Evet, mesele 3-5 ağaç değil!

Taksim Dayanışması Sekreteri Mücella Yapıcı ile Haziran Direnişi’nden Eylül’e uzanan süreci değerlendirdik. İktidarın kaçak inşaatı korumak için halkına karşı nasıl savaş açtığını anlatan Yapıcı, “bu hukuksuzluk, bu zorbalık artık bizim hayatlarımıza zarar veriyor” diyor.

Sunay Gedik - soL

Eylül ayıyla birlikte Türkiye’de yaşanan eylemler arttı ve gözler yeniden Taksim Dayanışması’na (TD) çevrildi. TD bunu nasıl değerlendiriyor, yoluna nasıl devam edecek?
Taksim Dayanışması için mevsimsel bir süreç söz konusu değil. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimler öncesinde ortaya çıkardığı Taksim Yayalaştırma Projesi’ne, mega projelere karşı oluşturulmuş bir dayanışma ve işlevi henüz bitmiş değil. İşlevi bittiğinde, talepleri karşılandığında her dayanışma gibi dağılacaktır.

TD başından beri Gezi Parkı ve meydanı asla ayrı algılamadı. Biz Yayalaştırma Projesi’nin tümüne karşıyız. Bunun için hala mücadele ediyoruz çünkü sorun bitmedi. Planı iptal ettirdik ama Danıştay süreci var. Dolayısıyla TD’nin yola çıktığı günkü derdi devam ediyor ve derdimize dert eklendi. Biz bu süreçleri takip ederken çok büyük hukuksuzlar ve usulsüzlükler yapıldı.

Dayanışmanın artık yaşamsal talepleri var, o talepler yerine getirilene kadar da Taksim Dayanışması var olacak. Barışçıl, şeffaf ilkelerinden de asla ödün vermeyecektir.

TD tam olarak neye karşı çıkıyordu, mesele 3-5 ağaç mıydı?
Bahsettiğim hukuksuzlukları biraz açayım. Öncelikle asıl sorun, hiçbir mesleki ve bilimsel kurala uymayan ve toplumsal fayda taşımayan projenin kendisidir. Başbakan’ın projesi olarak ilan edilme ve uygulanma süreçleri de var ki bu durumu artık herkes biliyor. Ben çok fazla bilinmeyenleri anlatayım.

Birinci usulsüzlük, Tarlabaşı Meydanı’na giren Cumhuriyet Caddesi’nde yapılanlardır. Tarihi ve kentsel değeri olan Cumhuriyet Caddesi üzerinde yüzü aşkın tarihi çınar yaşardı. Sadece Tarlabaşı ve Talimhane’deki rant alanlarına yapılacak yeraltı otoparklarını beslemek adına o battı çıktı inşaatına başlandı. Ki bugün o battı çıktının da hukuksuz olduğu yargı kararıyla da tespit edildi. Can havliyle bütün şirketlere yazı yazdık bu usulsüz ihaleye girmeyin diye, sadece bir şirket derdimizi anladı ve geri çekildi. Bunlar pek bilinmeyen süreçler. Oysaki bütün belgeleri ortada. Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası web sitelerinde bulabilirsiniz.

Özellikle hiçbir planda olmayan, trajikomik bir şekilde Divan Oteli tarafında kaçak olarak inşa edilmiş bir battı çıktı var. O yeraltı girişi hiçbir planda yok, davayı kazandığımız planda da yok, Tayyip Efendi’nin reddi reddediyorum dediği o Topçu Kışlası’nın planında da yok. Trajikomik hikaye şu: Şimdi bunlar oraya battı çıktıyı yapıyorlar, sonra bir de bakıyorlar ki yaya yolunu unutmuşlar. Eee ne olacak, şimdi yaya yolunu unutunca ne oluyor, Intercontinental Ceylan Hotel, İstanbul’un kazığı Gökkafes’tekiler geçemiyor Taksim’e, Taşkışla geçemiyor.. Kaçak, projesiz, dava sonuçlanmadan yangından mal kaçırır gibi yaptıkları için unutmuşlar efendiler.

