Dillerin atası Afrika'da doğmuştu

Dünyada konuşulan yedi bin dilin tek bir kökeni mi var? Yoksa dünya dilleri birden fazla kaynaktan mı doğdular? Dillerdeki seslerin coğrafi dağılımını inceleyen bir çalışma, modern insan dillerinin tek kökenli olduğuna ve bunun Afrika'nın güneyinde ortaya çıktığına işaret ediyor.

DNA bilgilerini kullanarak bir topluluğun geçmişini öğrenmek günümüzde kolay. DNA dizisi birbirine benzer olan bireyler yakın akrabadır. Grup içinde genetik çeşitliliğin en yüksek olduğu bölge ise soyun ilk evrildiği ve yayılmaya başladığı bölgedir. Bunun nedeni, göç edenlerin genelde küçük bir grup olmasıdır. Dolayısıyla göçmenlerin çeşitlilikleri de geride kalanlardan az olur.

Örneğin günümüz tarım bitkilerinde genetik çeşitliliğin en yüksek oldukları bölgeler, Sovyet genetikçi Nikolay Vavilov'un 1920'lerde öne sürdüğü üzere, tarımın ilk başladığı bölgelerdir: Mezopotamya ve Güney Asya gibi.

İnsanlar arasında genetik çeşitliliğin en yoğun olduğu bölge ise Afrika'dır. Afrika'dan Asya'ya ve oradan Güney Amerika'ya doğru gidildikçe, genetik çeşitlilik ciddi biçimde azalır.

Velhasıl genetik veriler, modern insanın 200 bin yıl kadar önce Afrika'da evrildiğini, 60-70 bin yıl önce de başka kıtalara göçlerin başladığını göstermekte. Fosil buluntuları da aynı sonuca işaret eder. Yani bu bulgular ışığında tüm günümüz insanlarının ilk Afrika'da evrilip dünyaya oradan yayıldıkları sonucu çıkmaktadır. Peki ya dillerin kökeni?

Dil evrimini incelemenin zorlukları
Arkeolojik çalışmalara göre modern insanların müzik ve süsleme gibi sembolik faaliyetleri ilk defa 100 bin yıl kadar zaman önce ortaya çıkıyor. Dünya dillerin evriminin de bu zamana denk geldiği düşünülüyordu. Ancak dillerin gerçekten tek bir Afrikalı kökeni mi olduğu, yoksa modern dillerin birden fazla defa, birbirinden bağımsız mı evrildiği daha bilinmiyordu.

Doğrusu dillerden soy ağacı oluşturmak çok daha çetrefilli bir iş. Bunun başlıca sebebi dillerin sesleri ve yapısının DNA'ya kıyasla çok hızlı değişmeleridir. Dillerin alışverişe açıklığı işi daha da zorlaştırır. Dillerin karşılaştırmak ve özelliklerini kategorize etmenin zorlukları da ek bir sorun.

Bu kısıt ve zahmetler yüzünden dil bilimcilerin şimdiye kadar kurdukları soy ağaçları fazla eskiye uzanmıyordu. Gerçi bir dil ailesi içinde dillerin geçmişine yönelik önemli araştırmalar yapılmaktaydı. Örneğin 2003'te yapılan bir çalışma, Urdu, Kürtçe ve Almanca dahil 450 dil barındıran Hindu-Avrupai dil ailesinin 9 bin yıl önce Anadolu'da doğup tarımla beraber doğuya ve batıya yayıldığını tahmin edebilmişti. Ancak dil aileleri arasındaki ilişkileri ortaya çıkarmak çok daha zordu.

Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü'nde çalışan dilbilimcilerin 2008'de yayınladıkları Dünya Dil Yapıları Atlası bu açıdan önemli bir gelişme oldu (The World Atlas of Language Structures, kısaca WALS http://wals.info/). Toplam 2600 dile ait gramer, ses ve söz dağarcığı bilgilerini içeren bu kamuya açık derleme, dil evrimi çalışmalarına da büyük ivme kattı. Bu verileri dayanarak yapılmış ve bu hafta içinde yayınlanan iki çalışma da WALS'in faydalarını kanıtlıyor.

