İşte 'onlar'ın gençlik hikayeleri...

Öğrencilerin protestoları karşısında AKP’liler ve yandaş medya hep bir ağızdan “Bu olaylar provokasyon”, “arkalarında Ergenekon var”, “Şiddet kullanan vandallar”, “darbeye zemin hazırlıyorlar” nakaratını tekrarlıyor. Oysa, bu nakarat kendi hayat hikayelerini anlatıyor.

Son 60 yıllık Türkiye tarihi, sağcı iktidarların sağcı gençleri "kullanarak" "provokasyon" düzenlemesinin de tarihi. Bugün AKP'yi protesto edenlere dönük karalamaların ve hakaretlerin sahipleri, Başbakan Erdoğan'dan yandaş medya yazarlarına kadar, "kullanılmayı" çok iyi bildikleri için sürekli bu suçlamayı yöneltiyorlar. Yani, en iyi bildikleri suç ile "suçluyorlar"...

Tan Matbaası Baskını: Genç Turgutlar, Demireller, Erbakanlar...
Ülkemizdeki ilk büyük ‘öğrenci eylemi’ olarak da anılan 4 Aralık 1945 tarihli Tan Matbaası Baskını, devletin antikomünist “provokasyonlarına” ve sağcı gençliğin “kullanılmasına” dair en açıklayıcı örneklerden biri.

Bu matbaa, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, devletin tüm baskılarına karşı, antifaşist cepheyi destekleyen Zekeriya-Sabiha Sertel çiftine aitti. Matbaada basılan Tan gazetesinde Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Behice Boran, Mehmet Ali Aybar gibi isimlerin yazıları yayımlanmaktaydı. Savaş yılları boyunca devletin ve tüm kanatlarıyla sağcı basının Nazilere yakın durduğu biliniyordu ve Sertellere dönük oldukça fazla “tepki” birikmişti. Savaşın ardından müttefik olarak ABD’nin seçilmesi ve buna uygun olarak Sovyetlere karşı düşmanca tavır alınması sol üzerindeki baskıları da beraberinde getirdi. Devletin ve sağcı basının açık kışkırtması ile 4 Aralık günü Beyazıt Meydanı’nda toplanan sağcı-turancı gençler Cağaloğlu’na doğru yürüyüşe geçtiler. Ellerinde balta, balyoz ve sopa olan sağcı gençler, matbaadaki makinaları parçaladılar, camları kırdılar, gazete ve dergileri yırttılar. Yanlarında getirdikleri kızıl renkte mürekkeple Sertelleri boyayarak İstanbul sokaklarında gezdirmek isteyen sağcı gençler, Sertelleri bulamayınca Beyoğlu’na doğru yürüyüşe geçtiler. Yol üstündeki solcu eğilimli kitabevleri basıldıktan sonra, Beyoğlu’nda, Sabahattin Ali tarafından çıkartılan La Turquie isimli gazetenin basıldığı matbaa yağmalandı. Beyoğlu’nda ne kadar sol eğilimli gazete varsa, sağcı gençler tarafından parçalandı.

Polis, olayları izlemekle yetindi. Olay nedeniyle hiçbir sağcı genç yargılanmadı. Olayla ilgili yargılanan sadece 2 kişi oldu: Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel. İkisi de 3 ay tutuklu kaldı. (Nâzım Hikmet, Düşman isimli şiirini Tan Matbaası baskınının ardından yazar ve hapisteki Sertellere gönderir. Aziz Nesin de "Ey Türk Faşisti" başlıklı yazısını yine bu olay üzerine yazar.)

Peki bu sağcı gençlerin arasında kimler vardı Turgut Özal, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan

‘Üstat’ Necip Fazıl Kısakürek, baskının hemen öncesinde, Vakit gazetesinin penceresinden, gençleri selamladı.

Süleyman Demirel yıllar sonra bu baskınla ilgili “Komünizm karşıtlığı çok revaçtaydı o havadan etkilenmemek mümkün değildi” açıklamasını yaptı.

6-7 Eylül olayları: Sağcı DP sağcı gençleri kullanırken…
6-7 Eylül 1955 tarihinde İstanbul ve İzmir’de gayrimüslim azınlıklara karşı gerçekleştirilen linç ve yağma olayları, yine sağcı gençlerin “kullanılması”na ve sağ iktidarın “kullanmasına” verilebilecek önemli örneklerden biri.

