2 Temmuz 1993, Sivas: Devlet-yobaz işbirliği

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta gerçekleştirilen katliam, Türkiye tarihine devletin gericilerle el ele vererek aydınlığa karşı giriştiği kıyımın bir halkası olarak geçti. Bugün Sivas'ta Ergenekon parmağı arayanlar, işte bu işbirliğini gizlemeye, devletin ve gericiliğin sicilini aklamaya çalışıyorlar...

Tarih 2 Temmuz 1993… Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında Sivas’a giden, 1 Temmuz’da salonların dolup taştığı paneller düzenleyen, semah gösterileriyle kalabalıkları coşturan sanatçı ve aydınlar, 2 Temmuz günü Madımak Oteli’nde alevlerin ortasında kaldılar. 33 aydın ve sanatçının, 2 görevlinin alevden ve dumandan hayatlarını kaybettikleri saatlerde, dışarıda birikmiş gerici güruh “Cehennem ateşi bu...” diye bağırarak kendinden geçiyordu. Türkiye halkı, ilericisi, okumuşu, vicdanlısı, o gün televizyon ekranlarının önünde bu katliamı çaresizce izlemeye mahkum edildi. Mesaj onlara veriliyordu. Bu katliam için, Türkiye ilerici birikimiyle tarih boyunca birlikte anılan Alevilerin Pir Sultan Abdal etkinliği seçilmişti. Katliamın tetikçisi gerici güruh, devletin yönlendirmesiyle tarihsel misyonunu bir kez daha yerine getirmişti.

Bugün Sivas katliamının 17. yıldönümü. O gün açılan yaralar hâlâ kapanmadı, ama, Türkiye ilerici birikimi yok edilemedi, mücadele Sivas’ta katledilenlerin de mirasını yüklenerek sürdürülüyor. Ancak 2 Temmuz’da en vahşi haline bürünen gericilik, bugün yumuşak maskesiyle iktidarda. AKP iktidarı eliyle yaşamın her alanında. Dahası bu iktidar ve onun basındaki uzantıları, Türkiye tarihini kendi yorumladıkları biçimde yeniden yazma çalışmaları kapsamında Sivas katliamına da el attılar. AKP ve yandaşlarının iddiası, Sivas katliamının Ergenekon işi olduğu, Ergenekon’un PKK’yi ve bazı sol örgütleri taşeron olarak kullandığı yönünde. Onlara göre, Madımak Oteli’nin önünde toplanarak alevleri gördükçe tekbir getiren gericiler ağır tahrik altındaydı. Tıpkı o gün Cumhurbaşkanı olan Süleyman Demirel’in, Başbakan olan Tansu Çiller’in iddia ettiği gibi. Ancak Sivas’ta olanlar unutulmadı. Kanıtlar ve tanıklar, katliamı aydınlatıyor.

2 Temmuz, Sivas…
Sivas’ta o gün yaşananların anlık bir tepki değil, uzun bir hazırlık evresinin sonucu olduğu, katliamdan sonra ortaya çıkan bilgiler, belgeler ve tanıkların ifadeleriyle kesinleşti.

1 - 4 Temmuz 1993’te, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin çağrısıyla Pir Sultan Abdal etkinliklerinin dördüncüsü düzenlenecekti. Hazırlıklar devam ederken, Milli Görüş Vakfı’nın öncülüğünde de Sivas’a gerici yığınak yapılıyor, çevre illerden gerici-milliyetçi militanlar yavaş yavaş Sivas’ta toplanıyordu. Katliamdan günler önce camilerde kapalı toplantılar düzenlenmiş, Aziz Nesin başta olmak üzere şenlik katılımcılarına saldırılan bildiriler dağıtılmaya başlanmıştı. Katliamdan iki gün önce dağıtılan, “Müslüman Kamuoyuna” seslenen ünlü bildiride şöyle deniyordu:

“Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kâfirler, dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar. Bunun başını ise satılmış, mürted Salman Rüşdi köpeği çekmektedir.
“(…)
“Bu iğrenç oyunların bir uzantısı olarak ülkemizde de AYDINLIK gazetesi denilen bir paçavrada, mel’un Rüşdi’nin figüranlığına soyunan, dünya emperyalizminin gönüllü uşağı Aziz Nesin, aynı şekilde, Kur’an’ın korunmuşluğuna dil uzatmış, Hazret-i Peygamber (S.A.V.)’in aile hayatını (hâşâ) bir genelev ortamına benzetmiş ve ümmetin anaları olan hanımlarına (hâşâ) fahişe deme cür’etinde bulunmuştur.
“(…)
“Salman Rüşdi köpeği Müslümanlar’ın çok az olduğu kâfir bir ülkede korkudan sokağa çıkmaya bile cesaret edemezken, onun yerli uşağı Aziz Nesin köpeği, yanında kendisiyle beraber bir ekiple birlikte, şehrimiz Valisi tarafından davet edilip, şehirde adeta Müslümanlar’la alay edercesine gezebilmektedir.

