Trafik kazalarının sorumlusu ‘trafik canavarı’ mı?

Dün Diyarbakır-Batman yolunda olan “katliam gibi” trafik kazası, Türkiye’de trafik kazalarının nedenleri üzerinde düşünme fırsatı veriyor. Literatürde kazaların sebebi olarak “insan faktörü” gösterilse de, mesele bu kadar basit değil.

Diyarbakır-Batman karayolunda, yolcu taşıyan bir midibüs ile tuğla taşıyan bir TIR’ın çarpışması sonucunda 25 kişi hayatını kaybetti, çoğu ağır 17 kişi de yaralandı.

Yaşanan bu ölümler, son yıllardaki en büyük trafik kazalarından bir tanesi olarak kayıtlara geçse de, ülkemizde her sene milyonlarca trafik kazası yaşanırken, binlerce insan hayatını kaybediyor, bir o kadarı yaralanıyor, yaralılardan bir bölümü hayatlarının geri kalanını tek başlarına sürdüremez hale geliyorlar.

Trafik kazalarının standart nedeni olarak “insani kusurlar” gösteriliyor. Nitekim, Diyarbakır’daki kazadan sonra olay yerinde incelemelerde bulunan Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, kazayı “katliam” olarak nitelendirirken şunları da söyledi:

“Saat 13.00 civarında katliam gibi meydana gelen kazada şerit ihlali ve aşırı hız var. Araçların fiziki durumuna ve ölü sayısına baktığımızda çok ciddi hız aşımlarının olduğunu ifade edebiliriz. Kural ve kaidelere uymak zorundayız. Bu kaza bunun en açık delilidir. Her şeyden önce insanların kendilerine denetlemeleri gerekiyor. Dünyanın en iyi yollarını da yapılsa, eğitimsiz olunca otobanda da katliam gibi kazalar oluyor.”

Her şeyin başı eğitim mi?
Vali Toprak’ın sözleri ilk bakışta doğru gibi görünüyor. Gerçekten de, istatistiksel olarak “insan faktörü” trafik kazalarında çok büyük bir rol oynuyor. Bu faktörler arasında uykusuzluk, dikkatsizlik, acemilik, alkollü araç kullanmak, aşırı hız, hatalı sollama, fazla yük taşıma, rutin araç bakımını yaptırmama gibi nedenler bulunuyor. Sayılan faktörler, kazalarda yüzde 94’lik bir rol oynuyor. Geri kalan yüzde 5 araç faktörü, yüzde 1 ise yol faktörü olarak değerlendiriliyor. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 2009 yılı kaza istatistikleri ise, insan faktörünün rolünü yüzde 99,54 olarak tespit ediyor.

Bu istatistiklerin güvenirliği bir tarafa, Vali Toprak’ın yaptığı açıklamadan hemen sonra karayolunda toplanan yurttaşlar valiye kazanın yapıldığı yolda bir süredir devam eden yapım çalışmaları yüzünden sürekli kaza yaşandığını söylediler. Yurttaşlara göre, yol yapım çalışması sırasında herhangi bir güvenlik önlemi de alınmıyordu. Toprak’ın buna yanıtı ise, "Bu yollar mecburen yapılıyor. Bu yolları böyle bırakamayız, yapım çalışmaları sürüyor. Bazı yollar yapım çalışmaları nedeniyle zaman zaman kapatılmak zorunda kalınıyor" şeklinde oldu.

Bunlar bir tarafa, örneğin kazaya sebep olan tuğla yüklü TIR’ın yükleme kapasitesi, nereden nereye mal taşıdığı gibi faktörler hiç hesaba katılmıyor. Çünkü gerek kamyon taşımacılığında, gerekse de otobüs işletmeciliğinde, en kısa sürede maksimum malı veya yükü bir yerden bir yere taşımak elzem olduğu için, aksi durumlarda sürücülerin patronları tarafından ücret kesme gibi cezalara da çarptırılabildiğinden dolayı, çoğunlukla insan yaşamına değer verilmiyor.

Yanı sıra, Türkiye kamuoyu “ilk yardım” rezaletlerine de yabancı değil. Durum yalnızca “eğitimsiz” yurttaşların kazalara müdahale etmesiyle ilgili değil. İşin diğer bir boyutu da, “geç gelen ambulanslar” ile bağlantılı.

Bir başka örnek ise, göçmenlerin ve mevsimlik işçilerin maruz kaldığı trafik kazaları. İstatistiklere bunlar da “insani kusur” olarak geçiyor, ancak gerçekte insanların alınıp satılması gibi çok daha temel bir sorunla karşı karşıya kalınıyor. Örneğin, 2008 yılında Türkiye'den Yunanistan'a geçmeye çalışan kaçak göçmenleri taşıyan küçük bir kamyonun Tekirdağ'ın Malkara ilçesinde dereye yuvarlanması sonucu meydana gelen ve Pakistan ve Myanmar uyruklu 18 göçmenin ölümü ve 23'ünün yaralanması ile sonuçlanan kazada, kazayı yapan sürücü olay yerinden kaçtığı için hastaneye geç haber verilmiş ve bu durum ölü sayısının artmasında rol oynamıştı.

