İslamcı ve neoliberal projenin Kürtlerle dansı

Türkiye tarihsel bir kırılma yaşıyor. Bir kez daha, kırılmanın yaşandığı fay hatlarından bir tanesi Kürt sorunu. 2014 Newroz’una girerken, AKP’nin “Kürt açılımı”nın ne olduğunu, neleri hedeflediğini ve nereye vardığını anımsamakta yarar var.

Özkan Öztaş

Kürt sorunu, Kürdistan coğrafyasında muktedir olan tüm ülkelerde hafızlarda en çok yer eden sorunlardan biri, çoğu zaman da ilki olmuştur. Kimi yaklaşımlar sorunu ulusal ya da etnik olarak genellese de durum daha çok muktedir olan partilerin sınıfsal karakterlerindeki bilinçli tercihten kaynaklanıyordu diyebiliriz.

İlk olarak 1639 yılında Kasr-ı Şirin antlaşması ile Safevi ve Osmanlı devletleri arasında pay edilen Kürdistan, sonrasında da Lozan süreci ile birlikte Türkiye, Irak, İran ve Suriye arasında pay edilmişti. O süreçten sonra Kürt ulusal sorunu, hem ulusal hem de uluslararası bir sorun haline gelmişti. Her ülke kendi içinde Kürt sorununu bir diğer ülkeye karşı koz olarak kullanma kaygısına girerken, içeride de Kürt ulusal bilinçlenmesine ket vurarak, Kürt hareketlerini baskılayarak, Kürt kültür ve sanatını sansürleyerek yoluna devam etti.

İnkar ve imha siyaseti
Kürdistan coğrafyasının önemli bir bölümünü kapsayan Kürdistan’ın kuzeyi Türkiye sınırları içerisinde yer almaktadır. Bu yanıyla durum basit bir toprak hesabı olarak görülse de aynı zamanda demografik ve siyasal olarak da en çok devinen ve veriler sunan yer, yine Türkiye olmuştur.

Türkiye burjuvazisi mümkün mertebe Kürt sorununu baskı yoluyla göğüslemeye çalıştı ve Kürt halkının varlığını uzunca bir dönem reddetti. Kürtlerin aslında Türklerin bir kolu olduğu, dağ Türkleri olduğu, meşhur “kart-kurt-Kürt” fasılları ile bir mücadele dönemi oldu. Kürt halkının varlığını kabul etmek şöyle dursun, konuya değinmeye ihtiyaç dahi duyulmayan bir süreç olmuştu.

Türkiye Cumhuriyeti gibi geç kapitalistleşen ülkelerde genelde ulusal bilinç gelişkin olmadığı için devlet aynı zamanda bu ulusal bilinci örmeye çalışan bir aygıt olarak da varlık gösteriyordu. İtalya’da birliğin sağlandığı 18. yüzyıl sonlarından sonra siyasal olarak İtalyan ulusunu yaratma çabasının çıktısı olan Massimo D’azeglio’nun tarihe geçen “İtalya’yı yarattık sıra İtalyanlarda” sözü, Türkiye’de Türk ulusunun yaratılma sürecinin izdüşümü olarak görülebilir.

1923 yılından itibaren Kürt sorunu ve “açılımı” farklı boyutlarla ve parametrelerle ele alınabilir. Çoğunlukla inkar ve imha yoluyla devam eden süreçlerde hem muhatap alınmış hem de düşman sayılmış Kürt temsilcileri de verdikleri mücadelelerle mesafeler kat etmiştir. Yer yer TRT’nin yaptığı Kürtçe derlemeler, Antep radyosunda kimi Kürtçe ezgilere yer verilmesi, “bizim Kürtlerimiz Irak Kürtlerinden daha rahat yaşıyor” gibi çıkışlarla Kürt ulusal hareketlerini pasifize etme çabalarıyla yol alınmaya çalışıldı.

İster adı Şaki ile mücade, ister “Doğu sorunu”, isterse de Kürt sorunu adı verilsin her nasıl anılırsa anılsın Türkiye burjuvazisinin en temel yaklaşımlarından biri, bu konuda sermaye düzenini korumak için çoğunlukla Türk halkını bölünme korkusu ile konsolide etme çabasıdır.

Yeni rejim ve Kürt sorunu
AKP iktidarını, bu bağlamda, gelmiş geçmiş tüm burjuva partilerinden farklı bir yere koymak gerekecektir. Bu AKP’nin ABD destekli bir proje partisi olmasıyla birlikte aynı zamanda bu projede 1990’lı yılların ardında reel sosyalizmin çözülüşünün akabinde ABD’nin Ortadoğu projelerine de en uyumlu neoliberal, İslamcı parti olması ile de ilintilidir.

AKP, yeni bir rejim kurarken elbette Türkiye’nin en köklü sorunlarında biri olan Kürt sorununu görmezden gelemezdi. Bu hem sözümona köklü değişimlerin inandırıcılığı için hem de önceki iktidarların çözemediği bir sorunu çözdüğü için kıymetli olacaktı.