Artık, Demokrat Parti’nin isteği üzerine MİT tarafından organize edildiği belgelerle ve itiraflarla kanıtlanmış olan olayların iki amacı vardı Gayrimüslim sermayenin Türk-müslüman ellere geçmesi ve Kıbrıs konusunda milliyetçi ‘duyarlılık’ yaratılması.

Dönemin DP’li Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, o günlerde, İngiltere’nin Türkiye’den Kıbrıs ile “ilgilenmesini” talep etmesi üzerine, Londra Konferansı’na katıldı. İngiltere’nin hakemliğinde Yunanistan ile yarışan Türkiye’de, o güne dek pek gündem olmayan Kıbrıs konusunun, gündem olması gerekiyordu. MİT’in Mustafa Kemal’in Selanik’te doğduğu evi kundaklaması “provokasyonu” ile olaylar başladı.

Özellikle Kıbrıs Türktür Derneği’nin öncülüğünü yaptığı olaylarda çok sayıda ev ve işyeri yağmalandı. Bu sağcı-faşist derneğin üyelerinin çoğunluğunu ise sağcı üniversite öğrencileri oluşturuyordu.

Bu olayda da “kullanılan” sağcı gençler olurken, yargılanan ise Aziz Nesin gibi solcu aydınlar oldu.

Necip Fazıl: Ah, Menderes gençleri tam kullanamadı!
DP iktidarının diktatörlüğe varan politikalarına karşı gerçekleştirilen 27-28 Nisan 1960 tarihli öğrenci eylemleri ile ilgili ‘Üstat’ Necip Fazıl Kısakürek’in Demokrat Parti lideri Adnan Menderes’e dönük en büyük eleştirisi sağcı gençleri “kullanmaması”!

Üstat şöyle diyor: "Partine bağlı milliyetçi ve mukaddesatçı gençliği kendi elinle boğmak yerine, ne yapıp yapıp, dere, tepe, bunları dörtlü ümit yaprağı ararcasına bulmak ve demetlemek icap ettiğini bilemedin ve ona göre davranamadın!…" (Benim Gözümde Menderes, Necip Fazıl Kısakürek, Büyük Doğu Yayınları, 2. Baskı / s. 518-520)

Kanlı Pazar: “Kullanılan” sağcı gençler arasında Abdullah Gül de vardı...
16 Şubat 1969 tarihinde, Dolmabahçe’de demirlemiş bulunan Amerikan 6. Filosu’na karşı işçiler ve öğrenciler tarafından organize edilen “Emperyalizme ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü”ne yapılan kanlı saldırı da sağcı gençlerin “kullanılmasına” dair önemli örneklerden biri.

Bu olay, birçok AKP’li bakan ve milletvekilinin ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün gençliklerinde nasıl “kullanıldığının" da örneklerinden.

1967 yılından itibaren belirli aralıklarla Dolmabahçe açıklarına demirleyen 6. Filo, 10 Şubat 1969 tarihinde bir kez daha geldi. Filoya karşı antiemperyalist gençlik yürüyüşleri düzenlendi. 16 Şubat’ta ise büyük bir yürüyüş düzenlenecektir. Komünizmle Mücadele Dernekleri ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) de “provokasyon” hazırlıklarına başlar. Bu yürüyüşe karşı, 14 Şubat’ta gerici ve faşist gençlerin yoğunlukla katıldığı ‘Bayrağa saygı mitingi’ düzenlenir. Dönemin Komünizmle Mücadele Dernekleri Başkanı İlhan Darendelioğlu, MTTB’nin Cağaloğlu’ndaki merkezinde sağcı gençlere şöyle seslendi:: “… Pazar günü komünistler miting yapacak, biz bu mitingde savaşacağız. Silahı olan silahıyla, olmayan baltasıyla gelsin…”

Aynı Darendelioğlu, 1969'da Adalet Partisi'nden milletvekili oldu. Denizlerin idamı Meclis'te oylanırken yaptığı konuşmada "Bugün burada karara bağlayacağımız konu, elini kana bulamış, hıyaneti ve mutasavver cinayeti tespit edilmiş üç komünist anarşist hakkındaki idam cezasının uygulanması, bir formalitenin yerine getirilmesidir..." ifadelerini kullandı.

