Kedidir kedi

Sosyal medyadan izlemişsinizdir. Çeşitli il ve ilçelerde seçim günü yaklaşık aynı saatlerde randevulaşan kediler, kafayı çekip, kızlı erkekli trafolara girmişler. Kedilerin dayanışması, yani sosyal bilimlerin önemli kavramı olan “kolektif eylem sorununu” nasıl çözdükleri, araştırmalara konu oluyor. Eşgüdümleri hayranlık uyandırmış durumda. Telekinezi yöntemiyle haberleştikleri sanılıyor. Yani?

Yani aklımızla alay ediyorlar. Sadece bizimle değil, bu ülkede hayatı boyunca bir tek gün düzgün bir okula gidenlerle, tek bir kitap okuyanlarla, ilkokulda tek bir havuz problemi çözenlerle alay ediyorlar. “Teknik sebeplerle bazı kesintiler olmuş, seçimlerle alakası yok” deseler yine inanan olmayacak. “Kedidir kedi” demek bunu söyleme gereğini dahi duymamaktır.

Bununla beraber seçim analizleri hile hurda işlerine dayandırılamaz. “Önemsizdir” anlamında söylemiyorum. Tam tersine: Bir tek oy için bile sonuna kadar mücadele edilmelidir. Analiz yapmak çok zor olduğu için söylüyorum. 2007’de ne olmuştu? 2009, 2010, 2011? Daha önce? Bu gidişle seçim çalışmaları literatürüne “optimal hile oranı” diye bir değişken eklemek gerekecek.

Acaba “optimal oran” kaçtır? Belli bir yüzde “normal” hale geliyorsa, anormal olan oran kaçtır? “Optimal orandan” sapmaları mı araştırmalıyız? Nasıl ölçeceğiz? 2010 referandumunda, ortaklık bozulmamışken, “ölüler diriler oy versin” temennisine uyarak kaç ölünün kalkıp oy verdiğini biliyor muyuz? Şimdi ek faktör ne kadardır, onu da bilemeyiz. Sorular bunlar. Bu nedenle, sadece bu nedenle, analizi bu faktöre dayandıramayız. Dayandıramayız ama manzarayı da göz ardı edemeyiz.

Bir başka göz ardı edilemeyecek manzara memleketin üç parçalı hale gelmiş görüntüsüdür. Ortada ABD’ye benzer bir durum var: Bir tür “iç kuşak” -ki blok halinde sağa ve giderek dincileşen sağa oy vermekte ısrarcı- var. Kıyılar veya “modernler” var. Bir de Kürt hareketi var. Giderek bu bloklar arasında, zaten çok düşük olan, geçişkenlik sıfırlanıyor. Ayrıca iletişim de sıfırlanıyor. Seçim güvenliği çok önemli: Yeri geliyor 1 oyla belediye seçiminin kaderi değişiyor. Fakat memleketin genel manzarası daha az önemli değil.

Kavram olarak kullanmak istemiyorum: Ama “aşağı orta sınıflar” denen bölme ‘AKP iktidarından ekonomik olarak fayda sağladım ve üstelik sembollerime hitap ediyor’ dediği sürece -ekonomi ve ideoloji- bu manzara zor değişecek.

Sosyalistler elitist değildir. Bu saçma cümleyi baştan gardımı almak üzere yazmamın nedeni sosyalistlere musallat edilen elitist, tepeden inmeci, halkın değerlerini anlamayan vb yaftalamalardır. Bizzat sosyalistlerin bir bölümünün bunlara inanıp, içselleştirmiş olmasıdır. Sosyalistler elitist değildir ama sosyalistler cehalete övgü düzmezler. Bolşevikler Rus proletaryasının “arkasında vecd ile secde etmediler”, kuyrukçuluk yapmadılar. Daha önemlisi şudur: Örneğin Plehanov’un 80-90 sayfalık felsefeden bahseden broşürleri 10.000 civarı basılıp fabrikalarda da dağıtılmıştır. 1900’lerin başında ileri işçilerin okuduğu çalışmaların bazılarını bugün değme sosyalist okuyamaz, birkaç sayfada elinden atar. Cehalet yaygın ve geneldir. Elitistlik suçlaması yüzünden cehalete övgü düzemeyiz.

