Demirtaş soL Gazetesi'nin sorularını yanıtladı: ‘Hükümetin ve Öcalan’ın elini rahatlatmak istiyoruz’

BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, son gelişmeleri soL Gazetesi’ne değerlendirdi. “AKP’nin geçmiş söylemi ve politikaları bir yana, şu anda geldiği nokta desteklenmeli” diyen Demirtaş, röportajın yarın yayımlanacak devamında ise “BDP Başkanlık Sistemi'ni onaylayacak mı?” sorusunu yanıtlayacak.

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, “Siyasetten çok yoruldum, siyasete bulaştığım için pişmanım” derken, son gelişmeleri “Yalnızca AKP’nin yapmak istedikleri ekseninde değerlendirmemek gerektiğini” özellikle vurguluyor. Hiçbir zaman umudunu yitirmediğini, yitirmeye haklarının olmadığını söyleyen Demirtaş, soL Gazetesi Ankara temsilcisi Hatice İkinci'nin sorularını yanıtladı.

Çok yoğunsunuz, bu yoğunluk yordu mu sizi?
Evet, çok yoğunuz, yoruldum artık. Fiziki yorgunluk bir yana da zihin yorgunluğu toparlanmamızı zorlaştırıyor, on yıldır böyle.

Pişman değilsiniz değil mi siyasete atılmaktan?
Hayır, çok pişmanım.

Bırakmayı mı düşünüyorsunuz yoksa?
Hayır. İhtiyaç olduğu sürece yaparız tabii de, benim asıl mesleğim avukatlık. Avukatlık yapmayı daha çok istiyorum.

“Halkın desteği umutlandırıyor”
İmralı süreciyle başlamak istiyorum. Bir de siz anlatır mısınız, gelişmeler nelerdir, nasıl ilerliyor süreç?
İşin doğrusu, böyle bir şey bizler açısından, siyasetçiler açısından bir düştür. Karamsarlık, umutsuzluk bizim için bir lükstür. Siyasetçiler olarak kimsenin de böyle bir lüksü yoktur. Karamsar olmak, sorunların çözümüne dair umutsuz olmak siyasetçinin işi değildir. Buradan yola çıkarak, doğrudan yeni başlatılan süreçle bağlantılı söylemiyorum ama biz hiçbir zaman umudumuzu kaybetmedik. Biz umudumuzun merkezine ve kaynağına hiçbir zaman AKP’yi de koymadık. Bizi umutlandıran bizi heyecanlandıran halkın desteği, halkımızın mücadelesi, partimizin gücü ve motivasyonudur. Bugün de aynı gücü ve motivasyonu koruyoruz.

AKP’nin niyetini okuyarak, “ne yapmak istiyor, işte çözmek mi istiyor yoksa başka niyetleri mi var” gibi tahliller üzerinden yola çıkarak bunu söylemiyorum. Tek moral merkezimiz AKP’nin yaptıkları olursa oradan bir umut, oradan bir heyecan çıkmaz tabii.

AKP’nin böyle bir süreci başlatıyor olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir umut veriyor mu size? Bu çıkışın anlattıklarınızdaki yeri nedir?
Vermiyor tabii, AKP çok yalpalayan bir parti. İstikrarlıymış gibi görünüyor ama 11 yıldır neredeyse bütün temel konularda yalpalamıştır. Hiçbir temel konuda bir kalıcı çözüm getirmemiştir. Sorunu çözeceğine dair çok iddialı olduğu konularda dahi tökezledi veya sorunun çözümünü erteledi ya da yüzüne gözüne bulaştırdı. Yani temel başlıklara bir bakın. Büyük bir AKP başarısından söz ediliyor ya...

Bu başarılar arasında Kürt meselesi de sıralanıyor iktidar tarafından?
Kürt meselesinde de bu böyledir, AB, Kıbrıs, Ermeni sorunu, Alevi sorunu, başörtüsü sorunu, ki bu AKP’yi AKP yapan temel problemdi biliyorsunuz. Bunların hangisi kalıcı çözüldü? Bırakın çözümü birçoğu içinden çıkılmaz hale getirildi. AKP kurulduğunda ve iktidara yeni geldiğinde bütün bu sorunları geçmiş yıllardaki perspektiften farklı olarak ele alıp çözeceğinin mesajını verdi. Şimdi geldiğimiz noktada, bunların hiçbirinin çözülmediği ortada. Fakat ortada bir başarı hikâyesi varmış gibi anlatmayı da iyi beceriyor.

