Metin Çulhaoğlu yazdı: Paradigma sıkmaya başladı

Türkiye pek çok acıdan “canlı” bir döneme girmektedir. Dış politikadaki önemli dönemeçler, ekonomik kriz olasılığı, yaklaşan seçimler ve elbette ileriye çok şey devredebilecek Haziran Direnişi, bu canlılığın başlıca unsurları olacaktır.

Metin Çulhaoğlu - soL

Paradigma mahkumiyeti

“Sen de her melaneti AKP’ye bağlıyorsun” diyenler olacaktır belki ama ortada ciddi bir sorun var ve tartışmak durumundayız.

Sorun, AKP’nin varlığının ve on küsur yıldır iktidarda oluşunun, bu ülkedeki entelektüel/düşünsel yaşama getirdiği daralmadır.

Şöyle bir düşünün: Bu ülkede barış, hoşgörü ve anlayış egemen olsun, insanlar birlikte kardeşçe yaşasın diyenler, daha önce hiç yapmadıkları bir şeyi yapıp arzuladıkları toplumun kaynaklarını İslami metinlerde aramak zorunda kalıyorlar. İlle de dinci, doğrudan AKP yandaşı vb. olmaları da gerekmiyor “madem öyle, bu kaynaklara da bir bakalım” deme noktasına geliyorlar.

Salt ortada AKP diye bir olgu olduğu, halkın yarısı bu partiye oy verdiği için…

Ciddi bir daralmadır.

Sonra, sorsanız “ben hâlâ soldayım, solcuyum” diyen, üstelik kamuoyu üzerinde şu ya da bu ölçüde etkili olabilen kesimler vardır. Böyleleri de özellikle AKP dolayımıyla sabah akşam solla uğraşıyor, solu topa tutmayı solculuk sayıyor, giderek garip bir “solfobinin” esiri oluyor. Belirli bir siyasal-ideolojik duruş, solun geçmişteki ve bugünkü “hatalarını” kendi düşünsel dinamikleriyle değil ancak AKP’nin varlığı, söyledikleri ve yaptıklarıyla, bu kantara vurarak dillendirebiliyorsa, ortada ciddi bir sorun var demektir.

Gelelim “ulusal soruna”.

Bu sorunun çözümüne odaklananların, düşünsel planda AKP’nin “tarih tezini” (Cumhuriyet tarihi) pek çok noktada paylaşma gereğini duymaları, pratik siyasette de AKP-Erdoğan iktidarına fazlaca bel bağlamaları daralma değil de nedir?

Bunlar, madalyonun bir yüzüdür.

Diğer tarafta ise bir kez daha AKP’nin varlığı, söyledikleri ve yaptıkları nedeniyle, ama bu kez tam ters uçta bir tepkiyle düşünsel dağarcıklarını Kemalizm’le, Atatürkçülük’le ve bir başka “devrisaadetle” (Cumhuriyet’in ilk dönemleri) sınırlayanlar vardır.

Özetle, sınırları çizen, daraltan, her durumda ve her kesim için AKP’nin varlığı ve iktidarı olmaktadır.

Kuşkusuz, Türkiye’nin bugünkü düşünsel ortamı bunlardan ibaret değildir, bunlarla tükenmemektedir. Ancak başat paradigmanın böyle kurulduğunu kabul etmek durumundayız.

İlerletici yanı olmayan (gerilek) bir paradigmadır.

* * *

Bu gerilek paradigma aşılabilir mi?

Hemen söyleyelim: Diğer bütün koşullar aynı kaldığı sürece, salt entelektüel/düşünsel alanda bir yenilenme ve canlanma yaşanması, insanların beyinlerine adeta sihirli bir değnek değmişçesine yepyeni, mevcut paradigma ötesi fikirlerin ortaya çıkması mümkün değildir.

Entelektüel/düşünsel alan ya da yaşam, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir coğrafyada “içten yanmalı motor” olmamıştır. Bu alan, kimilerinin sandığından daha önemlidir, ama ilk harekete geçirici, ilk tetikleyici o değildir. Kendisi dışsal etkilerle harekete geçmiştir, tetiklenmiştir. Önemi ise kendisini tetikleyen dışsal etmenlere yol göstermesi, kanal açması ve daha ileri aşamaların neler olabileceğine ilişkin perspektifler sunmasıdır.

O zaman?

Türkiye pek çok acıdan “canlı” bir döneme girmektedir. Dış politikadaki önemli dönemeçler, ekonomik kriz olasılığı, yaklaşan seçimler ve elbette ileriye çok şey devredebilecek Haziran Direnişi, bu canlılığın başlıca unsurları olacaktır.

Canlandırıcı etmenlerle birlikte ortaya çıkabilecek arayışların, yerleşik paradigmayı orasından burasından kemirmesi, giderek zayıflatması mümkündür.

İşte bu döneme sıkı hazırlanmak gerekiyor.

Küçük bir “düzeltmeyle” bitirelim: Evet, düşünsel canlanma ve zenginleşme asıl olarak toplumsal yaşamdaki hareketlenmeyi izleyecektir ancak bu, o zamana kadar oturup beklemek şeklinde anlaşılmamalı.

Tohumlar önce de ekilebilir, kimi kovanlara şimdiden çomak sokulabilir, fincancı katırları hemen bugünden ürkütülebilir.

Yerleşik paradigma artık sıkmaya başlamıştır ve yeni arayışların nüveleri şimdiden görülebilmektedir.