ÖNCE YIKALIM SONRA BAKARIZ
Yolu apar topar yeraltına aldıktan sonra... Eee yaya yolu nerede? Bu beyler kimse uyanmadan, bir gece yarısı buraya girelim, ağaçları filan yok edip 5 metre yaya yolu yapalım, sabaha da iş bitmiş olsun diyorlar. Bütün işler böyle yapılıyor, her şey usülsüz ve vandalca yapılıyor. Bakın Emek Sineması da öyle yıkıldı, şimdi orada da dava kazanıldı. “Biz yıkalım da hukukta kazansalar bile ‘yaptık oldu bikere’ deriz” mantığı var. Halkımızın bu konuda çok güzel atasözleri var, söylemeyeceğim. Bunlar emrivaki yapıp, fiili bir durum yaratıp, hukuk yapamazsın dese de “e ne yapalım bir kere yaptık” diyorlar. Tecavüze uğrayana doğur diyorlar ya. Kentte de bu anlayış var. Bu kente açıkça tecavüz ediliyor. Sonucunda birtakım alışveriş merkezleri, dönüşüm projeleri filan doğuyor. “E ne yapalım doğdu çocuk sermaye bakar.” Anlayış budur.

KAÇAK İNŞAATA DEĞİL BİZE MÜDAHALE ETTİLER
Halkın çağrısı üzerine kaçak inşaatın başlatıldığı gece yarısı parka gittik. Bu kepçelerin nereden çıktığını, ne yapmakta olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Kuruldan izin alınmış olsa, geçse o da değil, öyle bir durumda benim haberim olurdu. Çünkü ben kurul gözlemci üyesiyim. Kurula soruyoruz, asla yok böyle bir şey diyorlar, projede yok, e ne bu? Kaçak! O gece “şantiye şefin var mı” diye soruyoruz. Yanıt, “yok.” Güvenlik yok. Durdurduk. Gece orada kaldık. 30 kişi falandık, işte mahallenin ihtiyar teyzeleri, parkın sahipleri olan sokak çocukları, trans bireyler... Ertesi gün söz verildi bize, sabah bir mimar arkadaşımla şantiyeye gidip projeyi görmek istedik. Şantiyede bizim karşımıza sadece kepçe operatörü çıktı. Tekrar sorularımızı sorduk, Proje nerede, şantiye şefiniz nerede, mimarınız nerede? Yok. Kiminle konuşuyoruz, kepçeci. Ruhsat yok.

Kurula gittik, kuruldan böyle bir onay verilmediğini öğrendik. Tekrar döndük Gezi’ye. Baktık ki kepçeler yeniden parkta bu sefer çevik kuvvet eşliğinde. Bütün İstanbul milletvekillerini çağırdık. Mesele ağaç meselesinden çıkmıştı, bu hukuksuzluk, bu zorbalık artık bizim hayatlarımıza zarar veriyordu. Onun üzerine birdenbire saat 11’e doğru 30-40 sivil adam geldi. Geldiler o kaçak inşaata siper oldular, ondan sonra patır patır çevik kuvvet geldi. Onlar da arkalarını kaçak inşaata dönüp siper oldular ve biz orada onların önünde kaldık. Taksim Dayanışması olarak pankartlar yazmıştık, zaten aylardır nöbet tutuyorduk, herkes bizi tanıyor, Emniyet Amiri beni görünce “Mücella Hanım naber” der, bir de dalga geçerler çünkü biz bağırırız çağırırız bin kişi toplarız, toplayamayız. Orada “Bunlar zararsız bağırır imza toplar giderler” diyorlardı bize.

Ben pankartın üstüne oturmuştum dinlenmek üzere, beni pankartla birlikte kaldırdılar, birkaç metre öteye fırlatıp attılar.

Bunu polisler mi yaptı?
Hayır siviller, o siviller kimlerse... Bilmiyoruz onların kim olduğunu, biz sivil polisler olduğunu düşünüyorduk. Birdenbire o sivillere zabıta gömlekleri giydirildi. Daha sonra da bu kişilerin şirketin adamları olduğu iddia edildi.

