Bir yıl önce bugünlerde Giresun’un Eynesil ilçesinde 11 yaşında bir çocuk öldü. Pek çoğumuz yeni duyduk Rabia Naz’ın adını. Oysa baba tam bir yıldır kızının ölümünü aydınlatmak için mücadele veriyordu. Polis kayıtlarında çocuğun beşinci kattaki evinden atlayarak intihar ettiği yazıyordu. Aileye göre ise kızlarına bir araç çarpmıştı. Dahası, çarpma sonrası evlerinin önüne bırakılarak ölüme terkedilmişti kızları ve işin ucu “önemli kişilere” uzanıyordu.
Rabia Naz o gün her zamanki gibi okulundan çıkıyor, arkadaşlarıyla dondurma alıp yiyor, sipariş verdiği kitap gelmiş mi diye kırtasiyeye uğruyor. Ardından annesinin çalıştığı eczaneye geliyor ve arkadaşları ile oynamak için izin istiyor. Annesi eve gitmesini söylüyor ve Rabia Naz eve doğru yürüyor. Kısa bir süre sonra Rabia Naz, evinin önündeki yolda yaralı halde bulunuyor ve götürüldüğü hastanede yaşamını yitiriyor. Rabia Naz’ı bulanlar, ilk müdahaleyi yapan ambulans ekibi ve hatta polis, olayın trafik kazası olduğunu dillendiriyor. Yerel gazeteler olayı “11 yaşındaki çocuğa araba çarpıp kaçtı” diye haber yapıyor. Fakat ertesi günden itibaren “kaza değil intihar” haberi dolanmaya başlıyor. Anne baba ne olup bittiğini sorgulayamayacak kadar perişan, sadece kızlarının öldüğünü kabullenmeye çalışıyorlar.
Gün geçiyor, babanın içine bir kuşku düşüyor. Kızı gibi hayat dolu, mutlu bir çocuk her şeyin olağan seyrettiği sıradan bir günde neden intihar etsin? Sonrası babanın kızının ölümünü aydınlatma çabası… Acı, öfke ve kararlılıkla donuklaşmış bir yüzle aktarıyor baba yaşadıklarını. Evinin çatısına çıkıp birkaç adım geriden, daha geriden ve en geriden koşarak, kızının o çatıdan atlaması durumunda neler olabileceğini anlatıyor. “İmkansız” diyor, “kızım buradan atladıysa yerde bulunduğu gibi yatıyor olamaz”. İmkansız olduğunu düşünüyoruz babayı dinlerken. Sonra aşağı iniyor, yere yatıyor; kızının yattığı şekilde kıvrılıyor, anlatıyor, hep anlatıyor. Babanın bu hali, göğsümüzün ortasına bir yumruk olup oturuyor.
Baba iz sürmeye devam ediyor. Hızla geçen bir araçtan bahsediliyor ve aracın sahibi dönemin AKP’li belediye başkanının oğlu Mehmet Ali Somuncuoğlu çıkıyor. Bu aşamadan sonra konuşanlar suskunlaşıyor. Babanın iddiasına göre; birileri, belediye başkanı Coşkun Somuncuoğlu’nun yakın arkadaşı AKP’li bakan Nurettin Canikli de dahil olayı örtbas etmeye çalışıyor. Olayla yakından ilgilenen, cinayet olasılığına ikna olan, röportajlar ve video çekimleri yapan Müge Anlı ekibi, ani bir kararla “intihar şüphesi olduğunu” öne sürerek yayından vazgeçiyor. Gazeteler giderek sessizleşiyor.
Aile pes etmiyor, kızları için bir miting düzenliyorlar Eynesil’de, “evlat mitingi” diyorlar adına. Sosyal medyada bir kamuoyu yaratıyor baba. Daha çok insan “Rabia Naz neden öldü” diye sormaya başlıyor. Hacettepe Üniversitesi’nden alınan adli tıp raporunda ölüm nedeni yüksekten düşme değil, araç çarpması olarak belirtiliyor. Yine de ailenin iddialarına yönelik inceleme yapılmıyor. Hatta babaya göre delillere müdahale ediliyor.
