Çelişkilerle dolu bir Sovyet istihbaratçısı: Sudoplatov

Çağlar Akyüz

Blog: Serbest Kürsü

Pavel Sudoplatov’un Ayrıntı yayınlarından çıkan anıları oldukça ilginç bir otobiyografi. Sudoplatov 1938 ve 1953 yılları arasında Sovyet istihbarıntında çeşitli kademeler de görev yapmış NKDV’nin üst düzey bir subayı. Kendi deyimi ile eski kuşak çekistlerden. Görev yaptığı yıllarda Stalin, Molotov ve iç işleri halk komiseri Beria’nın en güvendiği subaylar arasında. Zaten bu güven katıldığı hatta bizzat yönettiği operasyonlardan belli.

Sudoplatov milliyetçi Ukraynalılara karşı operasyonlarda sivriliyor. Troçki suikastinin planlayıcılarından, Nazilere karşı verilen büyük yurtseverlik savaşında cephe gerisinde bir çok işbirlikçiyi ve SS subaylarını yok eden operasyonları yönetmiş. ABD’ye karşı verilen atom bombası mücadelesinde belki de en önemli işleri Sudopaltov’un casusları yapıyor. Kitapta 20. Yüzyılın bu en önemli operasyonları hakkında bir çok detaya yer vermiş Sudoplatov

Dikkatimi çeken iki kısım var kitapta. Biri meşhur Rosenberg davası. Sudoplatov Rosenberg çiftinin çok önemli görevleri olmadığını söylüyor. ABD’deki casus şebekesinin bir hatası ile açığa çıkıyorlar. Sudoplatov ABD’nin bu dava ve verilen idamla siyasi bir mesaj verdiğini düşünüyor. İkinci dikkat çeken kısım ise İran’dan kaçan Molla Mustafa Barzani ile görüşmesi. Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu'daki politikalarını özetleyen ilginç bir görüşme olmuş.

Sudoplatov’un görevi Stalin’in ölümü ve Beria’nın tasfiyesi ile sona eriyor. Beria’nın vatana ihanet ve kişisel çıkarları uğruna birçok kişiyi öldürmek gibi suçlardan kurşuna dizilmesi ile birlikte Sudoplatov da tutuklanıp yargılanıyor. Bu süreçten sonra ise kitaba fazlasıyla yansıyan çelişkileri başlıyor.

Sudoplatov tutuklandıktan sonra Hruşçov ve ekibinin suçlamalarının asılsızlığı için mücadele etmeye çalışıyor. Bu konu da gayet haklı. Suçlamalar hiç bir delile dayanmıyor. Birçok başarılı Sovyet istihbarat operasyonu suç delili olarak önüne getiriliyor.

Sudoplatov’un en büyük çelişkisi Sovyet tarihini ama özellikle de Stalin’li dönemi büyük bir suç ve terör dönemi olarak ifade etmesi. Buna dair elle tutulur bir kanıt sunmuyor. Çelişkili tarafı ise bu dönemde birçok operasyo da yer alması ve operasyonları gayet başarılı ve meşru görmesi. 

Sudoplatov kitabın bir bölümünde şöyle  söylüyor: "Beria, Stalin, Molotov işledikleri tüm suçlara karşın SSCB’yi geri kalmış bir tarım ülkesinden nükleer silahla donanmış bir uzay devletine dönüştürdüler. Hruşçov, Bulganin ve Melenkov aynı derecede korkunç suçlar işlediler ama SSCB’ye hiçbir şey katmadılar." Kitabın bir çok bölümünde  yiğidi öldürüp hakkını yememe gibi bir stratejisi var. Ama yiğidi öldürdüğü kısımlar havada kalıyor

Sudoplatov öncelikle 1936-1938 arasındaki tasfiyeleri eleştiriyor. Stalin’i yargısız infaz yapmakla suçluyor. Ama detaya girmiyor. O yıllar da Ukrayna milliyetçilerine karşı operasyon da olduğu için konuya pek vakıf değil. 1939-1940'ta bizzat kendisinin yönettiği Trotsky suikasti sırasında tasfiye edilen birçok ismin Troçkist hiziple bağlarını keşfediyor. Yine orduda ki bir çok tasfiyede  Alman istihbaratçılarla olan bağlarını da zaman içinde görüyor. Fakat her nedense o sıralar ülke de bile olmadığı tasfiyeler Stalin’in yargısız infazı olmaya devam ediyor.

