İşçilerin gözünden 1 Mayıs manzarası: Bir karanlık, bir aydınlık

soL, 1 Mayıs'ta 7 şehirden 7 işçiye "Gündeminizde neler var" sorusunu yöneltti. İşçiler kendi günlerinde kendilerini anlattı.

Özkan Öztaş

1 Mayıs, milyonlarca işçinin birlik, mücadele ve dayanışma günü. Düzen siyasetinin yasaklar ve takiye ile üzerini örtmeye çalıştığı bugün, aslında işçi sınıfının kendisini hatırlattığı bir gün.

soL, 1 Mayıs'ta 7 şehirden 7 işçiye "Gündeminizde neler var" sorusunu yöneltti. 

Üç yılı geride bırakan enflasyon krizinin zirveyi zorladığı bugünlerde, işçilerin ortak gündemi hızla eriyen ücretler. Ancak sorunları bundan ibaret değil. 

Uzayan mesailer, mecbur kalınan ek işler, kayıt dışı çalışmayı dayatan şirketler, her geçen gün uzaklaşan emeklilik hayalleri; görülemeyen çocuklar, eşler, arkadaşlar...

İşçiler kendi günlerinde kendilerini anlattı.

'1 Mayıs'ta mesai yapmak zorundayız'

İbrahim Kahraman, Antep'te imalat ve döküm yapan bir şirketin kalite kontrol bölümünde çalışıyor.

"Bugün gündeminiz ne" sorusuna "Başpınar (OSB) emekçisinin gündemi çok" diyerek başlıyor. İlk aklına gelense bugün çalışıyor olması: "Bu yıl 1 Mayıs günü resmi tatil olmasına rağmen mesai çağrıldık. Yapmak zorunda bırakılıyoruz çünkü örgütsüzüz."

Sadece bir gün değil, neredeyse her gün mesai dışında çalışmaya zorlanan Kahraman, "Sektörümüzde patronun keyfi uygulamaları çok fazla. Mesela benim bir çalışma saat aralığım yok. Bazen gece 10'a kadar çalıştığımız oluyor" diyor.

1 Mayıs'ta beklentisi sadece hakkı olan hayatı yaşamak: "Gaziantep birçok açıdan sömürünün herkesin gözüne sokulduğu bir yer. Biz çok zor koşullarda evimize ekmek götürmeye çalışırken bizim 1 ayda kazandığımızı 1 günde harcayan görgüsüz patronların düzeni son bulmalı."

'Çocuğumun büyümesini uzaktan bir el gibi izledim'

Fatma Akın 47 yıllık hayatının önemli bir bölümünü, güneş görmeyen tekstil atölyelerinde çalışarak geçirmiş. Ailece önce İstanbul'da tutunmayı denemişler. Ancak son yıllarda hızla yükselen enflasyon onları yeniden Giresun'daki köylerine getirmiş. Hayvancılıkla uğraşmaya başlayan aile, bu defa yeminden samanına bitmeyen pahalılıkla savaşıyor. Tekstil atölyelerinde geçen yıllarını şöyle anlatıyor:

"Tekstil sektöründe çalıştığım uzun yıllar boyunca sağlığımı kaybettim. Çocuğumun büyümesini uzaktan bir el gibi izledim. 

Asla çekilir bir meslek değil ama bu pahalılıkta çalışmak zorundayım. Karı koca çalışmamıza rağmen aldığımız para sadece kira ve faturaları zar zor karşıladı. Oğlum 8 yaşından bu yana evde yalnız başına. Okula kendisi gitti geldi, yemeğini kendisi hazırladı.

Ne anneliğimi bile bildim ne kadınlığımı. Patronlarımızın parasına para katmak için, onlar yazın sahilde kışın kayak merkezlerine rahat rahatlık yapabilsin diye ömrümü çürüttüm. Oğlumun bir kere bile veli toplantısına katılamadım, bir okul gösterisine katılamadım."

Mesaisinin eve gelince de devam ettiğini belirten Fatma Akın, "İşten geldiğimde yemek temizlik derken bitmiş bir şekilde uyumaya gidiyordum. Erkek işçiler bir nebze daha iyi. En azından eve geldiklerinde yemek temizlik dertleri yok. Bu kısır döngü içinde yıllar geçti. Elimde avucumda koca bir sıfır" diyor.

'İşçiler 'aynı gemideyiz' masalına son vermeli'

Gökmen KunduracıoğluTekirdağ'da bir kağıt fabrikasında kalite kontrol teknikeri olarak çalışıyor.

İşçi sınıfının büyük bir baskı ve saldırı altında hayatta kalma mücadelesini verdiğini söyleyen Kunduracıoğlu'na göre, "Her gün tekrar tekrar üretilen, 'hepimiz aynı gemideyiz' masallarıyla uyutulduğumuz bu illüzyona son vermenin, manevi yönden doyuran ama her konuda aç bırakan bu sevimli rüyadan uyanmanın, bu düzeni değiştirmenin zamanı geldi."