Bu olayın ardından gaz sıkılmaya başlandı, o güzelim kırmızılı kadın arkadaşımız orada gaz yedi. Bize gaz sıkarken kepçe çalışmaya başladı. Kepçe ilk girdiği yerde parkın enerji ve ana su hattını kopardı, çok tehlikeli bir durum ortaya çıktı, ikinci kere aynı yere kepçe inecek olsa hem kepçeci hem de çevresinde onu durdurmaya çalışan insanlar ölecekti. Durumu fark ettiğim zaman çok korktum, bir taraftan gaz yiyorum bir taraftan gözüm kepçecide, polise anlatmaya çalışıyorum, olmuyor. Sonra gaz fişekleri atılmaya başlandı. Fişeklerden biri ağaca gelince, ağaç fişeği polislere doğru fırlattı. Fişek polislere gelince dağıldılar, o arada ben ve arkadaşlarım aralarından çıkıp çitlembik ağacına sarıldık. Mesele o çitlembiği korumak da değildi artık, elektrik hattından insanları korumaktı. Derdimizi kepçeciye de anlatamadık. Polis bu arada kepçecinin çalışamadığını fark etti ve üzerimize 50 cm’den gaz sıkıldı. Bırakmadık yine birbirimizi, bu sefer ilk önce arkadaşımı kopardılar ve benim üzerime çok yakın bir mesafeden yeniden bir tüp gaz daha atıldı. Ve o anda üzerime atılan kimyasallar bana çok ciddi zarar verdi. Geçirdiğim zatürre ve mide kanamasının nedeni o kimyasallardır. Hala da o kadar yakın mesafeden gaz yediğim için ciddi sağlık sorunları yaşıyorum. Ben yine ağacı bırakmıyorum ama bu sefer şuur kaybından, üzerime atılan kimyasallar biraz da bilinç kaybına neden oldu. Bu sefer Cem Tüzün benim gözlerimin kaydığını fark edip bedenini üzerime kapadı beni korumak için. Onu da çekip boynuna bastılar. Beni çeke çeke oradan götürürlerken kepçe de neyse ki başka bir yere yöneldi de tehlike uzaklaştı.

HER SALDIRDIKLARINDA DİRENİŞ BÜYÜDÜ
Bütün bu olayların ardından BDP’li milletvekili Sırrı Süreyya Önder geldi, araya girdi ve kepçeler durduruldu. Hemen ardından CHP’li vekiller geldi. Gazı tozu yedik, ciddi saldırıya uğradık ama küçük bir yer dışında girmelerini engelledik. Sonra milletvekilleriyle görüştük durumu. Suç duyurularını yaptıktan sonra, bu hukuksuz inşaatı engellemek için orada nöbete devam etme kararı aldık. Çadırlar kurduk. Zaten biliyorsunuz Gezi Parkı çadır alanıdır. Yani resmi çadır alanıdır, depremden sonra sığınılabilecek yegane alandır. O bölgenin ekolojik dengeyi düzenleyen tek alanıdır. Sahra hastanesi olabilecek tek alandır. Biz orada aslında deprem tatbikatı yapıyormuş gibi parkı kullanıyorduk, bir de bize uygulanan şiddet sonrası oradaki 50 kişi oldu bin kişi. Ve her saldırdıklarında büyüdü. O meydan gerçekten hak arama meydanı oldu ve bu şiddete karşı olmak için biraraya geldi. Korku eşiği aşıldı.

Biz yaşananlara karşı çıkınca çok ciddi bir şiddetle karşı karşıya geldik. Şiddete karşı dayanışmanın en önemli duruşu da asla şiddeti kabul etmemesi ve kullanmamasıydı. Müthiş bir akıl ortaya çıktı.

Taleplerimizden asla vazgeçmeyeceğiz

Dayanışma’nın misyonunu tamamlaması taleplerin yerine getirilmesine mi bağlı?
Biz dört talepte bulunduk, Türkiye’deki tüm park ve meydanların özgürleştirilmesi, park ve meydanlardaki rant projelerine son verilmesi, derhal Türkiye’deki Taksim Meydanı’nda simgeleşmiş, Anayasa’da yer alan gösteri, yürüyüş hakkı üzerindeki antidemokratik engellerin kaldırılması, bu süreçte tutuklananların derhal serbest bırakılması ve yaralananların, öldürülenlerin sorumlularının hesap vermesi... Bunlar olmadan Dayanışma sona ermeyecektir. Çünkü Dayanışma hep birlikte karar verdi, taleplerini ilan etti, bu taleplerden asla geri çekilmeyi de düşünmemektedir.

Buradan bakacak olursak ODTÜ’deki direniş de TD’nin gündemi mi?
Direkt olarak değil, Ankara’nın, Hatay’ın Taksim’e verdiği dayanışmanın borcu olarak TD oradaki dayanışmanın destekçisi durumuna gelmiştir. TD’nin kendi talepleri net ve açıktır, ben sadece odam adına konuşabilirim. Ankara Şubesi’nin gündemi olduğu için TMMOB’un asli işidir. Dayanışma bir kurum olmadığı için dayanışmanın derdidir diyemem. Ama ODTÜ TMMOB’un derdidir. TD’nin bileşenleri oturup karar verir “artık ODTÜ de bizim derdimiz” derse ben size TD’nin gündemidir diyebilirim. Ben TD’nin sadece katibesiyim, bileşenler adına karar alamam.