Anne ve babanın iddialarının gerçek olması ihtimali kanımızı donduruyor. Küçücük bir çocuğa çarpacaksın, çocuk hala hayattayken ve belki de kurtarılabilme olasılığı varken, türlü planlar yapıp ölümünü izleyeceksin. Aklımız almıyor ama şaşırmıyoruz da, bekliyoruz bu kötülüğü, “her bir iddianın gerçek olması mümkün” diyoruz.
Geçen haftalarda şikayet üzerine, savcılık tarafından akıl sağlığının yerinde olup olmadığı soruldu babanın. Götürüldüğü hastanede psikiyatrist tarafından, ayaktan karar verilemediği gerekçesiyle yatışı istendi. Ancak kamuoyundan gelen yoğun tepki üzerine iptal edildi yatış. Varsayalım ki bu iddiada doğruluk payı var, kızının ölümünden sonra psikolojisi bozuldu babanın. Bu durum, 11 yaşında bir çocuğun şaibeli bir şekilde öldüğü, ailenin sunduğu hiçbir kanıtın ciddiye alınmadığı, işlem başlatılmadığı, kişilerin ifadelerinin alınmadığı, babanın sunduğu kimi delillerin hala gerekçesiz bekletildiği gerçeğini değiştirir mi?
Bu yazıda özetlenmiş olan olay, yıllar önce yaşanmış başka bir kazayı hatırlattı. 1998 yılında, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Ahmet Burak Erdoğan, Türk Sanat Müziği sanatçısı Sevim Tanürek’e çarpmış ve ölümüne neden olmuştu. Sevim Tanürek’in eşi; Ahmet Burak Erdoğan’ın ehliyetinin olmadığını, sonradan 3 ay önce alınmış gibi ehliyet çıkarıldığını, ilk aşamada belirtilen şoför kusurunun ve kanıtların yok edildiğini, süreç boyunca her itirazları karşısında “ne demek yani siz koskoca belediye başkanını sahtecilikle mi suçluyorsunuz” yanıtı aldıklarını iddia ediyordu. Olayın tanıkları korkutulmuş ve tehdit edilmişti, evlerine gelip olayı kapatmaları için kendisine yalvarıyorlardı. Bu arada Ahmet Burak Erdoğan, yurtdışında eğitim gördüğü gerekçesiyle hiçbir mahkemeye katılmadı. Cezası para cezasına çevrildi. Olay unutuldu gitti. Zaten kazadan iki yıl sonra Ahmet Burak Erdoğan askerliğe elverişsiz raporunu da alacak ve milyon dolarlık gemileriyle armatör olarak yaşamını sürdürecekti.
Rabia Naz’ın ölümü de unutulup gitmesin ve suçlular adalet karşısına çıkarılsın diye direniyor aile. Talepleri çok açık; “bizim iddialarımızın geçersiz olduğunu kanıtlasınlar, kızımızın neden öldüğünü kanıtlara dayanarak açıklasınlar, adalet yerini bulsun”. Adalet şimdilik yerini bulmadı. Ama bu arada başka bir şey oldu. Eynesil halkı sessizliğini bozdu ve Rabia Naz’ın ölümüne adı karışan belediye başkanı Coşkun Somuncuoğlu’nun yeniden başkan seçilmesine izin vermedi.
Rabia Naz’ın çok güzel bir fotoğrafı var, elinde Kazım Koyuncu “şair ceketli çocuk”.
“Kumral bir çocuğun yaz öyküsü bu
Şarkılarla geçtim aranızdan
Yalnızlar gibi susup uzun uzun
Düşlüyorum bu kenti…”
Çocukların düşleri gerçek olacak, öldürülmeyecek çocuklar, şarkılar söyleyip, şiirler yazacaklar. Tüm çocuklara sözümüz, Rabia Naz’a borcumuz var; adalet yerini bulacak!