1980 sonrası büyük bir nüfus kayması yaşandı. İstihdam yapısı hızla hizmetlere kaydığı için kentlere gelenler ne sanayi disiplininden geçtiler, ne de sosyalistler onları bekliyordu. Bu çölleşme köylülüğün bütün hücrelerinin kentlere nüfuz etmesine yol açtı. Orta büyüklükte Anadolu kentleri bugün artık köydür. Ülke açısından dış borca, bireysel açıdan krediye veya sosyal harcamalara dayalı da olsa, hissedilir bir refah artışı bu kitlelerin tercihlerini belirlemeye devam ediyor. AKP’nin yaptığı tam da budur: Bu tabanı konsolide etmek. Konsolide etmek komşu partilere oy kaymasının önüne sonsuza kadar geçemez. Örneğin dini referansları olan bir “merkez sağ” parti AKP’den masif oy kaymasına yol açabilir. Bu ayrı. Konsolide etmek, yüzde 30-40 arası bir seçmeni “su geçirmez” hale getirmektir. Nasıl?

Haziran’dan beri olanlara bakalım. Daha ne olacaktı? Ekonomik kriz dışında her şey oldu. Ne denirse, nasıl hitap edilirse edilsin, “içeriden” de hitap edilse, bu seçmen siyasi, kültürel ve ideolojik argümanlara kapalı hale gelmektedir. Hatta gelmiştir. Dünyanın hiçbir orta gelişkinlikte kapitalist ülkesinde hükümetler bu iddialar karşısında ayakta kalamaz: İstifa ederler. Ama etmeseler bile seçimden silinerek çıkarlar. Bu, olmamıştır. Konu budur.

Cehalet sadece okumamak değildir. Sadece kavramların oluşmaması da değildir. Düşünmeyi bilmemek de değildir. Aynı zamanda bazı sonuçlar doğurur ve o sonuçlarla da tanımlanabilir. Doğal sembolleri aşamamak cehalettir örneğin. Ne demek bu? Evde, mahallede bunu gördüm, bunu duydum. Ve şalteri indirdim: “Bundan sonra ne duysam, ne okusam, ne olsa beni etkilemez”. Budur. Evet, insanlar ancak asgari ihtiyaçları sağladıktan sonra kamusal konuları ve siyaseti düşünmeye başlarlar. Buradaki vaka “asgari ihtiyaç sonrası” ilerleyememe halidir. Belki cemaat dayanışması şeklinde bir “ittihat” var, ama “terakki “yok.

Bu artık bir olgu. AKP’nin trend oyu yüzde 40 civarındadir. Dalgalanabilmekte, “optimal orandan sapmalara” göre de değişebilmekte. Yüzde 50 söz konusu değildir. Ama diğer “muhafazakarları” işe dahil edince rahatlıkla yüzde 65’e çıkıyoruz. Bu manzara çok zor değişir. Değişmediği sürece de AKP’nin oyları gitse gitse MHP’ye veya adı AKP olmayan, ama ona hayli yakın başka bir partiye gider.

Bu nedenle asıl olay ağırlıklı CHP’ye oy veren bölmeyle ilişkilerimizde ve o bölmenin nasıl konsolide olacağında. Elitizm falan değil: Yaklaşık yüzde 30’dan bahsediyoruz. Üstelik ülkenin geleceğini kurabilecek beşeri sermaye burada. Ama yüzde 30’un 30 yıldır sabit kalması aslında şaşırtıcı bir durum ve hep böyle kalamaz. Bu kafayla devam edilirse sonunda demografi işleyecek ve 10 sene sonra artık yüzde 30’dan da bahsedemeyeceğiz. Durum acil.

Bütün tercihlerin değişmesi gerekiyor ve başlangıç yeri burası.