Öğretilmiş çaresizliğimiz

1960’larda köpeklerle yapılan ünlü deneyi bilirsiniz. Etik dışı bu deneyde hayvanlara tekrarlayan bir şekilde elektrik şoku veriliyor. Bir gruba şoktan kurtulmayı sağlayan bir buton koyuluyor. Diğer grupta ise böyle bir seçenek yok. Deneyin ikinci aşamasında köpeklere tekrar elektrik veriliyor ancak bu sefer iki grupta da kaçış yolu olarak bir bariyer var. İlk aşamada butonu öğrenenler hızlıca bariyeri aşıyor ve kendilerini elektrikten kurtarıyorlar. Daha önce şoktan kaçılamayan bir durumda kalmış olan gruptakiler ise bariyeri denemiyor bile, çaresizce elektrik şokuna teslim oluyorlar. Deneyi yapan araştırmacılar bu duruma “öğrenilmiş çaresizlik” adını verdiler.

Daha sonra pek çok kez hayvanlar ve insanlar üzerinde yapıldı bu deney farklı biçimlerde. Sonuçlar benzerdi. Kuram geliştirildi, hala insan psikolojisini anlamada ve bazı ruhsal hastalıkların tedavisinde kullanılıyor.

Deneyin bulucusu Seligman’a göre; insanlar davranışlarının olay ya da durumların sonuçları üzerinde hiçbir etkisi olmadığına inandıklarında, öğrenilmiş çaresizlik ortaya çıkar. Yani birini sürekli travmaya maruz bırakır ve çıkış yolu göstermezseniz, bir süre sonra durumdan kurtulmak için çabalamayı bırakır. 

Yıllardır baskı altında tutulan, patronların ve iktidarların sözünün geçtiği bir düzende, adaletsizlikler içinde yaşamaya çalışan insanların durumunu çok iyi tanımlıyor öğrenilmiş çaresizlik. İnsanlık dışı bir deneyin çaresiz, umutsuz ve vazgeçmiş denekleri gibiyiz çoğumuz. Sistematik bir şekilde veriyorlar şoku. Bir deniyoruz iki deniyoruz, bakıyoruz çıkış yok, pes ediyoruz. Giderek daha fazla içimize kapanıyor ve kanıksıyoruz durumu. Arada nefes aldırıyorlar, biraz kesiyorlar elektriği ve acıyı. Başka türlü süremez deney çünkü. Onların yönetmeye devam edebilmesi için, kölelik düzenini kabullenmiş, sorgulamayan, çıkış yolları aramayan deneklere ihtiyaçları var. Ölmesinler ama özgürlüğü de tatmasınlar…

Bazılarının baskıya maruz kalsa bile denemeye devam etmesinin nedenleri üzerine çok şey söylenebilir. Genetik yapıdan tutun çevresel koşullara kadar bir dizi etmen. Deneyden öğrendiğimiz veri ise çabalayan grup, öyle ya da böyle bir çıkış yolu olduğunu biliyor. Bunu bilmek de değiştirmeye yönelik bir hareketi doğuruyor. Sonraki araştırmacılar bunu ötesinde şeyler söylüyorlar; eğer koşullanma bozulur ve bir çıkış yolu olduğuna dair yeni bir öğreti geliştirilirse, çaresizliği öğrenmiş kişiler yeniden harekete geçebiliyorlar. Yani pes etmiş gibi görünenler de uygun koşullar geliştiğinde yeniden mücadeleye başlayabilirler. Bu ülkeden bir şey olmaz dedikleri günlerde bir çığ gibi büyüyen Gezi Direnişi gibi örneğin.

İnsanlığın şu an içinde yaşadığı kapitalist düzen, öğrenilmiş çaresizliği üretme ve yaymada çok ustalaşmış durumda. Attıkları bombalar, çıkardıkları savaşlar, düşüncesini söylediği için hapse atılan, açlık sınırında çalışmaya zorlanan, aşağılanan, sömürülen insanlar. Bitmek bilmeyen bir travmalar zinciri. Gücü elinde tutan azınlığın, “güçsüz” çoğunluğa zulmü.

Bu gidişatı tersine çevirmenin tek bir yolu var; çıkışı bulmak! Elektriğin kesileceği günleri beklemek, “elektrik düğmesinin idaresi bana verilirse” diye vaatleri sıralayan başka yöneticilerden medet ummak, “biraz dinlenelim de sonra bakarız bir çaresine” düşüncesine teslim olmak… Hepsi aynı kapıya çıkar. Döner dolaşır yeriz şoku. 

Bize zorla öğretilen çaresizlik ve umutsuzlukla savaşmak için gereken şey ise farkında olmak! Mutlaka bir çıkışın olduğunu, böyle devam etmek zorunda olmadığını bilmek ve bizim bunu değiştirme gücümüz olduğunun farkına varmak. Bize çıkışı sağlayacak olan buton ise insanlık tarihinin içinde saklı. Tarih bize defalarca kez insanlığın mücadele ettiğinde kazandığını gösterdi. Bu boş bir inanç ya da bir hayal değil. İnsanlık, emeğinin karşılığını almayı, insanca koşullarda ve güvenceli çalışma hakkını, sağlık ve eğitim hakkını, düşüncelerini ifade etme özgürlüğünü, bunlar için savaşarak kazandı. Kimse halka bağışlamadı bu kazanımları. Bugün elimizde olan ya da kaybettiğimiz insana yaraşır ne varsa, gücünün farkında olan devrimcilerin ayağa kalkmasıyla oldu. Bu tarihsel gerçeği unutmadığımızda, kötülerin içinden kötü beğenmek yerine, gerçekten bu sömürüye son verebilecek olan iradeyi içinde taşıyan devrimcilere çevireceğiz yüzümüzü. Birlikte güçlenecek ve büyüteceğiz umudu.

Asıl hayalcilik, düzenin ve aktörlerinin gözlerimizi boyamasına izin vermek, kurtuluşu onlardan beklemek. Psikolojiden biliyoruz; kaçmak, görmezden gelmek, bahaneler üretmek geçici olarak kaygıyı azaltır, sorunlarla o an için baş etmeyi kolaylaştırır. Oysa sorun tüm yaşamımız boyunca büyük bir gerçek olarak tam karşımızda durmaya devam eder. Bize de karar vermek düşer; ya bu gerçekle yüzleşiriz ya da çaresizliğe teslim oluruz.