Makalelerden Nature dergisinde yayınlananı, dört dil ailesine mensup dillerin evrimini araştırıyor. Çalışmada, dillerde söz dizimi gibi yapıların zamanla nasıl değiştiği incelenmiş. Sonuçlar, her dil ailesinin kendine mahsus evrim biçimleri olduğuna işaret ediyor. Yani çalışmaya göre söz dizimi gibi özellikler açısından, diller arasında ortak, evrensel bir yapı bulunmamakta.

Bunun iki olası açıklaması düşünülebilir: Birincisi, diller çok hızlı ve serbest evrildiğinden ortak yapılar görünmüyordur. İkincisi, dillerin birbirinden bağımsız kökenleri olabilir.

Seslerin ortak kökeni
Science dergisinde yayınlanan ikinci makale de ortak köken sorusuna, bu sefer farklı bir yöntemle yaklaştı. Makalenin yazarı Yeni Zelandalı Quentin Atkinson, türler arasında evrimsel soy ağaçları üzerine çalışmalarıyla tanınan bir biyolog.

Atkinson, WALS'ta bulunan 504 günümüz dilinin çeşitliliklerini ve coğrafi dağılımlarını inceledi. Ancak Atkinson, dillerin çeşitliliğini gramer veya sözcükler yerine dillerin sesçik (fonem) dağarcığıyla ölçtü.

Çalışmanın sonuçları netti: Dünya dillerin sesçik çeşitliliği, Afrika'dan uzaklaştıkça belirgin biçimde azalmaktaydı - tıpkı insan genetik çeşitliliği gibi.

Örneğin kimi Afrika dillerinde 100'ü aşkın sesçik bulunabilirken, bu rakam Avustronezya dil ailesinden Havai dilinde 13'e düşüyordu.

Atkinson, diller arasındaki akrabalıklar gibi değişkenleri de göz önüne aldıktan sonra, dillerin tek bir kökeni olduğu ve bu ata dilin güney Afrika'da doğduğu olduğu sonucuna ulaştı.

Araştırmada ayrıca sesçik çeşitliliği ve nüfus büyüklüğü arasında bir bağıntı da görüldü. Örneğin Afrika'dan göç ettikten sonra nüfusun patlama yaptığı Güneydoğu Asya'da sesçik çeşitliliği yüksek. Bu da nüfus çoğaldıkça genetik çeşitliliğin artmasını anımsatıyor.

Atkinson'un bir diğer ilginç gözlemi, ata dilin özellikleri arasında dil şaklatma seslerinin olabileceği. Bu sesler 'cık cık' derken çıkardığımız sesin akrabaları - Türkçe ve Yunanca dahil bazı dillerde örnekleri mevcutlar, İngilizce gibi başka dillerdeyse yoklar. Öte yandan bugün Kalahari Çölü'nde yaşayan ve genetik olarak en 'atasal' sayılan toplulukların kimilerinin dillerinde bu seslerden çok sayıda bulunuyor. Bu da dil şaklatma seslerinin atasal olduğuna işaret ediyor.

Çalışma modern insanın yalnızca genetik değil, kültürel açıdan da tek bir kökene dayandığı fikrini destekliyor.

Kaynak:
Dunn M vd (2011) Nature. http://dx.doi.org/10.1038/nature09923
Atkinson QD (2011) Science 332:346-349. http://www.sciencemag.org/content/332/6027/346.abstract

Mehmet Somel (soL-Bilim)

Sol: Çalışmada kullanılan dillerin dağılımı. Sağ: Sesçik çeşitliliği Afrika'dan uzaklaştıkça azalıyor.