Zamanın öğütücü ruhuna karşı

Reel sosyalizmin yenilgisi ve neoliberalizmin dört bir yanda elde ettiği muzaffer hegemonya müzikte de bir bocalama dönemine tekabül eder. Şarkıların birbirinin tekrarına dönüştüğü, dinamik tarzların bile tekdüzeleştiği, pazarlama ve yıldız sisteminin her aşamayı ve herkesi çabucak tükettiği can sıkıcı bir dönemdi 1990'lar.

Dünyanın dört bir yanı gibi dinleme alışkanlıklarımız da fethedilmeye hazır bir pazara dönüşüyordu. Müzik piyasası önceden yüzüne bile bakmadığı herşeyi parlatmaya başlamıştı: etnik, rock, folk, punk farketmiyordu. Şarkılar hap niyetine alınmak üzere çoktan kısalmıştı. Beş dakikayı aşan bir şarkının örneğin bir rock albümünde yer alması adeta yasaklanmıştı. Her şarkı, ambalajından çıkarılıp çabucak tüketilebilmeliydi.

Piyasaların kulakları da fethettiği 1990larda özü, çekirdeği tüm bu fetihçi sürece dayanıklı müzikler yapanlar da vardı. Kanadalı Godspeed You! Black Emperor (GY!BE) bunlardan bir tanesiydi. Yaratıcı seslerin nadiren çıktığı rock müziğinde Kanadalı topluluk yaklaşık 20 yıldır müziğin ve işitsel deneyimin sınırlarını genişletmeye devam ediyor.

Müziklerinde piyasanın tutmayacağı herşey var: Yarım saati bulan şarkılar, iki saate ulaşan albümler, reklam ve pazarlama stratejilerini kullanmama, kolektif bir üretim ve performans süreci, klasik şarkı kalıplarını umursamama, şarkılar için yazılmış ve tüketimi kolaylaştıran sözler yerine politik göndermeleri tercih etme. Bu tarzları ve üretme tercihleri, kendileri açıkça ifade etmeseler de anarşist ya da punk olarak tanınmalarını sağladı.

Topluluk, çerçevesi çok belirli olmayan ama bağlantıları az çok anlaşılan bu siyasi ve estetik üretim anlayışıyla çok az topluluğun erişebileceği bir dinleyici kitlesine ulaştı. Bu etkiyi, 2002 yılına kadar çıkardıkları beş albüm için hiç bir reklam yapmayarak ve mümkün olduğunca alternatif dağıtım kanallarını kullanarak elde ettiler.

Müzikal tarzlarının Türkiye'de Replikas, Zen, Serdar Ateşer'in tarzına yakın düştüğünü söyleyebiliriz. Sıradan rock şarkısı için çerçeve az çok bellidir: Temposuna hemen kaptırılacak bir ritm, akılda kolay kalacak rifler ve şarkı sözleri. GY!BE ise sert gitar riflerini, vurmalıları, yaylıları ve efektleri neredeyse bir senfoni süresine denk gelen düzenlemeler için kullanıyorlar. Yaptıkları sert bir müzik. Ama sırf sert olması için yapılan değil dünyanın dertlerinin sertliğini taşıyan bir sertlik bu. Şarkı sözü ise yerini bir konuşmaya, bir sokak kaydına, bir şiire bırakıyor ve içerikleri anti-kapitalist bir içerik taşıyor.

Topluluk müzik endüstrisinin kurallarına göredeğil kendi kurallarına göre üretiyor. Yola ilk çıktıkları günlerden bu yana 'vokalist yok, grup lideri yok, röportaj yok, basın fotoğrafı yok' ilkesini işletiyorlar. Verdikleri az sayıdaki röportajı ise kişisel olarak değil GY!BE olarak yanıtlıyorlar.
Birkaç yıl öncesine kadar müzikal üretime sonu belirsiz bir ara vermişlerdi. Açıkça söylememiş olsalar da topluluğun dağıldığı düşünülüyordu. 2010 yılında, işitsel malzemenin görsel öğelerle birleştiği etkileyici konserlerine yeniden başladılar. 15 Ekim'de ise hayranlarına tam anlamıyla sürpriz yaparak altıncı albümlerini yayınladılar: Allelujah! Don't Bend! Ascend! (Hamdolsun! Eğilip Bükülmeyin! Yükselin!).

Yeni albümleriyle on yıl önce kaldıkları yerden müziğin sınırlarını genişletmeye devam ediyorlar. Dört ayrı parçadan oluşan albümde iki tane oldukça uzun şarkı yer alırken güncel toplumsal dertler sorgulanıyor.

Daha albüm kapağında, geçtiğimiz yıl Kanada'yı meşgul eden Kuzey Planı'na ve 78 Nolu Tasarı'ya hoş bir selam gönderiliyor. Kuzey planı, Kanada doğasını sermayenin talanına açan beş yıllık bir kalkınma planı. 78 Nolu Tasarı ise öğrenci eylemlerine karşı hükümetin aldığı ağır ceza kararlarının meclis numarası. Parçalardan bir tanesi, savaş suçu işlediği öne sürülen ve geçen yıl yargılanmaya başlanan Sırp general Mladiç'in adını taşıyor. Avrupa'nın göbeğindeki bu son savaşa gönderme yaparken arkaplanda hafif bir Yunan rembetiko havası duyuluyor. Şarkı Montreal’de hayat pahalılığına karşı yapılan eylemlerden alınan tencere-tava sesleriyle bitiyor.

İngiliz gazetesi The Guardian'a verdiği röportajda GY!BE müzikal tavrını "Ya kralın hoşuna giden bir müzik yaparsınız ya da duvarın dibinde bekleyen kölelerin" diye açıklıyor. GY!BE’nin farkı tam da burada sanırım. Politik tavırlarını bir söylem olarak bırakmıyorlar. Tavırlarını, üretme biçimleriyle, estetikleriyle hayata geçiriyorlar. İşte tam da bu nedenle müzikleri, zamanın öğütücü ruhuna karşı direniyor. Müzik endüstrisinin çarkları için değil de kapitalizmin giderek artan baskılarından bunalan, çıkış arayan en öndekiler için ve onlarla birlikte müzik yapıyorlar. Ve, bu öncü müzisyenler olmayınca, ticari pop dahil, herşeyin ortalaması düşüyor.