Erdoğan'ın, Yargı Reformu Strateji Belgesi’yle ilgili yaptığı konuşmada avukatlara yeşil pasaport hakkı verileceğini söylemesi üzerine Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun gülücükler saçarak alkış tutması, muhalif kesimlerden ve hukuk camiasından tepki çekti.
Yargıdaki onca soruna, avukatların yaşadığı bir çok sıkıntıya rağmen Feyzioğlu’nun iktidarla yeterince mücadele etmemesi, meslektaşlarının sıkıntılarına duyarsız kalması, Erdoğan’la kurduğu “yapıcı” ilişki zaten eleştiriliyordu. Üstüne bu görüntüler, hem de tartışmalı bir reform paketinin açıklandığı toplantıda gelince Barolar Birliği Başkanı yine tartışma konusu oldu.
Ancak yine de Feyzioğlu’na kızanların oturup tekrar düşünmesi gerekiyor. Çünkü kendisi değilse bile fikirlerinin muhalefet cephesinde iktidarda olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Sormamız gerekiyor: Bugün baştacı edilen muhalefet prensleri ondan çok mu farklı gerçekten? Feyzioğlu da "seçilmiş bir baro başkanı" olarak Cumhurbaşkanıyla uyum içinde çalışmaya çalışıyor işte!
Başkanın adı 2014’te de Cumhurbaşkanlığı adaylığı için geçmişti. Yine bir normalleşme tartışması sürüyordu. Hukukçu kimliği ve uzlaşmacı yaklaşımıyla Abdullah Gül’ün ardından uygun bir isim olabilirdi.
Meşhur tartışmada dönemin başbakanı Erdoğan’ın sert çıkmasına “kızmayın sayın başbakanım, güzel bir şey söylüyorum sayın başbakanım, burada çok yapıcı bir konuşma...” diyerek aslında dikleşmeye niyeti olmadığını göstermişti.
Zaten kavgayı sürdürmedi. Ama bu tartışma popülerliğini artırdı. Aslında hiç de "Erdoğan karşıtı toplumsal kesimlerin" sözcüsü olmak niyetinde değildi. O herkesi kucaklamak istiyordu! Feyzioğlu soyadının taşıdığı sağcı miras da buna olanak sağlıyordu.
AKP’yle birlikte sistemin tıkandığını o da görüyor, rol kapmaya çalışıyordu. “Devlet tarafsızlığı” taşıyan “siyaset dışı” bir figür olabilirdi. İhtiyacın bu olduğunu düşünüyordu.
Ne kadar da tanıdık geliyor değil mi bunlar.
Aslında o günden bugüne kadar da çizgisini bozmadı.
Erdoğan’ın köşke çıkması sistemin krizini daha da artırmıştı. Üzerine 15 Temmuz yaşandı. Feyzioğlu Erdoğan’ın sıkıştığını, kendisine alan açıldığını görüyordu. İstemediği bir kavganın izlerini unutturmak, hem de soyunduğu rolü daha etkili oynayabilmek için ihtiyaç duyduğu diyaloğu fark etmişti.
Zaten onun gibiler için yer çoktan açılmıştı devlet ve Erdoğan katında. O da hızlıca bu teması sağladı. Sanıldığı gibi dönek falan olmadı. Ancak yine de Erdoğan’la girdiği “yapıcı diyalog” saf değiştirdiği yorumlarına neden oldu. Oysa zaten hiç saflaşma olmamıştı.
2018’de de adı Cumhurbaşkanlığı adaylığı için geçti. Kendisine sorulunca “Ben o makamı çok yukarda görüyorum. Talibim demek haddini bilmemektir ama görev verilirse kabul etmemek ise şımarıklıktır. Kapıda gözcü de oluruz, bu ülke için her mücadeleyi veririz" diyerek aslında göreve talip olduğunu gösterdi.
Yine olmadı. Adı fazla tartışılmış, kirlenmişti.
Feyzioğlu bir türlü istediği role atanamadı. Oysa şimdi İmamoğlu var: Uzlaşmacı, kavgadan uzak duran, normalleşme havarilerinin ihtiyaç duyduğu makul bir sağcı.
Erdoğan’la diyaloğu yüzünden Feyzioğlu’na kızanlar, İmamoğlu’nun daha yolun başında Saray’a ziyaretini, sonrasında sürekli olarak yaptığı uyumlu çalışma vurgularını nasıl da içlerine sindirmişti oysa ki.
Daha şimdiden İmamoğlu’nu köşke uğurlamak isteyenlerin sayısı hiç az değil. Köprünün altından çok sular akmazsa tabii...
Feyzioğlu’nun yargı paketiyle ilgili açıklamasında kullandığı “Bu belgeyi, Türkiye İttifakının altını dolduran bir belge olarak görüyorum. Hayata geçirileceğine inanıyorum” ifadeleri yandaşlık olarak değerlendirenler, acaba seçim sonra Erdoğan’ın “Türkiye ittifakı” açıklamasına, aynı gemideyiz sözlerine kimlerin destek verdiğini hatırlıyorlar mı? Hepsi ne kadar sevinmişti oysa, ah şu Pelikancılar işi bozmasaydı!
Biçimin, özü; kişilerin siyaseti ve fikirleri ezdiği bir dönemdeyiz. Feyzioğlu’nun şansızlığı bir türlü istediği role atanamamış olması. Olsun, fikirleri iktidarda.