Genom üzerindeki patent savaşları

Yakın gelecekte marketlerdeki ürünlerin üzerinde GDOsuz etiketi yerine CRISPRsız etiketiyle karşılaşabiliriz.

Özgür Genç - bilimsoL

Canlı genomu üzerinde değişiklik yapmayı kolaylaştıran Crispr yöntemi, bilim insanları tarafından gerek temel biyoloji gerekse hastalık araştırmalarında yaygın bir biçimde kullanılıyor. Crispr, bakterilerin bağışıklık sisteminde yer alan ve hücreye giren virüslerin genomunu biçimlendirerek etkisiz hale getirmeyi amaçlayan bir savunma sistemi. Bakterilerdeki bu savunma sistemini diğer canlılara taşıyarak (hayvan ya da bitki) ve çeşitli rehber moleküller kullanarak canlının genomuna saldırıp onu değiştirmek mümkün. Bu sayede hem istenmeyen genlerden kurtulmak, hem de bozulmuş genleri tamir etmek mümkün. Yakın zamanda yapılan çalışmalar ve yayınlanan makalelere bakıldığında son üç yıl içinde Crispr kullanımında tam anlamıyla bir patlama yaşandığından bahsedebiliriz.

CRISPR konulu makalelerin yıllara göre dökümü

Bilimsel araştırmaların yanı sıra, kolay genom düzenleme yöntemi özellikle biyoteknoloji alanında faaliyet gösteren büyük tekellerin ilgisini çekiyor. Bugüne kadar GDO olarak da bilinen genetiği değiştirilmiş organizmaları üreten büyük besin tekelleri, Crispr yöntemini kullanarak genom değiştirmeyi gündemlerine almış bulunuyor. Geçtiğimiz günlerde Crispr kullanılarak üretilen ve kararmaya dirençli mantarlar, basının ilgisini toplamıştı. Benzer biçimde Crispr kullanılarak neredeyse sınırsız sayıda ürün çeşitliliği yaratmak mümkün. İşin ilginç tarafı Crispr kullanılarak üretilen mantarlar, bünyelerine diğer GDO’lardaki gibi yabancı bir gen aktarılmadığı için GDO olarak nitelenemiyor. Ancak bu genetiğinin değiştirilmediği anlamına gelmiyor.

Crispr yöntemi kullanılarak kararmaları önlenen mantarlar

Konu üzerinde önemli bir mücadele de tekniğin patentlenmesi konusunda yaşanıyor. Şu ana kadar bilim çevrelerinde tekniğin geliştirilmesine öncülük eden iki isim/grup öne çıkıyor. Birincisi Jennifer Doudna ve Emmanuelle Charpentier. Doudna, Kaliforniya Üniversitesi Berkeley Kampüsü’nde, Charpentier ise Berlin’deki Max Planck Enstitüsü’nde araştırma yürütüyor. Diğer isim ise Feng Zhang. Zhang, MIT-Harvard Broad Enstitüsü’nde faaliyetlerini yürütüyor. Benzer zamanlarda yayınladıkları makalelerle birbirlerine rakip sayılabilecek bu iki grup, bilim arenasında neredeyse birbirlerini yok sayıyor. Her iki grup da gerçekleştirdikleri sunum ve konuşmalarda birbirlerinin çalışmalarına atıfta bulunmazken, makalelerinde de benzer bir tek taraflılık göze çarpıyor.

Bilim dünyasında rekabet yeni bir olgu olmamakla beraber, son zamanların en önemli bilimsel gelişmesi olan Crispr’in bu denli ateşli bir konu olmasının nedeni, patentleyecek kişi ya da kurumun bu sayede milyar dolarlık bir gücü ele alması. ABD’de ilk patent başvurusunu gerçekleştiren Zhang, yöntemin kullanım hakkının kendinde olduğunu iddia ediyor. Buna karşın Doudna ise, Zhang patent başvurusunu yapmadan çok önce yöntemi keşfettiğini iddia ediyor. Yargıya intikal eden mesele bu hafta her iki tarafın avukatlarının da katılımıyla patent mahkemesinde görüşülecek. Nihai sonucun açıklanmasının birkaç ayı alacağı belirtiliyor.

Bir başka çözüm yolu da her iki tarafın Crispr yöntemini patentlerden bağışık kılacak bir adım atması, yani bir anlaşmaya varması olabilir. Eğer bu gerçekleşirse, Crispr yöntemi kullanılarak üretilecek ürünlerin önünde ticari anlamda bir engel olmayacak. Benzer durumların tarihte örneklerinin bulunduğunu belirten uzmanlar, bilimsel buluşların patentten arındırılmasının hem toplumsal fayda hem de bilimsel araştırmaların hızlanması adına önem taşıdığını belirtiyor. Örneğin hastalıkların tedavisinde kullanılan antikor üretiminin üzerinde bir patent bulunmuyor. Aynı şekilde çocuk felci aşısı da patentten arındırılarak yaygın kullanımının önü açılan diğer ürünler arasında sayılıyor.

Kaynak: http://www.cbc.ca/news/health/crispr-gene-editing-technology-patent-1.38...