İşte Devlet'in rolü!

Kürt kökenli vatandaşlara dönük linç girişimleri gittikçe yayılırken, devlet sadece izlemekle yetiniyor. Pasif barikatlar kuran ve olaylara müdahale etmeyen emniyet, olayların büyümesinde de etkin rol oynuyor.

Kendisine yönelen en ufak eylemleri bile sert bir şekilde bastırmaktan kaçınmayan devletin güvenlik güçleri, birkaç gündür devam eden linç girişimlerini neredeyse izlemekle yetiniyor. Sadece barikatlar kuran ve çok uç durumlarda havaya ateş etmekle yetinen emniyet güçleri, saldırgan gruba karşı yapılanları olumlar bir tarzda davranarak saldırganlara cesaret veriyor.

İnegöl-Hatay-Erzurum’da “sevecen” devlet!
İlk olarak İnegöl’de başlayan olaylar daha sonra Hatay ve Erzurum’a yayıldı. Yer yer linç girişimlerine dönüşen saldırılar, güvenlik güçlerinin “pasif” engelleri sayesinde daha da büyüdü.

İnegöl’de yaşanan tartışma üzerine 3 Kürt vatandaşın gözaltına alınmasının ardından karakolun önüne gelen faşist güruh, gözaltındakilerin kendilerine teslim edilmesini istedi. Polisin havaya ateş açması üzerine daha da saldırganlaşan grup birçok polisi yaraladı, araçlara zarar verdi. Polislerin saldırganlara karşı “yapıcı” bir tavır takınması dikkat çekti. Buradan mahallelere yayılan gruplar Kürtlerin yaşadığı evleri taşladı, işyerlerini ateşe verildi.

Etrafa saldıran ve önüne gelen her şeye zarar veren bu kitleyi dağıtmakta yetersiz kalan emniyet güçleri, kitleyi dağılması için sözlü olarak ikna etmeye çalıştı. Genel olarak toplumsal olaylarda polislerin kullandığı “robocop” kıyafetleri giyinmediği gözlenen polislerin saldırgan grubu ikna etme çabası sonuçsuz kaldı. Pek çok polisin yaralanmasına karşın polisin “yapıcı” tavrından vazgeçmemesi dikkat çekti.

Hatay’da da askerin pasif tutumu faşist güruhu cesaretlendirdi. Dörtyol’da BDP binasına saldıran, Kürt vatandaşların evlerine ve işyerlerine zarar veren güruh, gözaltına alınanların kendilerine teslim edilmesini isteyerek olay çıkarttı. Burada da askerler havaya ateş açtı. Olayları izlemekle yetinen Vali, akşamları sokağa çıkılmamasını önerdi. Faşist grup, evlerine ve işyerlerine Türk bayrağı asmayanlara da saldırdı.

Olayların yaşandığı sırada polislerin sadece izlemekle yetindiği ve saldırganları sözlü olarak uyardığı kameralara yansıdı. BDP binasının yakılmasından sonra birkaç resmi kıyafetli polisin olay yerine gelmesi ve kitleye ciddi bir müdahalede bulunulmaması da kameralara yansıyan görüntülerdendi. Emniyet Müdürü ve Vali’nin saldırganları ikna etmek için onları övmeyi tercih etmeleri ve saldırganlara hesap verir tarzda açıklamalarda bulunmaları dikkat çekti.

Erzurum’da da benzer bir tablo yaşandı. KCK Davası’nın duruşması için Erzurum’a gelen BDP’lilerin araçları taşlandı, BDP’liler linç edilmek istendi. Dağpınar Belde Belediye Başkanı BDP’li Ayhan Erkmen’in aracına saldırıldıktan sonra olay yerine gelen Emniyet Müdürü, bir taksinin camından Türk bayrağı sallayan gencin elinden bayrağı alan polis memurunu azarlayarak, “Sana mı düştü o bayrağı almak?” dedi. Gençleri yanaklarından öpen Emniyet Müdürü Çelik, “Sizleri seviyorum” diyerek toplananların dağılmalarını sağladı.