Bu çizdiğiniz AKP tablosunda son süreci tam olarak nereye koyuyorsunuz? AKP bu süreci neden başlattı, çözmek için mi gerçekten?
Bakın 45 gün önce, açlık grevlerinin bittiği ya da son aşaması olduğu zamanlarda Başbakan eline idam ipini almış, Öcalan’ı asmak için meydan meydan geziyordu. Yine BDP’ ye hakaretin bini bir paraydı. Şimdi 45 gün geçti aradan bakın, sanki o Türkiye bu Türkiye değilmiş, o Başbakan bu başbakan değilmiş gibi. Şimdi, İmralı’da bizatihi hükümetin görevlendirdiği bir heyet, resmi görüşme yapıyor. Yalpalamaktan söz ederken bunu kastediyorum. Gelinen nokta, kötü bir nokta mı? Gelinen nokta, iyi bir nokta ama çok geç kalındı. Yani bundan sonra artık başarılmaz anlamında söylemiyorum. Çok kayıplar oldu, insan kaybı, can kaybı, mal kaybı. Bunların hepsi bizim için, bütün Türkiye için büyük kayıplardı. Şimdi bu noktaya gelmek için büyük kayıplar mı gerekiyordu? Hayır.

“Gelinen nokta desteklenmeli”
Şu anda iktidar bu sorunu çözer mi, çözmez mi, bunu bilemeyiz. Niyeti nedir, çözmek mi çözmemek mi, bilemeyiz. Niyet okuyucu değiliz. Ama sorunun tartışılması diyalog ve müzakere yönteminde karar kılınması başlı başına çok ileri bir aşamadır. Yani silahla, savaşla sorunu çözmeye çalışmak yerine diyalog ve müzakereyle çözmeye çalışmak bir aşamadır, bir ileri aşamadır. Bu nedenle İmralı meselesiyle ilgili AKP’nin geçmiş söylem ve politikaları bir yana, şu anda geldiği nokta desteklenmesi gereken bir noktadır bize göre.

İmralı’ya gidecek isimler üzerinden gelişen krizi ve sürecin sürüncemede kaldığı görüntüsünü neye bağlıyorsunuz?
Hayır, net ve kesin olarak söylüyorum. İlk görüşmede Sayın Öcalan, Sayın Ahmet Türk ve Sayın Ayla Akat’a şunu söylemişti: “Ben yeni bir süreç başlatmak istiyorum. Gelen devlet heyeti de ciddi ve kararlı görünüyor, ben de ciddi ve kararlıyım. Bu sorunu konuşarak çözmeyi deneyelim” şeklinde bir mesajı vardı. “Fakat bunu, dışarıda herkes tartışsın, parti, DTK, HDK, sivil toplum örgütleri, aydınlar, gazeteciler, yazarlar, bunlar bir tartışsın, hani bu süreç olabilir mi, başarabilir miyiz başaramaz mıyız, bunu anlamak istiyorum. Böyle olursa eğer, güçlü bir destek verilirse bu sürece, ben başlatmak ve bir çağrı yapmak istiyorum. Bunun için de dört eş başkanın geleceğini tahmin ediyorum, zaten gelmesi gerekir.” Sayın Öcalan’ın cümleleri budur.

“Öcalan’ın güveni sarsıldı”
Dolayısıyla ikinci görüşmenin dört eş başkan tarafından yapılması, adada ilk görüşmede konuşulmuş bir şeydi. Ve kendisi bizi bekliyor, bunu hükümet de biliyordu. Dolayısıyla biz dört eş başkan olarak Adalet Bakanlığı’na bir başvuru yaptık. Ama bu arada Paris’te bir infaz gerçekleşti ve hükümetin bazı sözcülerinin sert açıklamaları oldu, askeri operasyonlar oldu, çok sayıda PKK’li öldürüldü bu arada. Bütün bunlar öyle anlaşılıyor ki Sayın Öcalan’da ciddi bir kaygı uyandırdı “Ne oluyor, tüm bu olup bitenlerde hükümetin payı nedir? Hükümet bana ilk gönderdiği mesajlarda ciddi olduğunu ve sorunu çözmek istediğini belirtiyordu. Ama şu olanlar hükümete güven konusunda ciddi bir kriz yarattı” gibi bir şey düşündü Öcalan. Bence, bunun üzerine çağrı yapmayı durdurdu.