“Kâfirler şunu iyi bilmeli ki:
“İslâmın Peygamberi’ni ve kitab’ın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır.
“Gün, Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür.”

Açıkça bildiri dağıtılarak katliam çağrısı yapıldığını devletin güvenlik birimlerinin bilmemesi mümkün değildi, ama önlem amaçlı hiçbir şey yapılmadı. Sivas’taki gerici basın da, etkinliği düzenleyenleri ve katılımcıları tehdit eden manşetler atıyordu. Bütün bunlar, katliamın devletin bilgisi dahilinde ve son derece planlı bir biçimde hayata geçirildiğini göstermekteydi.

2 Temmuz’da, cuma namazından çıkan bir grup, şenliklerin yapıldığı Kültür Merkezi’ne taş ve sopalarla saldırdı. Kültür Merkezi’ndekilerin direnişiyle henüz çok kalabalık olmayan bu grup geri püskürtüldü, içeridekiler tahliye edildi. Ancak olayların duyulmasıyla ve yapılan çağrılarla küçük grup kısa sürede sayısı 10 bini bulan bir kalabalığa dönüştü. Her geçen dakika büyüyen kalabalık Kültür Merkezi’ne tekrar saldırdı. Bir kısmı, “Şeriat isteriz” diye bağırarak valiliği taşladı. Bir hedef de kentte bulunan Pir Sultan Abdal heykeliydi. Taşlarla, baltalarla saldırarak yıktıkları heykeli kentin merkezinde yerlerde sürüklemeye başladılar. Bu sırada bazı gözü dönmüşlerin heykeli dişlemeye çalıştığı görülüyordu. Bir diğer hedef de Atatürk heykeliydi. O heykel de sökülerek, yerlerde sürüklendi. Bütün bunlar olurken etrafta az sayıda polis dışında güvenlik görevlisinin bulunmaması dikkat çekiyordu.

Gerici güruhun sonraki hedefi, aydın ve sanatçıların saldırılar karşısında sığındığı Madımak Oteli’ydi. Otelin önünde kalabalık büyük bir hızla birikmeye başladığı halde, az sayıdaki polisin “dağılın” çağrısı dışında bir şey yapmadığı görülüyordu.

Otelde bulunanlar, durumun kontrolden çıkmakta olduğunu anlayarak, sadece birkaç saat uzaklıktaki Ankara’da bulunan Başbakan Tansu Çiller’i, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’yü, İçişleri Bakanı’nı, parti liderlerini ve milletvekillerini aramaya başladılar. Otelde bulunan Aziz Nesin de Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve Çalışma Bakanı Mehmet Moğoltay’la görüşerek can güvenliklerinin sağlanmasını istedi. Kendilerine ulaşılan yetkililer her türlü önlemin alındığı konusunda güvence verdiler. Bu sırada Sivas Valisi Ahmet Karabilgin de Başbakan’ı ve İçişleri Bakanı’nı defalarca arayarak yardım istedi. Vali saat henüz 14.40’ta İçişleri Bakanı’nı ve müşteşarını arayarak, saldırının artık bir katliama dönüşmekte olduğunu bildirdi. Daha sonra da Ankara’yı defalarca aradı ve çevre kentlerden takviye güvenlik ekibi istedi.

Sivas Valisi’nin yaptığı görüşmeler sonucu kente, Tokat Emniyet Müdürlüğü’nden 20 polis, Kayseri Emniyet Müdürlüğü’nden 31 polis, Jandarma Komutanlığı’ndan 20 jandarma olmak üzere sadece 71 güvenlik görevlisi gönderildi. Sivas Tugay Komutanı, Madımak’ın hemen yakınında bulunan 6 bin kişilik asker mevcudundan yalnızca 30-40 acemi eri olayların yaşandığı yere gönderdi. Komutan olay yerine geldi, etrafa bakındı ve ayrıldı. Her şey planlandığı gibi gelişiyordu.