Artık Türkiye’de herhangi bir gündem olduğunda gözler Dayanışma’ya çevriliyor. Bunun doğru olduğunu düşünüyor musunuz?
Bu doğru da değil, sağlıklı da değil. Çünkü TD’nin konusu belli, manifestosu belli. TD “Ben Türkiye’nin tüm toplumsal problemlerini çözeceğim” demiyor. Böyle bir iddiası da yok. Bu siyasi partilerin, oluşumların meselesidir. TD’ye birçok gündem gelebilir, konuşabiliriz de, ancak “bu DİSK’in işidir, bu Tabipler Odası’nın işidir, bu Mimarlar Odası’nın işidir” deriz. İstanbul’daki şiddete karşı diğer illerde, Antakya’da, Ankara’da, İzmir’de protesto gösterileri olmuştur, ilişki buradandır. Şimdi orada bir çocuk öldürüldüğü zaman ben burada girip evimde oturamam.

İşin rengini iktidar değiştiriyor
Taksim Dayanışması’nın misyonunu ve taleplerini hatırlatıyor Mücella Yapıcı: “Bu işin rengi iktidar tarafından değiştiriliyor. İşin rengi kışkırtmaya doğru, sabır taşırmaya doğru gidiyor. Ancak şunu söyleyeyim, sağduyuda bir adım şaşma yok! Dünyaya örnek olacak bir eylem tarzı çıktı ortaya.”

Gezi Direnişi’nden bu yana devam eden protestolarda bir değişim görüyor musunuz?
Haziran’da direniş başladığında ciddi bir şiddetle karşılaştık, buna tacizler eklendi, işten çıkarmalar eklendi, medya sansürü eklendi, gazeteciler şiddeti yazdıkça işten çıkarıldılar. İnadına inadına yeni projeler dayatıldı, “kültür merkezini de yıkacağız” denildi, ODTÜ’den de geçeceğim denildi. Bu işin rengi iktidar tarafından değiştiriliyor. İşin rengi kışkırtmaya doğru, sabır taşırmaya doğru gidiyor. Ancak şunu söyleyeyim, sağ duyuda bir adım şaşma yok! Dünyaya örnek olacak bir eylem tarzı çıktı ortaya. Yaratıcılıkta sınır yok. Gezi’deki mizah, mizah dergilerini solladı. Barış süreçlerinden bahsediliyor, AKP orada da yaya kaldı, halk Gezi’de barıştı, barışıyor.

Birden bire biz de farkettik ki bir ağaç bir ağaç değilmiş, bir ağaç bambaşka birşeymiş, demek ki bir ağacı korurken biz aslında geleceğimizi korumaya çalışıyorduk. Bakın çok açık söylüyorum, Gezi Parkı çok önemli ama artık bu olan bitenden sonra kimse beni burayla sınırlayamaz, ben artık çocuğumun geleceğinden korkuyorum. Gençlerin yaşayamadığı bir ülkenin ağacı olsa ne olur olmasa ne olur.

İşin rengini, protestocuların tavrını, iktidarın hal bilmez, korkak, çaresiz, beceriksiz, kural dışı, korkutarak yönetmeye çalışan tarzı değiştiriyor. Ve çok dikkatli olmak gerekir. Ben buradan bütün çocuklarımıza sesleniyorum. Öncelikle kendinizi koruyun, en devrimci şey bugün hayatta kalmaktır, boyun eğmekten bahsetmiyorum, asla boyun eğmeyin ama çok dikkatli olmak gerek. Lütfen kendinizi koruyun.

Ve polise seslenmek lazım. Bugün 20, 21 yaşında yeni mezun çocuklar 3 aylık eğitimlerle yoksullukları satın alınarak mahalle arkadaşlarıyla, kardeşleriyle karşı karşıya getiriliyor. Üzerlerine robocop kıyafetleri giydirilerek halka ateş ettiriliyor.