Öcalan’dan mı kaynaklandı yani sürecin uzaması?
Evet, çağrı yapmayı durdurunca, hükümet heyetimizin gidişine izin vermedi. Çünkü hükümet, oradaki durumun dışarı yansımasını istemedi. Bunun üzerine tekrar devlet heyeti devreye girdi, birkaç görüşme daha yaptılar. Orada tekrar eski noktaya gelinceye kadar da heyetimiz gitmeyecek. Bu arada niye bu süreç uzadı, ne oluyor ne bitiyor? Başbakan ilgiyi İmralı’daki tıkanıklıktan başka yere kaydırmak için de Ahmet Türk’ü ortaya attı.

“Ahmet Türk şunu söyledi göndermeyiz, öbürleri sarıldı onları göndermeyiz…” Bunu bir aydır tartıştırıyorlar. Bu arada sanki BDP'den kaynaklı bir kriz varmış algısı yaratıldı, yandaş medya da buna sağ olsun destek verdi. BDP, isim dayattığı için adaya gidilemiyormuş gibi aksettirildi. Adı bu oldu olayın yani.

Peki, sizin bir açıklamanız oldu, “BDP olmasa da olur” diye… Bunu herhangi bir gelişmeye dayanarak mı söylediniz?
Evet, olmasa da olur. Tabii ki bir şeye dayanarak söyledim.

Aldığınız bir mesaj üzerine, tarafları rahatlatmak için mi yaptınız bu açıklamayı?
Hayır. Biz hükümetin ve Sayın Öcalan'ın bu konuda elini rahatlatmak istiyoruz. Biz illa olmak zorundayız dayatmasına girip de, süreç bizden kaynaklı tıkansın istemiyoruz. Eğer başkaları yaparsa bunu bizim yerimize, biz “neden yaptınız” demeyeceğiz. Neden bizim adaya gitmemiz seçeneğini değil de başka bir yöntemi kullandınız demeyeceğiz. Ellerinde opsiyon olsun istedik, rahat olsunlar.

“ABD’nin müzakere sürecini alkışlıyor olması, bu konudaki siyaset değişikliğinden”
ABD Başkanı Barack Obama’nın “bu süreci alkışlıyorum” açıklaması oldu. Açık sormak istiyorum, ABD'nin alkışladığı bir projeden halklara fayda gelmesi mümkün olabilir mi?
Birincisi ortada uzlaşılmış, anlaşılmış ve ABD tarafından da alkışlanan bir proje yok. ABD'nin söylediği, alkışladığı nedir sorunun müzakere ve Öcalan ile görüşülerek karar verilmesinin alkışlanmasıdır bu. Bunun siyasi okuması şudur “Savaşarak ve PKK'yi yok ederek, Öcalan'ı yok sayarak bugüne kadar yaptığınız girişimler aslında artık çözüm değildir, bizim alkışladığımız yöntem bu yöntemdir” demektir.

Bugüne kadar ABD'nin desteği ile PKK'ye karşı Türkiye savaş yürütüyordu. İstihbarat desteği, silah desteği, NATO'nun desteği, diplomatik ve ekonomik destek… Her türlü desteği Amerika sunuyordu. PKK'ye karşı hükümet 30 yıldır ağırlıkla NATO artı Amerika desteği ile bunu yapıyordu. Amerika bu işin savaşla bitmeyeceğini herhalde anlamıştır. Uzun süredir anlamış durumdalar. Dolayısıyla konuşma, müzakere sürecini alkışlıyor olmaları bu konudaki siyasi değişikliktir. Bir projeye dâhil değildir. Çünkü şimdiye kadar PKK'siz ve Öcalan'sız çözümü ABD dayatıyordu. “PKK ve Öcalan ile olmaz, onlarla konuşulmaz” diyordu, şimdi konuşuluyor olmasını alkışlamaları bu konudaki politika değişikliğidir. Bunu ben, hükümetin projesine dair bir destek olarak algılamadım.

"Önerilerimiz Türkiye yurttaşları içindir"
Yeni Anayasa meselesine geçmek istiyorum. Anayasa meselesi ile ilgili “sadece Kürtlerin halkları değil, tüm Türkiye halklarına dair tanımlama olmalıdır” dediniz. Bu söylemin doneleri nelerdir? AKP de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı diyor, siz de. Aranızda nasıl bir fark var?

AKP, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olarak tanımlıyor, biz vatandaş olarak tanımlıyoruz. Sadece vatandaş. Dolayısıyla Türkiye vatandaşı diye bir isim koymuyoruz biz. Vatandaş vatandaştır. Nerenin vatandaşı diye Anayasa’ya sorduğumuzda, Anayasa’nın ruhunda, içinde zaten onun Türkiye Cumhuriyeti Devleti olduğu ilk maddede yazıyor. O nedenle ayrıca vatandaşlık kısmında isim olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı demeye de gerek yok. AKP bunu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı olarak öneriyor, isim veriyor. Biz ise sadece vatandaş diyoruz. “Vatandaşlık bağı kanun ile belirlenir, vatandaşların vatandaşlık hakkını nasıl kazanılıp, nasıl kaybedileceği kanunla belirlenir” diyoruz. Biz, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı demedik.