Madımak Oteli’ne sığınan aydın ve sanatçılar gericilerin ortasında katledilmek üzere terk edildi. Televizyon kameralarının kayıt yaptığı saatler boyunca benzin bidonlarının Madımak önüne getirildiği ve benzinin ateşe verildiği görülüyordu.

Madımak’ta kurtarılmayı bekleyenlerden bir kısmı otelin arka kapısından kaçmayı başarırken içeride onlarca kişi kaldı. Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli yangının oteli sarması üzerine çatıya çıktılar. İtfaiye merdiveni çatıya yanaştırılarak Nesin ve Kaleli çatıdan indirildi. Aziz Nesin merdivenden inerken, Refah Partili Sivas Belediyesi’nin meclis üyeleri ve görevlileri Nesin’i tartaklayarak, linç edilmek üzere merdivenden kalabalığın önüne attılar, linç girişimi güçlükle önlendi.

O gün Madımak Oteli’nde Türkiye 33 aydınını ve sanatçısını alevler ve dumanlar içinde kaybetti. İki otel görevlisi de katliamın kurbanı oldu.

Katliamın ardından Türkiye’nin dört bir tarafında kitlesel eylemler gerçekleştirdi. Türkiye’deki ilerici birikimin gücünü bir kez daha gören devlet halkın acısını, öfkesini sokaklarda ifade etmesine bile tahammül edemiyordu. İstanbul’da yapılan kitlesel eylemde yürüyüş kortejine durup dururken ateş edilmiş, bir kişi yaralanmıştı.

Devleti-basını el ele
Katliamı Ankara’dan izlemekle yetinen devlet görevlilerinin açıklamaları olaylara ne kadar hazırlıklı olduklarını da sergiler nitelikteydi.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyiniz” talimatı verirken, yaptığı açıklamada, “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş... Güvenlik kuvvetleri ellerinden geleni yapmışlardır... Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır”diyordu. Başbakan Tansu Çiller de, "Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir!. Halktan kimsenin burnu kanamamıştır ve ölenler de çıkan yangından boğularak ölmüşlerdir. Olayı bu kadar büyütmek yanlış, bir futbol maçında da bu kadar insan ölebilirdi" diyecekti.

Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ise "Olaylara geç müdahale edilmesinde Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Çiller ve Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş’in de benim kadar sorumluluğu var” demekle yetindi.

Bugünün liberal-demokrat köşe yazarlarının, 2 Temmuz'da yaşananlara ilişkin değerlendirmeleri (*) de devlet yetkililerinin gerisinde kalmıyordu:

"Olayların tetiği Aziz Nesin"in provokasyonu ile çekiliyor ve başka provokatörlerin de olayların içine girmesi ve devletin acziyle beslenerek, Madımak Oteli‘nin kundaklanmasına ve 35 kişinin yanarak ve boğularak can vermesine işler varıyor..." (Cengiz Çandar / Sabah, 4 Temmuz 1993)

"Komik hikâyelere imza atan yazar Aziz Nesin, bu defa izleri uzun yıllar kalacak bir trajedinin kahramanı oldu. Sivas'ta ilk elde 35 kişinin ölümü, çok sayıda kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan arbede, onun merkezinde bulunduğu yoğun tahriklerle meydana geldi." (Fehmi Koru / Zaman, 4 Temmuz 1993)

" 'Düşünce hürriyeti' etiketi altında gereksiz tahrikler yapan, en gelişmiş demokrasilerde bile provokasyon olarak kabul edilebilecek davranışlarda bulunan kimseler, Sivas'ta ortaya çıkan bu sonucu dikkatli bir şekilde değerlendirmek zorundadır. 'Şeriat ayaklandı' deyip işin içinden çıkmak isteyenler, olaylar sırasında çekilen fotoğrafları dikkatle incelenmelidirler. O fotoğraflarda neden yeşil bayrak değil de Türk bayrağı taşındığının ciddi bir tahlilini yapmalıdırlar." (Ertuğrul Özkök / Hürriyet, 4 Temmuz 1993)

Katliamla özdeşleşen gericiler: Karamollaoğlu, Erçakmak, Kazan
Katliamın ardından devlet görevlilerinin ve merkez medyası, gericisi tüm basının üzerinde anlaşmışlar gibi hep birlikte Aziz Nesin’i hedef aldıkları, gericiliğe toz konduramadıkları dikkatlerden kaçmıyordu.