Polislerin “anlayışlı” davrandığı toplumsal olaylar sadece bunlar değildi. Daha önce birçok yerde gerçekleşen linç girişiminde polislerin aynı tutumu takındığı biliniyor. Örneğin mevsimlik Kürt işçilerine karşı Sakarya’da olan linç girişimleri de polisin yetersiz kaldığı örneklerdendi. Trabzon’da solcu öğrencilere yönelik linç girişiminde de polis öğrencilerin güvenliğini sağlamak açısından yetersiz kalırken, saldırgan gruba karşı müsamahalı olması dikkat çekmişti.

Devlet bu kadar sevecen mi?
Kürt vatandaşlara saldıran faşistleri “vatanını seven insanlar” olarak niteleyen ve onlara “sizleri seviyorum” demekten çekinmeyen devlet, kendisine yönelen en ufak eleştirilere bile sert bir şekilde müdahale etmekten çekinmiyor. Başkalarına yönelen şiddeti izleyen devlet, kendisine yönelik eylemlere karşı ise şiddeti maharet sayıyor.

Pazar gecesinden beri devam eden gergin ortam Güneydoğu’ya da sıçradı. Bölgede yaşanan gergin anlarda polisin İnegöl, Hatay ve Erzurum’daki kadar “anlayışlı” olmaması dikkat çekti.

Devletin kendisini rahatsız edenlere karşı ne kadar tahammülsüz olduğunu en iyi gösteren örnek, Tekel işçilerinin aylarca süren direnişiydi.

Tekel işçilerini daha Ankara’ya geldiği ilk günde saldırı ile karşılayan polis, direniş süresinde de fırsat buldukça aynı tavrını sürdürdü. İşyerleri kapatılan Tekel işçilerinin özlük hakları korunarak başka kamu kurumlarına nakil hakkı için Ankara’da başlattığı direnişe polis vahşice saldırdı. Onlarca işçi gözaltına alınırken, polisin saldırısı nedeniyle fenalaşan işçiler, ambulanslara zor yetiştirildi. Daha sonra Tekel işçilerinin yaptığı eylemlere de polis sert bir şekilde müdahale etti.

Devletin “sevecenliğini” gösteren bir diğer olay da 1 Mayıs. Bu yılki 1 Mayıs kutlamaları her ne kadar sakin geçmişse de daha önceki yıllarda 1 Mayıslar, devletin kaba şiddeti ile özdeşleşmişti.
1 gün boyunca İstanbul’u hapishaneye çeviren emniyet güçleri, ara sokaklarda birçok şiddet eylemine başvurmuştu. Yüksek miktarda göz yaşartıcı gaz ve gaz bombası kullanılırmıştı. Yüzlerce insan gözaltına alınırken, emniyet zaman zaman işi canlı yayın araçlarına el koymaya kadar vardırmıştı.

Geçtiğimiz yıl IMF-Dünya Bankası toplantılarının İstanbul’da yapılması sırasında da benzer sahneler yaşanmıştı.
Taksim’de toplantıları protesto etmek için toplananlara karşı polisin müdahalesi çok sert olmuştu. Polis, yoğun ve kontrolsüz kullandığı gaz bombaları ile Taksim Meydanı'nı bir gaz bulutu altında bırakmıştı. Sonradan yapılan açıklamalara göre polis 6 Ekim günü sadece Taksim'de 192 adet SMOKE adı verilen ve elle atılan gaz bombası kullandı, ayrıca panzerlerden püskürtülen tazyikli suya 140 litre göz yaşartıcı solüsyon katılmıştı. 6 Ekim'de polisin kullandığı gaz sonucu bir kişi yaşamını yitirdi.

(soL - Haber Merkezi)