Yerel seçimlerin ardından estirilen atmosferi "sözde bahar havası" diye niteleyen Kunduracıoğlu, sözlerini "İşçi sınıfının kurtuluşu yalnız ve yalnız işçi sınıfının elindedir" diye bitiriyor.

Esnek üretim, derin sömürü: 'İş dediğin sürekli olmalı'

Patronların yıllardır ajandasında ilk sıralarda yer aşan bir istihdam modeli, bugünlerde daha sık dile getiriliyor. Uzun ve düzensiz mesai saatlerini kalıcı hale getirmeyi hedefleyen "esnek çalışma" modeli, özellikle iş yükünün belirli dönemlerde yoğunlaştığı sektörlerde karşımıza çıkıyor. Bunlardan biri de turizm.

Antalya'da bir otelde çalışan Zeynep Göçmen, "esnek çalışma" deneyimini şöyle anlatıyor:

"Bugün çalışma saatleri 1 gün için iş kanununa göre 8 saatken, Antalya'da birçok işletmede emekçiler 12 saat hatta 16 saate kadar çalıştırılıyor. Yoğun iş temposunda mesai ücretleri veriliyor denilerek aslında zorunlu olmayan mesailer zorunlu kılınıyor. Yılın 6 ayında çalışıp 6 ay çalışmayan turizm emekçileri, çalıştığı 6 aylık sezon içinde birçok hakkından feragat ediyor. Örneğin yoğun olan günlerde mesai zorbalığına maruz kalırken, işlerin sakin olduğu zamanlarda ücretsiz izinler veriliyor. İnsanca yaşanılabilecek bir ücret ve sürekliliği olan bir iş olmalı."

'Ek işlerden ailemize vakit ayıramaz olduk'

Mersin'de iş makinası teknisyeni olarak çalışan Yusuf Özcan, 32 yaşında. Akdeniz'de öne çıkan sorunun kayıt dışı çalışma olduğunu aktarıyor: "Ben ve benim gibi emekçilerin en büyük sıkıntılarından biri, sigortalarımızın aldığımız maaş üzerinden gösterilmemesi. Bölgede birçok emekçinin sigortası yapılmıyor ya da işveren devletten vergi kaçırmak için bilinmedik oyunlar döndürüyor."

Gecesi gündüzüne karışan Özcan, 1 Mayıs'ların bayram gibi kutlanacağı günü bekliyor. Bu bayramı da sevdikleriyle geçirmeyi istiyor: "Çalışma saatlerine uyulmuyor. Bu sebepten her birimiz ek işlere yöneliyoruz. Dolayısıyla ailemize vakit bile ayıramaz olduk."

'Ailecek gezintiye çıkmak 'zenginlik' göstergesi sayılıyor'

Ailesinden çok patronunu görenlerden biri de Tamer Yiğit. Samsun'da yaşayan bir metal işçisi. Özlemini şu sözlerle dile getiriyor:

"Kendimize, ailemize, sevdiklerimize zaman ayıramıyor olmamız, bu düzenin normali haline geldi. Dışarıda zaman geçirebilmenin, oturup bir yerlerde yemek yiyebilmenin, ailecek bir gezintiye çıkabilmenin 'zenginlik' emaresi görüldüğü günlerden geçiyoruz."

Uzun mesailer sonrası elinde bir şey kalmadığını gören Yiğit, "Son birkaç yılda artık çalışmanın iyi yaşamak ya da sadece yaşamak için bir araç olduğu durumdan çıkıp, amaçlaştığı bir duruma geçtik" diyor.

'Dur demenin zamanı geldi de geçiyor'

Tamer Yiğit'e göre artık her günün bir öncekinin kötü bir kopyası haline gelmiş durumda. Eşitsizliği bu noktada daha derinden hissettiğini söylüyor:

"Ertesi gün işe gelebileceğimiz kadar sağlıksız bir şekilde karnımızı doyuruyor, işe geliyor çalışıyor sonra bunu haftanın kalan günleri de aynı şekilde tekrarlıyoruz. Saatlerimiz, günlerimiz, aylarımız, yıllarımız boşa gidiyor gibi hissediyoruz. Bir ekmeğe, bir ömür veriyoruz. Tüm bunların yanında gelir dağılımdaki adaletsizlik her gün tekrar tekrar gözümüze sokuluyor. Birileri para havuzlarında içkisini yudumlarken biz açlıkla terbiye edilmeye çalışılıyoruz."

Çok sayıda arkadaşı bu zorluklardan zihnini uyuşturarak kaçmış. O ise başka bir çıkış yolu olduğunu düşünüyor:

"Amaçsızlaşan birçok işçi arkadaşımız kendisini uyuşturucu, kumar gibi bu hayattan soyutlayacak bağımlılıklara esir ediyor. İnsan gibi yaşayabilmenin, insan kalabilmenin, ilginç karşılandığı günlerden geçiyoruz. Bizi bu karanlıktan ancak birlikte mücadelemiz kurtarır. Tüm bunlara bir dur demenin zamanı geldi de geçiyor bile."