Halbuki, Sivas katliamı daha önce Maraş’ta, Çorum’da yaşananlarla aynı mantığa sahip bir devlet provokasyonuydu. Devlet ilericiliği, solu bir kez daha kıyımdan geçirme planını sahneye koymuş, bu kıyımı gerçekleştirebilecek gerici-faşist güruhu da arkasına katmıştı. Katliamı gerçekleştiren gericilerin bir kısmı bu provokasyonun bir parçası olarak o gün Sivas’ta aktif rol oynadılar.

Bunlardan biri Refah Partisi’nin Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’ydu. Katliam için toplananları yatıştıracak bir konuşma yapması beklenen Karamollaoğlu, “Gazanız mübarek olsun. Bir defa şöyle bir fatiha okuyalım. Sonra şunların ruhuna el fatiha diyelim” diyen Karamollaoğlu’na göstericiler “Mücahit Temel” sloganlarıyla tezahürat yaptılar. Karamollaoğlu, katliamdakı rolünün mükafatı olarak milletvekili yapılarak, dokunulmazlık zırhına kavuştu.

Karamollaoğlu, yıllar sonra sahneye bu kez AKP’nin Alevi açılımı vesilesiyle çıktı. Devlet Bakanı Faruk Çelik, Karamollaoğlu’nu başkanlığında yapılan Madımak toplantısına davet ederek aynı geleneğin bir parçası olduğunu yeniden hatırlattı.

Bir diğeri, Refah Partili il meclis üyesi Cafer Erçakmak’tı. Sivas katliamı davası başladığında Erçakmak ve katliamda rolü olan diğer belediye görevlileri yargılanmak yerine Refah Partili belediyelerde çalıştırılıyorlardı. Daha sonra her yerde arandığı söylenen Erçakmak’ın Fransa’ya kaçtığı ve 1998 yılına kadar devletten SSK maaşını almaya devam ettiği ortaya çıktı. Devlet, yine katliamcısını ortada bırakmamıştı.

Katliam davası başladığında ise Milli Görüş’ün önemli ismi, eski Adalet Bakanı Şevket Kazan, sanık avukatı olarak boy gösterdi.

O gün oraya toplanan gerici güruh, tarihsel düşmanı saydığı Türkiye aydınlarını katletme fırsatını büyük bir haz duyarak kullandı. Alevlere bakarak sloganlar attılar, tekbir getirdiler, önlerine düşen Aziz Nesin’i linç etmek için birbirleriyle yarıştılar.

Ergenekon yaptı diyenler neyi amaçlıyor?
AKP hükümeti, yandaş medyanın da yardımıyla bir süredir katliamı Ergenekon örgütünün gerçekleştirdiği iddiasını işliyor. Devlet Bakanı Faruk Çelik’in olayın aydınlatılması gerektiğini söylemesi, AKP’li 115 milletvekilinin bu yönde imza vermesi de katliamda gericilerin rolünü unutturarak, olayın faili olarak devlet içindeki gizli örgütlenmelere, artık moda haline gelen Ergenekon örgütüne işaret etme amacı taşıyor.

Nitekim Fethullahçı Aksiyon dergisi geçen sene yayınlanan bir sayısında Ergenekon iddianamesinden yararlanarak Sivas katliamında Ergenekon’un ve “Derin Alevilerin” parmağı olduğunu, PKK ve DHKC’yi taşeron olarak kullandıklarını öne sürmüş, katliam günü gerçekleşen çetişli olaylarda solcuların da rol aldığını iddia etmişti.

AKP’nin ve Fethullahçıların ortaya attığı “Ergenekon parmağı” iddiası, o gün Madımak önünde toplanan, “Cehennem ateşi bu...” diye bağıran ve tekbir getiren gericilerin “ağır tahrik altında” kaldıklarını söyleyerek, gericileri savunma amacı taşıyor. Öte yandan, devletin sola, ilericiliğe karşı gerici-faşist güruhla el ele gerçekleştirdiği bir katliam daha gizli bir odağa, komplocu bir örgüte mal edilerek devletin kanlı geleneği aklanmaya çalışılıyor.

(*) Köşe yazarlarından yapılan alıntılar Feza Kürkçüoğlu'nun 30 Haziran 2007 tarihinde Birgün gazetesinde yayınlanan "2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı..." başlıklı yazısından alınmıştır.

(soL-Haber Merkezi)

Kemal Okuyan: Sivas Katliamı Türkiye sağının marifetidir.
Melih Pekdemir'in 2 Temmuz Sivas Katliamı ile ilgili soL'un sorularına verdiği yanıtlar
Sivas dizeleri...