Beyni dışarıdan etkilemek mümkün mü?

Tabii ki mümkün. Ama ortada felsefi olduğu kadar biyolojik bir sorun da var: Dışarısı neresi, içerisi neresi? 

Beyin etkinliklerinin hepsi; düşünceler, duygular ve davranışlar sinir hücrelerinde olup biten elektrokimyasal birer işlemden ibaret. Ama bu elektrokimyasal işlemler izole, sabit ve yalıtık bir ortamda, yani laboratuarda olmuyor. Tam tersine aynı anda hem fiziksel olan hem de o fiziksel üzerine gözlemde bulunabilen, düşünebilen tarihsel-toplumsal dinamik bir süreç içinde oluyor. İçerisi (fiziksel) ancak bir dışarısı (sosyal) ile var olabiliyor.

Bu nedenle, diyebiliriz ki beyni dışarıdan etkilemek mümkün. Çünkü dışarıyı değiştirirseniz içerisi de değişiyor. Örneğin rekabeti ya da gelecek belirsizliğini azaltın, beyindeki stres hormonları (ve ilişkili olduğu birçok durum) da azalır. Yani dışarısı, içerisi için oldukça belirleyici. Ama her zaman değil.

Çünkü içerideki değişim, dışarının işlenişini, dışarının iç temsillerini değiştiriyor. Örneğin psikoterapi ile oluşan farkındalık, kişinin iç dünyası hakkındaki farkındalığı, kişinin dış dünyayı algılayışını değiştiriyor. Hem de moleküler düzeyde. Psikoterapi ile sinir hücreleri arasındaki bağlantılar (sinapslar), bu bağlantıların konfigürasyonu değişiyor. Nöral plastisite denilen bu fiziksel değişim, öğrenmenin, bilmenin, bildiğini hatırlamanın da altında yatan bir mekanizma.

Aslında günümüz psikiyatrisinin de beyni dışarıdan müdahale ederek değiştirme üzerine kurulu olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin sanrılar dediğimiz bazı düşünceler (izlendiğini, takip edildiğini düşünme, buna dair kanıtlar olduğunu algılama) antipsikotik adı verilen moleküllerle ortadan kalkar. Hatta bazı kişilerde bu moleküllerin tek bir dozuyla bile düşünceler (örneğin bir komploya maruz kaldığını düşünme) ortadan kalkabilir. Özellikle de beyindeki moleküllerden birisi olan dopamin ile ilişkili olarak ortaya çıkan sanrılarda şaşırtıcı bir etkinlikleri vardır bu ilaçların.

Ve sonra kişi bile şaşırır: “Neden öyle şeyler düşündüm, ben bile bilemiyorum. Ama çok gerçekti!” der. Sanki bir rüya yaşamıştır. Hâlbuki muhtemelen beynindeki dopamin sisteminde bir ileti “düzensizliği” olmuştur. Zaten antipsikotik moleküller de beyinde dopaminin yerini alırlar ve dopamin etkisinin azalmasına neden olurlar. Benzer biçimde dopamini uyaran moleküller de bu tür algı ve düşünce farklılıklarının, sanrıların ortaya çıkmasına neden olabilirler.

Bazı moleküller ise düşünce ve algıları doğrudan etkilemeyebilir. Ama kaygıyı, hoş olmayan hisleri (mutsuzluk, keyifsizlik, hayattan zevk alamama gibi) ortadan kaldırır. Ve sonuçta kişinin iç dünyası bir “hap” ile değişmiş olur.

Ve tüm bunlar mucize gibi görülebilir. Bilim, bilgi mucizeyi mucize olmaktan çıkarır ama sosyal doku bilim olanı mucize olarak kabul etmekte ısrar eder.

Dedik ki beyin dışarıdan değiştirilebilir; düşünce, duygu, bellek gibi beyin işlevleri elektrokimyasal işlemler. Ve sinir hücrelerinin fiziksel konfigürasyonunda ya da kimyasal bileşenlerindeki küçük değişiklikler de düşünceleri değiştirebilir.

Bu durumda örneğin ses dalgaları ya da farklı radyo dalgaları ile beyin işlevleri, hatta kimyası değiştirilebilir mi?

Bir süredir bu konu oldukça ilgi çekiyor. Hatta internet üzerinden beyin işleyişini ve haliyle iç dünya deneyimini farklılaştıran yazılımlar, aletler (kulaklık, bir nevi gözlük benzeri aksamlar) edinmek bile mümkün. Bunların önemlice bir bölümü, evet, umut tacirliği. 21. yüzyıl tipi.

Öte yandan tüm bu yazılımlar, aletler, öncelikle "bilimsel" temelli yardım arayanların, hatta “zihin kapasitesini” bilimsel olarak arttırmak, “fit olmak” isteyenlerin ilgisini çekiyor. “Nöroformat” gibi havalı pazarlama isimleriyle ya da "Kendinizi değiştirmek için beyin dalgalarınızı değiştirin" gibi sloganlarla cezbediyor. Bir nevi kuvvet macunu ya da her derde deva iksir niyetine. 21. yüzyıl insanı için macun ya da iksir ise nöroformat paketinde satılıyor. 