Gezi sürecinde gözaltına alındınız, önce polise mukavemet ve “izinsiz” gösteriye katılmakla itham edildiniz, ardından “örgüt lideri” oluverdiniz. Bu nasıl oldu?
Şimdi dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir parkımız var, açılır kapanır park. Çok da güzel bir site kurulmuş hava durumu gibi parkın açılıp kapanma saatlerini veriyor. Bir süre park kapatıldı biliyorsunuz, sonra Vali Bey parkı açtık buyrun dedi. Biz de dedik ki gidelim davete icabet edelim. O arada forumlar ortaya çıktı ve yapılmaya devam ediliyor. Her mahallenin forumu var, Beyoğlu’nun forum yeri de Gezi Parkı.

Meslek odalarından arkadaşlarla en fazla 10-15 kişi falanız parka doğru gidiyoruz. Forum yapılacaksa düzenleme yapalım derdindeyiz.

Sıraselviler’den, TMMOB’un binasından çıktık. Çağrı falan da yok, çağrıyı Vali yaptı “gelin” dedi. TD kimseye çağrı falan da yapmadı. O sırada biz yürürken çevik kuvvet önümüzü kesti, “nereye gidiyorsunuz” dedi, “parka gidiyoruz” dedim. “Neden gidiyorsunuz” dedi, “Vali çağırdı” dedim. “Gidemezsiniz” dedi.

Sonra birdenbire bizi kalkanlarla itmeye başladılar. Bu arada TTB’den arkadaşlar da var, sağlık sorunumu bildikleri için sağlığımdan endişe etmeye başladılar. Polis beni itiyor, onlar beni çekiyor. Ben o sırada gözlüğümü düşürdüm. Arkamı döndüm polise, kendime nefes alanı yaratmaya çalıştım. Polis bizi ite ite duvara sıkıştırdı. İlk kez o an ölümle burun buruna geldim. Oradan kurtulacağıma pek ihtimal vermiyordum. İnsanın hayatı gözünün önünden geçer ya... Sonra bizi topluluktan ayırdılar ve gözaltına aldılar.

BEHZAT Ç.’DE ANLATILAN DOĞRUYMUŞ
Gözaltına alındıktan sonra gördüm ki poliste iki tür organizasyon var. Bir kısmı eğitimli. Ama aşağıda başka bir profil var. Yukarıda verilen emri aşağıda kimse uygulamıyor. Sanki bilinmedik bir şey var, onun verdiği emir, Emniyet Teşkilatı’nı da aşıyor. Bu nedir ben bilmem ama Behzat Ç. adlı dizide anlatılanlar doğruymuş. Onu anladım.

İfademizi almaya başladılar, “beni niye buraya getirdiniz” diye sordum, dediler ki iki nedenle bir polise mukavemet, ikincisi izinsiz gösteriye katılmak. Soruyorlar: “Polise mukavemet ettiniz mi?” “Ettim” dedim. “Nasıl ettin?” dediler. “Arkamı döndüm, azıcık ittim. Ama arkadaşlarımı da ittim, nefes almak için. Türk polisi benim yaşımdaki bir kadının kendisine mukavemetini kabul ediyorsa, ben de ediyorum” dedim. Bende yalan yok, ittim azıcık. İzinsiz gösteriyi ise asla kabul etmiyorum. Ayrıca gösteri hakkımdır, ne demek izinsiz gösteri? Başbakan ileri demokrasiden bahsediyor, hani nerede? Benim kendimi ifade etme hakkım var. Barışçı olmak üzere, şiddete başvurmamak üzere, hiçbir konuda ben izin almak zorunda değilim. Hiçbir konuda. Hele parka gitmek için hiç izin almak zorunda değilim. Öyle komik birşey olur mu? Reddediyorum.

Savcı’ya çıktık ben aynı soruyu Savcı’ya da sordum: Niye ben buradayım? Savcı da bana dedi ki, “izinsiz gösteri ve polise mukavemet.” Aynı şeyleri Savcı’ya da söyledim, ondan bir de azar işittim. Çünkü beni bir gün önce sağlık nedenlerinden dolayı serbest bıraktılar, çok sinir bozucuydu benim için. Çoluk çocuk orada içeride, beni niye çıkartıyorsunuz... Çok gücüme gitti bu durum. Ben sağlığımın konuşulmasını istemiyorum, ne münasebet? O çocukların biliyor muyuz, kalpleri sağlam mı? Benim hiç olmazsa biliniyor. Neyse... Savcı bana tam olarak şöyle dedi: “Oooo Mücella Hanım çok iyi görünüyorsunuz, biz çok gördük böyle raporları.” “Bilsem sürüne sürüne gelirdim” dedim. Biz kamuya karşı saygılıyız, savcıya çıkıyoruz diye kendime çekidüzen vermiştim, makyaj yapmıştım saygımdan. “Çook gördük bu raporları” deyince “geçmiş olsun sizde de mi var, bu yaştan sonra kızamık olacak halimiz yok ya” dedim, hepten kızdı. “Direndin mi” diye sordu? “Çok karizmatik” dedim, kızdı. “Neymiş karizmatik olan” dedi, “bu yaşta torun sevecekken polise direnmek” dedim.