İslamcılıktan Kürt sorununa çözüm çıkar mı?
İlk olarak farklılıklara bakalım…

Öncelikle AKP’yi Türk-İslam sentezinin bir ürünü olarak görmek mantıklı olacaktır. AKP, gerek yeni rejimin inşası yolunda, gerekse Kürt sorununu çözmek noktasında İslamcı karakterini alabildiğine öne süren, bunu yaparken de kendi tabanını konsolide etmeyi başarabilecek bir zeminde duruyordu. Yani aslında sorunun köklü bir biçimde çözümünden uzaklaşsa da, İslami karakterlerden beslenen bir temas, hem çözüme dair ilksel özellikler barındırıyor hem de bir heyecan yaratıyordu.

İslamcılık temelinde kurulan temaslar, AKP iktidarından önce de bir müdahale türüydü. Kürtlerin aslında Türk olduğu tezlerinin boşa çıktığının ya da işlevsiz olduğunu gören görece laisist-Kemalist iktidarlar bile yer yer İslami unsurları öne çıkararak Kürtleri asimile etme yollarını denemişlerdi. Kürtçe okunan hutbeler ve Şafi mezhebinden Kürt imamların bölgede görevlendirilmesi, buna verilecek örnekler arasında yer alır.

Ancak AKP zaten Türk-İslam senteziden beslenen ve İslamcı karakteri ağır basan bir parti olduğu için Kürt sorununda İslamcı bir temas hem eğreti durmuyor hem de AKP açısından göreceli olarak deneyimli oldukları bir kulvar oluşturuyordu.

1990’lı yılların ardından gelinen süreçte Ortadoğu’da neoliberal dönüşümler İslamcı karakterle yürütülüyordu. Bu İslamcı ve neoliberal müdahaleler yer yer de askeri güçle destekleniyordu. Irak işgalini bir yanıyla da bu şekilde okumak anlamlı olacaktır.

“AKP süreçte (Ortadoğu’daki değişimlerde üstlendiği rol üzerinden – Ö.Ö.) güç kazanırken” keskin ulus devlet söylemini İslami ve neoliberal bir zeminde seyrelterek yoluna devam ediyordu. (Aydemir Güler, İkinci Cumhuriyetin Düzeni, s.223)

Çözüm, açılım, barış: Kim, nasıl okudu?
AKP, Kürt sorununa ilişkin bu sürecin adını yer yer “çözüm” ya da “açılım”, yer yer de barış süreci olarak kodlamıştı. Fakat bütün bu kodlamalarda AKP açısından esas olan, Kürt halkının haklarının verilmesi, yıllardır verdiği mücadelede çektiği acıların dindirilmesinden ziyade, kendi kurumsallığını oluşturmak, gücüne güç katmaktır. Bunun için gerek kamusal alanda gerekse devlet katında kimi değişiklikler ve “temizlikler” yapmıştır. Ergenekon operasyonu, bu pencereden bakınca, aynı zamanda Türk ulus kimliğinin İslami argümanlarla seyreltilmesinin önündeki engelleri de kaldırmayı hedefleyen bir operasyon olmuştur. Kürt siyasi hareketi ise bu durumu, AKP’nin neyi, nasıl yapacağından bağımsız olarak bu süreçten güçlenerek çıkmak için bir fırsat olarak okumuştur.

Fakat burada Kürt hareketi, sürecin “belirleyeni” olmaktan uzak, meseleyi ilerletmek için zorlayan bir aktör görünümü vermiştir. Sürecin belirleyeni olamamak konusuna istisna teşkil eden tek örnek olarak Rojava gösterilebilir. Rojava, İslamcı çetelerle emperyalist müdahalecilerden bağımsız, onurlu bir tercih olarak okunmalıdır.

YARIN:
- Şemdinli baskını
- TRT 6’nın açılması ve Öcalan’ın çözüm paketi
- Habur’da yaşananlar
- DTP’nin kapatılması

AKP’nin "Kürt açılımı"nın dönemleri
AKP tarafından açılan faslın ilk dönemi, 2005 yılında Şemdinli olayları ile gerilen ve 2006’da PKK’nin ateşkes süreciyle tekrar müzakere sürecine evirilen kesit. Bu kesitte kimi açılımlarla yol alındı. TRT Şeş’in açılmasıyla zirveye çıkan dönem, Öcalan’ın “çözüm paketi”ni açıklamasıyla da devam etti.
Habur’dan gelen PKK’lilerden sonra yeni bir dönem başladı. Bu süreci de öldürülen Kürt öğrenciler ve DTP’nin kapatılması gibi bir dizi operasyonun yapıldığı iki alt döneme ayırmak, hatta bunları da kendi içinde farklı dönemlere bölmek mümkündür. Ancak AKP’nin temel yaklaşımı, “Kürt açılımı” olarak tarif edeceğimiz sürecin bütününde, Kürt siyasi hareketinin süreçten fazlaca yararlanması ve gelişmesini engellemek amacıyla yer yer şiddetle meseleyi farklı bir yere taşımasıdır.

Şemdinli baskını, Oslo görüşmeleri, 2013 Newroz’unda açıklanan İslam kardeşliği söylemi 2003 yılında işgal edilen Irak’ta Newroz ateşleriyle karşılanan hava saldırısının akabinde hızla serpilen Amerikancı Kürt örgütlenmesi ve Barzani Leyla Zana’nın Erdoğan çıkışları yine bu çerçeveden okunması gereken örneklerdir. Yarın bu örnekler üzerinden “açılım” sürecini irdelemeye çalışacağım.