kendisine yöneltilen diğer suçlamalara değiniyor. Örneğin Azerbaycan'daki darbe girişimine katılmadığına, Fethullah Gülen okullarıyla ilgili çalışmaları olmadığına, Haydar Baş ile akraba olmadığına dair kendince kanıtlar ileri sürüyor. Fakat bunların hiçbirisi, Kozinoğlu hakkındaki suçlamanın delili değil. Bunların iddianameye, "bunlar kötü işlere karışmış insanlar" izlenimi yaratmak üzere konulduğu anlaşılıyor. Doğru ya da yanlış olsalar bile, Kozinoğlu ile iddia edilen örgüt arasında somut bağ kurulamadığı sürece, bunların da pek bir önemi kalmıyor.

Bu savcılık nasıl araştırma yapıyor?
Kozinoğlu'nun savunmasında dikkat çeken bir diğer yön ise, hakkında lehte delil olabilecek birçok noktanın, savcılık tarafından çok basit yöntemlerle öğrenilebilecek olmasına rağmen araştırılmadığı hususu.

Örneğin, "kozinoğlu3" klasöründe bulunan ve MİT kaynaklı, filigranlı, taranmış belgeler… MİT Teftiş Kurulu, konuyla ilgili 6 Nisan tarihli yazısında, bu belgelerin, yan taraflarında yer alan "çıktı alınan yazıcı numarası" vasıtasıyla MİT'te hangi kullanıcı tarafından çıktısının alındığının kolaylıkla tespit edilebileceğini belirtiyor. Ama Savcılık, "Kim çıkarmış o zaman?" diye sormuyor!

Yine iddianamede, Sabancı suikastı ile ilgili olarak Genel Kurmay Savcılığı'nda bir soruşturma olduğu ve şüpheliler arasında Kozinoğlu'nun da adının yazdığı iddia ediliyor. Ancak savcılık, Genelkurmay Savcılığı'na Kozinoğlu'nun isminin sahiden bu soruşturmada yer alıp almadığını sormamış dahi! Kozinoğlu'nun avukatları sorunca, Genelkurmay "Hayır, ismi geçmiyor" diye yanıt vermiş.

Bu tablo karşısında akla şu soru da geliyor: Savcı, ilgili devlet dairelerine sormadıysa, bu bilgileri hangi kaynaktan almıştır? Bunlar, örneğin doğrudan polisin yazdığı iddialardır ve TSK'dan doğrulatılma gereği dahi duyulmaksızın iddianamede yer mi verilmiştir?

Benzer şekilde, iddianamede Kozinoğlu'nun Haydar Baş ile akraba olduğu iddia ediliyor. Fakat Kozinoğlu tarafından reddedilen bu iddia da Nüfus Müdürlüğü'nden kontrol ettirilmemiş! Savcılığın nasıl bir rahatlıkla bu iddiaları ilgili devlet kurumlarından kontrol ettirmeksizin iddianameye koyduğu anlaşılamıyor.

Sonuçta diğer gazeteci sanıkların aksine, Kaşif Kozinoğlu gibi birçok karanlık işe bulaştığı izlenimi uyandıran ve savunmasında "34 yıl devlet sevgisiyle teröre karşı savaşmış olmasıyla" övünen bir kişinin dahi var olduğu iddia edilen örgütle somut bağı kurulamamış gözüküyor.

(soL - Haber Merkezi)