Şu an Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül, o dönem, MTTB’nin İcra Kurulu Başkanıdır.

16 Şubat’ta ‘Emperyalizme Hayır, Sosyalizme Evet’, ‘Köylüye Toprak Yok, Amerikan Üslerine Toprak Çok’, ‘Vietnam’da Barınamayan Türkiye’de Tutunamaz' sloganları ile yürüyen 40 bin kişilik kitle, Taksim Meydanı’na gelindiğinde önce polis, hemen sonrasında da, yine çoğunluğunu sağcı gençlerin oluşturduğu toplamın baltalı, bıçaklı, sopalı saldırısına uğradı. TİP üyesi 2 işçi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi ise yaralandı.

Abdullah Gül ve şu an AKP’de bakan ve milletvekili olan birçok kişinin bu saldırıda yer aldığı iddia edildi.

“Darbeye ortam hazırlamak” mı dediniz: 1977 1 Mayıs Taksim, Beyazıt, Bahçelievler, Çorum, Maraş…
1 Mayıs 1977 Taksim Katliamı, 16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı, 9 Ekim 1978 Bahçelievler Katliamı, 19 Aralık 1978 Maraş Katliamı, 28 Mayıs 1980 Çorum Katliamı…

Bu katliamların, 12 Eylül darbesine giden yolun taşlarını döşeyen olaylar olduğu artık nesnel bir veri. Bu katliamların devlet ve ABD-NATO’ya bağlı Gladio tarafından organize edildiği, sağcı gençlerin “kullanıldığı” da bugün artık nesnel bir veri.

Özellikle Ülkücü Gençlik Dernekleri üyesi gençler tarafından gerçekleştirilen bu katliamlar, bugün çokça dillendirilen “darbeye ortam hazırlanması” işlevinin başarıyla yerine gitirildiği olaylar olarak tarihte yerini aldı.

Bugün, AKP’yi protesto edenleri “patolojik” olmak ve “darbeye ortam hazırlamakla” suçlayan Zaman gazetesi yazarı Mümtaz’er Türköne, bu katliamlar olduğu dönemde ülkücüydü ve dönemin Ülkü Ocakları Başkanı olan Muhsin Yazıcıoğlu 2009 yılında öldüğünde ardından şu satırları yazdı:

"Türkiye'nin açık duran temiz sayfalarından biriydi. Onun arkasından yazmak ve bu sayfanın kapandığına şahit olmak çok zoruma gidiyor. O bizim gençliğimizin lideriydi. Hep, hem bizden, hem de bizden fazla biriydi. Kendimizi onda bulduk ve onunla temsil ettik.

O bizim yüreğimiz, bizim duruşumuz, bizim sesimizdi. Zaman zaman korksak da, o bizim hiç geri adım atmayan cesaretimizdi. Dünya telaşı ile yalpalarken, o cetvelle çizilmiş gibi dümdüz yolunda ilerleyen gölgemizdi. Hiç eğilmeyen başımız, hiç zedelenmeyen onurumuzdu.

1976 yılının Eylül ayının başlarıydı. Siyasal'da yeni öğrencilerin kayıtları devam ediyordu. Dev-Yol, fakültenin girişine masayı kurmuş, gelenleri zorla derneğe kaydediyor, haraç alıyordu. Bize selam verip kayıt yaptırmaya gidenlerden birkaçını da sıkıştırmışlar. Sorumluluk bendeydi. Yardım istedim. Site Yurdu'nda iki kişi beni buldu. Mütevazı ama çok kararlı görüneni benimle konuştu. Muhsin Yazıcıoğlu ile ilk karşılaşmamdı. İki saat sonra, kulaktan kulağa yayılan, iki kişinin Siyasal'ı bastığı ve iki metre boyundaki Sedat'ın herkesin ortasında adamakıllı dayak yediğine dair inanılması güç bir rivayeti dinliyordum. Birkaç gün sonra burnu bantlı Dev-Yol liderini görünce ben de bu hikâyeye inandım. Bu anekdotu, 70'li yılların Muhsin Başkan'ını resmetmek için aktardım. O yıllarda onu tanıyan herkes, size benzer hikâyeler anlatacaktır.”

Emre Deveci (soL)