FAİZ LOBİSİ DESTEKLİ ÖRGÜT
Mahkemede beşimiz için tutukluluk istendi, diğerleri bırakıldı. Bu arada fezleke ortaya çıktı. Hiç fezleke görmemiştim ama bir de baktım ki bizim suç olmuş 220. Ne bu 220? Örgüt kurma! Allah allah, ne örgütü kurmuşuz biz? Maddeye baktım, suç işlemek üzere örgüt kurmak... Şimdi ben suç işlemek üzere örgüt kuracağım? Sonra öğrendim ki, faiz lobisiyle ilişkim varmış. Bu arada ekonomik durumum iyi değil, ev taşıdım, maaşı bitirdim. Bekleyip duruyorum faiz lobisinden para gelecek diye... Sonra “Fethullah Hoca’nın desteği var” denildi ama ondan da bir iyilik yok. En son söylenen şudur, artık iş büyüdü, suç örgütü olmaktan çıktı, Sabah gazetesinin yazdığına göre devleti yıkmak üzere terör örgütü kurmuşuz, bileşenler de bunun hücresi. Öyle bir örgüt kurdum ki ben, TKP, CHP benim hücrem.

Sadece Türkiye’yi değil Brezilya’yı da örgütledim. Muhteşem bir örgütçüyüm. Düşünebiliyor musun benim hücrelerimi, Türkiye’deki bütün siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütleri, mahalle dernekleri hepsi benim kurmuş olduğum örgütün hücreleri. E artık, biz bu örgütle epey bir şey yaparız...

Gözaltında neler yaşandı?
Polis aracında özellikle genç kızlara, genç çocuklara çevik kuvvetin yaptığı taciz dayanılır gibi değildi. İnadına camları açmadılar, üstüne kalorifer açtılar o sıcakta. Kadınlara yapılanlar, o aşağılamalar felaketti. Hele bir genç kıza, şortlu diye söylenen laflar. Bana denilen laflar: “Moruk ne işin var, bilmem nenden mi utanmıyorsun...”

Sonra attılar bizi nezarethaneye, kadın erkek bir arada. Ve kadın polis yok. Afedersiniz, tuvalete gideceksiniz, bütün koğuşun anahtarları erkek polislerin elinde. Siz ihtiyacınızı söylediğinizde tuvalete gönderilmiyorsunuz. Size şu öneriliyor, bana özellikle, “Bakmayız, biz sana mı bakacağız?” Bu sefer hiçbir şey içmiyorsunuz. Sonra tuvalete götürmeye başladılar, ama erkek tuvaletine.

DİREN MESANE DİREN AKCİĞER

Havalandırma yok. Koğuşlar boş ama 10 kişi aynı yerde tutuluyor, bunlar arasında TTB Genel Sekreteri var, TMMOB temsilcisi var... Yerimiz yurdumuz belli, kamuoyu önünde insanlarız. Bizi alacaksan al efendi efendi, tüm bunları niye yaşatıyorsun? Sen zaten çok yaşamışsın hesabı, beni niye öyle küçük hücreye tıkıyorsun 10 kişiyle. İçeride asla bizi yıldıramadılar. Orada biz kadınlar “diren mesane” diye bağırıyorduk, erkekler “diren akciğer” diye bağırıyordu. Çok ciddi işkencelerle karşılaştık narkotik araması gibi... Şortlu kızlara gece elbise getirildiği halde, o giysileri vermeme, üzerlerine battaniye vermeme... Gece uyandıklarında, kızların fotoğraflarının çekildiğini farketmeleri... Erkek polislerin elinde fotoğraf makineleri... Bunlar niye? Tüm bunlar insan haklarına aykırı.