Sudoplatov çok tartışılan Trotsky suikastı konusunda parti önderliğini suçlamıyor. Çünkü operasyonu yöneten kendisi. Troçkist hizbin İspanya iç savaşı sırasında dünya Komünist hareketinde kırılmalara yol açabilecek işler yaptığını ve bu durumun faşizme karşı savaşta Sovyetlerin elini zayıflatacağı gibi bir endişe ile hareket edildiğini söylüyor. Suikasti gayet meşru buluyor. Fakat Troçkist hizbin savaştan önce ülkeden tasfiye edilmesine ısrarla vahşet adını takabiliyor

Sudopaltov’un yiğidi öldürmediği konu faşizme karşı verilen büyük yurtseverlik savaşı oluyor. Hitler ile yapılan saldırmazlık paktı ile başlıyor. Sudoplatov paktı Sovyetleri siyasetin dışına itmeye çalışan İngiliz ve Amerikalılara atılmış bir gol olarak görüyor. Etik olarak bir sorun görmediğini, Yalta konferasından farksız olduğunu ekliyor. Anıları yazarken ona eşlik eden Jerrold L. Schecter bunun karşısında dehşete düştüm demekten kendini alamıyor. Azılı bir anti–komünist olan Schecter, Hitler ve Stalin eşitlemesi yapılmadığında dehşete düşmeye oldukça hazırlıklı. Ayrıca Sudoplatov savaş sırasında Stalin’in şoka girdiği ve on gün konuşmadığı gibi yalanları birinci ağızdan yalanlıyor. Bu dönemler de Kremlin de Stalin’le bizzat görüşüyor gayet soğukkanlı ve kararlı buluyor.

Sudoplatov’un en fazla üstünde durduğu konu Parti önderliğini suçladğı ‘Katin katliamı’ oluyor. Esir alınan 22.000 Polonyalı subay ve sivilin Beria’nın tavsiyesi Stalin ve Molotov’un onayı ile katledildiğini söylüyor. Kanıt olarak sunduğu ise KGB arşivlerinden çıkan ve Beria tarafından Stalin’e yazılmış bir mektup. Mektupta Beria kampta bulunan subayların geçmişte Sovyetler birliğine karşı operasyonlara katıldığını ve birçoğunun hala bu heveste olduğunu yazıyor. Beria mektupta Polonyalıların yargılanması gerektiğini aksi halde faşizme karşı savaşta Sovyetlere zarar vermeye devam edeceklerini söylüyor. Yargılanıp kurşuna dizilen Polonyalı subaylar olduğu bir gerçek fakat bu mektuptan Beria’nın 22.000 subay ve sivili infaz edilmesini tavsiye etmesi gibi bir sonuç çıkmıyor. Halbuki Katin katliamının meşhur faşist Almanya’nın Propaganda Bakanı Joseph Goebbels tarafından icat edildiği ortaya çıkan bir gerçek. Nunberg mahkemelerinde Katin’de bulunan cesetlerden Alman kurşunları çıktığı ve birçok kişinin sanılanın aksine 1940’ta değil 1941 sonbaharında öldüğü ortaya çıktı. Dahası, Hitler’in ve Goebbels’in katliamın sorumluluğunu Sovyetlere atmak için verdiği talimatlar ortaya çıktı. Sovyet istihbaratının bu ünlü şefi bunları bilmiyor olamaz.

Sudoplatov niye bu kadar yalan söylüyor sorusu geliyor akıllara. Hruşçov tarafından tasfiye edildikten sonra tek saplantısı itibarının iade edilmesi oluyor. İtibarını geri isterken bunu ideolojik bir kavga olmaktan çıkarıyor. Hruşçov ve ekibi Stalin dönemine karşı ideolojik bir saldırıya geçiyor. Sudoplatov’da bu saldırıdan payını alanlardan ve yıllar içinde itibarını ideolojik mücadeleden kaçarak ve hatta geçmişine yeri geldiğinde küfür ederek kazanacağını düşünüyor. Siyaseten teslim olduktan sonra ise yalan ve dezanformasyon hayatının bir parçası oluyor. İtibarını geri alması Sovyetlerin dağılması ile gerçekleşiyor. Kitabın yazılması da aynı tarihler de oluyor. Sovyetler yeni dağılmış, bütün dünyada sosyalizme ve Stalin’e küfürün revaçta olduğu yıllar da o da üzerine düşeni yapıyor ve modayı takip ederek ‘itibarını’ geri alıyor.

Kitabı bitirdiğimde aklıma uzun yıllar önce okuduğum Molotov anlatıyor kitabı geldi. Molotov’la röportaj yapan Feliks Çuyev, yaşlı bolşeviğe itibarının iadesi hakkında niye başvuru yapmadığını soruyor. Molotov itibarının halkın ve tarihin önünde sınanacağı cevabını veriyor. Bunca zaman sonra Molotov tarih önünde büyük bir devrimci, Sudoplatov gibilerse çelişkili birer eski ajan olarak anılıyorlar.