Bizim Anayasa taslağımız, Uzlaşma Komisyonu'na sunduğumuz taslağımız, Türkiye'de bugüne kadar yapılabilmiş en ilerici, en demokratik Anayasa taslağıdır. Bu bizim tek başımıza başardığımız bir şey değildir.

Kadın hareketlerinden feminist örgütlere, çevre örgütlerinden, sendikalardan, işveren örgütlerine kadar bütün sivil toplum örgütlerini, sivil ve özgürlükçü anayasayı savunan bütün örgütlerin, bütün kurumların engelli derneklerine kadar, herkesin görüş ve önerilerini alarak, doğrudan onların talepleri doğrultusunda bir Anayasa taslağı yazdık. Bugüne kadar yapılmış bütün çalışmalardan en iyi derecede faydalandık.

O yüzden biz bir maddeyi önerirken, sadece Kürtleri düşünerek yapmadık bunu. Zaten Anayasa Uzlaşma Komisyonumuzun bileşenlerine bile dikkat etmeniz yeterlidir. Sırrı Süreyya Önder, Altan Tan, Ayla Akat Ata. Onların siyasi kimlikleri, geçmişleri ve onların temsil ettiği çizgi, aslında bloğumuzun orada temsil edildiğini gösteriyor. Sadece Kürtlerin değil, sadece Kürt kimliğinin değil, inançların, sınıf temsiliyetinin, hepsinin orada savunuculuğunu gösteriyoruz. O bileşen, bir özenle seçilmiştir. Bizim hiçbir maddemizde, önerdiğimiz hiçbir maddede, sadece Kürtlere yarayacak tek bir öneri bile yoktur. Önerilerimizin tamamı, bütün Türkiye yurttaşları, vatandaşları içindir.

"Mücadelemiz sonsuza kadar sürecek"
Fakat şöyle bir algıyı bilerek yaratıyorlar “BDP Kürtlerin haklarını savunuyor, onun dışında hiçbir şey BDP’yi ilgilendirmez” gibi bir bilinçli algı yaratılıyor. Bakın bir defa bunu savunanlar, önyargılılar. Çünkü anayasa taslağımızı görmediler. İkincisi silahların susması meselesi, akan kanın durması meselesi, bizler açısından en acil konudur. Bunu sağlamaya çalışırken, bunu yaratmaya çalışırken, elbette ki biz mevcut iktidarla bazı görüşmeler yaparız. Katkı sunarız. Uzlaşma sağlamaya çalışırız ki, silahsızlanma ve barış sürecinde mesafe kat edilebilsin. Eğer PKK ve Sayın Öcalan, hükümetle uzlaşır ve bunun, hükümetle bu uzlaşı karşılığında, silahları susturur, geri çekilir ve silahları bırakırsa, biz o uzlaşmaya karşı çıkmayız. İlle de PKK savaşsın demeyiz. Hiçbir zaman böyle gayri ahlaki bir tutumumuz olmaz. Ama demokrasi ve özgürlük mücadelesi bitmiş anlamına da gelmez o noktadan sonra.

Yani PKK silah sustursa, silah bıraksa, demokrasi ve özgürlük mücadelesi Kürtler açısından bitmiştir anlamına gelmez. Siyasi mücadele, siyasi alanda zaten sürüyor. Bu halkı ikna etmek mümkün mü böyle bir şeyde? Tabii. O nedenle hiç kimse şöyle bir yanılgıya düşmemelidir. Yani Kürtler bir iki hak karşılığında mücadeleyi bırakacaklar. Kürtlerin bir sürü mücadele alanı var ve bu mücadele yani demokrasi mücadelesi sonsuza kadar sürecek bir şeydir. Ve biz hiçbir zaman kadın haklarından işçi haklarına, öğrencilerden sağlık haklarına, konut hakkında ücretsiz eğitim haklarına kadar, hiçbir haktan, hiçbir zaman, vazgeçmeyeceğiz. Asla böyle bir şey olmayacak. Bu bizim mücadele gerekçemizdir.

Fakat silahları susturma meselesindeki uzlaşma parametreleri herkesi bağlamalıdır. Herkes buna saygı duymalıdır. Buna saygı duymayan, savaş istiyor demektir.

Yarın: BDP Başkanlık Sistemi'ni onaylayacak mı?