Sonra habersiz koğuşları ayırdılar, havasız bir hücreye koydular beni. İlaçlarım çok, sabah-öğle-akşam ayrı yutulması gereken çok ilacım var, “senin babanın uşağı mı var, bir sabah bir akşam yut yeter” dendi. “Burada iki gün daha kal da gör” diyorlardı. Nasıl biliyorlardı daha savcılık karar vermeden dört gün kalacağımızı?

Bir gün çığlık çığlığa farkettik ki tuvaletlerde kamera var. Biz o kameraları farketmeden tuvalete gittik. Bunu affetmiyorum, affetmeyeceğim. Bunun hesabını her yerde soracağım. O genç kızları gördüm, şahit oldum. O tanıklık, bana insan olarak bunun hesabını sormayı gerektiriyor. Bunu sormadan ölmem ben. Ölürsem de, bir başka mercii varsa, görürsem orada soracağım. Başka türlü insan olunmaz, başka türlü ben çocuğumun yüzüne bakamam, aynada kendi yüzüme bakamam.

Öykü nasıl başladı? TD nasıl ve neden kuruldu?
Kısaca süreci anlatmak gerekirse, Taksim ve Beyoğlu biliyorsunuz çok önemli bir mimarlık mirasıdır. Ayrıca Taksim Gezi Parkı da doğal bir değerdir, üzerinde 300-400’ü aşkın anıt ağaç bulunmaktadır. Taksim ve Beyoğlu’na dair imar planları 2009’da onaylandı. 2009’da uygulanan imar planlarında yayalaştırma kararı da var. Ama yayalaştırma denilen şey tarif edildiği gibi yer altına alma planı değildir, trafiği düzenlemek gerekir, dünyanın tüm ülkelerinde de böyledir. Öyle tüm çöpleri yer altına atıyormuş gibi yayalaştırma olmaz, onun adı insansızlaştırmadır. Ayrıca bunu Taksim Meydanı’nda yapamazsınız, yani fiziksel koşullar nedeniyle de yapamazsınız, altında metrosu var, osu var busu var, 6 metreden aşağı inmeniz mümkün değil.
Durum bu ancak dava da açamıyoruz çünkü ortada plan yok. Ne yapalım ne edelim diye tartışmaya ve beklemeye devam ediyoruz. Taksim Meydanı sadece İstanbul’un değil Türkiye’nin meydanı, kaç türlü simgeselliği var: Cumhuriyet Dönemi’nin ilk planladığı park ve meydan mesela çünkü Osmanlı’da meydan fikri yoktur, daha kapalıdır. Daha önemlisi emek mücadelesinin simgesidir, 1 Mayıs alanıdır. Bütün futbol taraftarlarının şampiyon olduğunda gittiği alan, herkesin kendini ifade etmek istediği alan. Meydan herkesin meydanı olduğu için biz de açık bir çağrı yaptık herkese. Bir tek Kadir Topbaş’a özel çağrı yapıldı üyemiz diye. Birden bire çok büyük bir katılım oldu. Tarih: 15 Şubat 2012. O gün yaklaşık 50’yi aşkın kurul temsilcisi geldi, tüm siyasi partiler geldi, sadece MHP ve AKP gelmedi. İşte hassasiyet orada ortaya çıktı. O toplantıda bir sunuş yaptık, Taksim nedir, plan nedir, bu yayalaştırma projesi ne getiriyor diye... O toplantıda bir dayanışma kurulmasına karar verildi, adını da orada koyduk. Daha sonra TD’nin katipliğini ve hukuki sorumluluğunu da alması için oradaki toplam, Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve İstanbul Şehir Plancıları Odası’nı sekreterya olarak atadı. Odalarımız da bizi atadı ve biz çalışmaya başladık. Plana itiraz ettik, nöbet tuttuk, tüm bunlar bir sene sürdü. Tüm bileşenlerle birlikte her Çarşamba toplantı yapmaya başladık, projenin gidişatını, dava süreçlerini vs. paylaştık.

Bu toplantılar kamuoyuna da açık mı?
Toplantılarımız açıktır, yeri bellidir, zaten toplantılara sivil polisler bile katılmış olabilirler. Giriş açıktır, kimse kimseye niye geldin demez, bu kadar şeffaf ve açıktır. Zaten bildirilerimiz de açık, toplantı sonucu aldığımız kararları web sayfasında da yayımlıyoruz. Bugüne kadar TD’nin kaleme aldığı tüm bildiriler, basın açıklamaları internet ortamında bulunabilir, gizli saklı hiçbir şey yapılmadı.