Bir ‘ekmek kapısı’ olarak ehliyet
Konuyla ilgili soL Haber Portalı’nda görüşlerini paylaşan iki yazarımız da olmuştu. Trafik kazaları Kaan Arslanoğlu tarafından birkaç kez gündeme getirilmişti. Arslanoğlu, 9 Eylül günkü yazısında “trafik canavarı” deyiminin kapitalizm tarafından tedavüle sokulduğuna ve suçun kendini bilmez sürücülere atılarak gerçeğin gizlenmesine yardımcı olduğuna dikkat çekmişti:

“Bilindiği üzere dünya ölçeğinde kapitalizmin fikir babaları konuya “trafik canavarı” konseptiyle yaklaşıyorlar. Onlara göre bu katliam tümüyle bir takım kendini bilmez sürücülerin kabahati. O halde “canavar” ı boş verelim, söz konusu kişileri açıkça “terörist” ilan edelim. Konuyu da “terörizmle mücadele” bağlamında değerlendirelim. Bu şekilde daha radikal önlemler almak mümkün hale gelir. Örneğin bu trafik teröristlerinin tüm yakınlarını, hatta soydaşlarını izlemek ve onları suçlayıp baskı altına almak konuyu hayli politikleştirecektir.”

Arslanoğlu, 28 Ağustos 2009 tarihli yazısında da bir başka gerçeğe işaret etmişti:

“Trafik kazaları görünüşte siyasi bir sorun değildir. Trafik kazalarında sağ sol, milliyetçiler hainler, Kürtler Türkler, şeriatçılar laisistler gibi saflaşmalar yaşamayız. Hiçbir siyasi akım bu sorunu temel meselesi saymaz. Hiçbir aydın bu iş için yıllar boyu imza kampanyaları düzenlemez. Bu konuda çalışma yapmak kimseye siyasi bir kazanç sağlamaz, kimseyi gündemde önemli bir yere getirmez.

Demek bazılarının sorunu akan değilmiş.

Mevcut yasalar çerçevesinde bir siyasi irade, kayıpları birkaç ayda onda birine indirebilir oysaki. Fakat bu irade otomativ sermayedarlarının, petrol firmalarının kazançlarını önemli ölçüde düşürecek, dahası ekonomide birkaç yıl sürebilecek bir krize mal olabilecektir. O yüzden böyle bir irade gerçekleşmez.”

Arslanoğlu’nun ardından bir başka soL yazarı daha konu hakkında yazdı. Mesut Odman da “canavar” adlandırmasının saptırıcı rolünü yazarken, pek akla gelmeyen bir mevzuyu, Türkiye’de sürücü belgesi elde etmenin “altın bilezik” anlamına geldiğini ve bu yüzden bazen ehliyetin zannedildiğinden daha değerli olabileceğini söylemişti:

“Yanlış anlaşılmasın, o zaman da şimdi de, benim buradan çıkardığım sonuç ‘her şeyin başı, eğitim’ nakaratı değil. Bu durumun asıl hatırlattığı şu olmalı: Halkımızın “ehliyet” dediği belge, genç insanlar açısından, en parlak ve yüksek okulun diploması kadar değerli bir iş bulma umududur. O belgeyi edinen işsiz güçsüz genç için, ekmek parasının yolu, hem de öyle böyle değil, bastırdın mı kaçan bir motorlu aracın direksiyonuna geçerek serüvenden serüvene koşabileceği fiyakalı bir yol açılmış demektir.”

Bazı istatistikler
Emniyet Genel Müdürlüğü Trafik Hizmetleri’nin 2008 yılında yayımladığı rapora göre, trafik kazaları Türkiye’deki ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alıyor. Türkiye’de 2007 yılında 825,561 kaza meydana geldi ve bu kazalar 5007 kişinin ölümü ve 189 bin057 kişinin yaralanması ile sonuçlandı. 2008 yılında ise, 950 bin 120 kaza meydana geldi ve bu kazalar 4 bin 236 kişinin ölümü ve 184 bin 468 kişinin yaralanması ile sonuçlandı. 2009 yılında ise 1,034,435 kaza meydana geldi ve bu kazalar 4,300 kişinin ölümü ve 200,405 kişinin yaralanması ile sonuçlandı. İstatistikler, Türkiye’deki trafik kazalarındaki ölümlerin 4 bin-5 bin arasında seyrettiğini, bununla birlikte toplam kaza sayısının her yıl arttığını gösteriyor.

Türkiye uzun yıllardan beri, daha güvenli yolcu taşımacılığını sağlayan demir, deniz ve hava yollarına devlet yatırımı yapmıyor. Türkiye’de karayollarının yük taşımadaki payı yüzde 92 iken, yolcu taşımda bu pay yüzde 95’lere kadar çıkıyor. Kaza yoğunluğu olarak İstanbul, Ankara ve İzmir gibi üç büyük il ön plana çıkıyor.

(soL - Haber Merkezi)