Ancak bu işin, yani beyni dışarıdan, uzaktan değiştirmenin bir tek tacirlik ve de fantastik yanı yok. Bir de “askeri” yanı var. Daha önce soL’da da değinilen [1, 2] bir olay “Beyni dışarıdan etkilemek mümkün mü?” tartışmalarını alevlendirmiş durumda. 

2016 sonlarında Havana'daki ABD elçiliği çalışanlarının bir kısmı bazı sorunlar (ses duyma, işitme farklılıkları, hatırlamakta zorlanma, baş dönmesi, sersemlik gibi) yaşamaya başladı. Ve ABD bu diplomatlarda “beyin hasarları” saptandığını duyurdu. Ardından da bu mesele Küba'nın açık, kararlı ve net işbirliğine rağmen ABD tarafından gittikçe büyütüldü.

ABD tarafı elçilik çalışanlarının ses dalgaları ile yapılan sonik bir saldırıya maruz kaldıklarını ve bu saldırı sonuncunda beyinlerinde tıpkı kafa travmalarından sonra görülenlere benzer hasarlar oluştuğunu iddia ediyor. Saldırı sonucunda 3 kişide kalıcı işitme sorun olmak üzere toplam 21 kişide bazı beyin işlevlerinde bozulmalar saptanmış durumda. Bilim dünyası ise bunun, yani sonik saldırının pek mümkün olamayacağını söylüyor. Ya da en azından olabilecekse bile bir bina büyüklüğündeki bir aygıt ile yapılabileceğini, ama bu durumda da tek bir kişinin beynine odaklanmanın mümkün olamayacağını söylüyor, uzmanlar.

Konu hakkında Küba devletinin de içinde olduğu çeşitli incelemeler yapıldı. Ancak geçtiğimiz haftaya kadar ayrıntılı tıbbi bir bilgi de yayınlanmamıştı. İşte geçtiğimiz günlerde Amerikan Tıp Birliği dergisi (JAMA) söz konusu olguların ayrıntılı tıbbi durumlarını yayınladı [3, 4]. Ancak yayınlanan bilgiler meseleyi aydınlatmaktan oldukça uzak. Görünen o ki konu bir süre daha tartışılacak. Hem bilimsel yanıyla hem de askeri, siyasal yanıyla. Ve ABD yönetimi Küba’ya karşı bu “gizemli” saldırıyı kullanmaya devam edecek.

Ancak beyin işlevlerinin değiştirilmesi üzerine Amerikan Savunma Bakanlığı’nın uzun yıllardır “ciddi” araştırmalar yaptığı da biliniyor. CIA tarafından yürütülen Project MKUltra kapsamında kişilerin beyin işlevlerini dışarından ya da uzaktan etkilemek için şimdiki yöntemlerin yanında artık komik (ve ürkütücü) kalan yöntemler denenmiş. 1970’lerde durdurulan projenin güncel versiyonlarının ise sürdürüldüğü söyleniyor. Yani mesele sadece ticari bir mesele değil. “Nöroformat” esas olarak silah sanayi için kullanılır mı kullanılmaz mı, buna da bakılıyor.

İşin klinik tarafından bakınca bu tür iddiaların ve aksamların beyin üzerine iddia edilen etkileri yapamayacağı rahatlıkla söylenebilir. Şimdilik beyni dışarıdan tek bir odakta etkilemek mümkün değil gibi görünüyor. Ama insanlar soğuk bilimsel gerçekler yerine tatlı ve iç gıdıklayıcı bilimsel fantezileri severler. Hele işin içinde biraz gizem varsa beyinde ödül sistemi daha çok uyarılır. Bu nedenle de “beynin gizemi, sırları, bilinmeyenleri” diye bol bol kitap basılıyor, videolar çekiliyor, konferanslar düzenleniyor.

Evet, bu fantezilerin bir kısmının bilimsel temeli var ve bir kısmı da zaman içinde gerçeklik kazanabilir. Örneğin beyinde bazı bölgeleri manyetik bir alanla uyarmak mümkün gibi görünmektedir ve bu yöntem tedaviye dirençli depresyonda, Parkinson hastalığında görülen titremeleri gidermede kullanılıyor.

Ama her tür bilimsel temele rağmen günümüz toplumunun düşünsel ufku yine de gizem ve fanteziye odaklı. Kimisi cinlere inanıyor, kimisi ise beyin dalgalarını değiştiriyor, format atıyor. Baki kalan ise idealizm oluyor. Düşüncenin materyalist zeminine rağmen.

 

[1] Erhan Nalçacı, Emperyalizm sadece güce değil hileye de dayanır. soL, 23.09.2017

[2] Nahide Özkan, ABD, Küba’daki büyükelçiliği kapatır mı? soL, 19.10.2017

[3] Swanson ve ark. Neurological Manifestations Among US Government Personnel Reporting Directional Audible and Sensory Phenomena in Havana, Cuba.JAMA, 15.02.2018.

[4] Christopher C. Muth, Steven L. Lewis, Neurological Symptoms Among US Diplomats in Cuba. JAMA, 15.02.2018.