Kayıplarla yaşamak

Krizin derinliği ile baş edemez gibiydi ülke, dokuz günlük bayram tatili sayesinde rahatladı. Tatil yerlerindeki doluluk ile ekonominin canlandığına dair yorumlar bile dolandı sosyal medyada. Bayram sonrası trafiği helikopterden teftiş ederken gördük İçişleri Bakanı'nı. Asayiş berkemaldi, ikna oluyorduk ki Cumartesi Anneleri ile uyandık.

Gözaltında kaybedilen yakınlarının bulunması ve faillerin ortaya çıkması talebiyle, 23 yıldır Cumartesi günleri bir araya geliyordu anneler. Daha doğrusu annelerde simgeleşmiş kayıp aileleri. 700. kez buluşacak, her zamanki gibi oturma eylemi yapacaklardı. Beyoğlu Kaymakamlığı'nca son anda yasak geldi eyleme.

Polis, yakınlarının ölüsünü isteyen insanlara biber gazı ve plastik mermi ile saldırdı. Gözaltından dönmeyenleri beklemekle ömür geçirenler, gözaltına alındılar. Kendisini görmediğimiz zamanlarda yasağa uymayanlara saldırı emri vermişti "bakan". Sonra yine "bakan"ın emri ile son verildi müdahaleye. Emirler havada uçuşuyor, sahipsiz ölülerden geride kalanlar aşağıda sessiz bir öfkeyi biriktiriyordu.

Arjantin'de darbeci iktidar tarafından çocukları tutuklanan ve haber alamayan annelerin 1977 yılında başlattıkları eylemden esinlenmişti Cumartesi Anneleri. Her Perşembe Plaza de Mayo Meydanı'nda, çocuklarının adlarını yazdıkları beyaz başörtüleri ile oturuyordu Arjantin’li anneler. Başlarına gelenler bizde yaşananlardan farklı değildi. Baskınlar, gözaltılar ve hatta ölümler... Plaza de Mayo Anneleri’ydi onlar dillerde. İktidar ise "Perşembenin delileri" adını takmıştı ölülerine kavuşmayı bekleyen ailelere.

Ölülerine kavuşamamak diyoruz ya, dile kolay. Ancak başımıza geldiğinde anlayabileceğimiz türden bir belirsizlik ve bitememe hali. Bir insanın en ağır kaybıdır, sevdiği birinin ölümü. Bu insanların yaşadığı şey ise, sevdiklerinin ölümünden hiçbir zaman emin olamamak, artık ümidini yitirse bile geride bırakamamak.

Sevdiğimiz birinin ölümünü kabullendiğimizde, geleceğimizi "onsuz" ama onun anılarıyla çizmeye dair bir adım atmış oluruz. Ölümü kabullenmek, sadece zihinsel bir süreç değildir, bazı somut gereklilikleri vardır. Cenaze törenleri, ölüyü yıkamak, gömmek, mezarlık ziyaretleri... Toplumların kendiliğinden buldukları bu vedalaşma ritüelleri aslında yası tamamlamaya yardım eder. Sevilen insanın artık yaşamadığını, toprağın altında olduğunu ya da küllerinin savrulduğunu bilmek, buna tanık olmak ölümü anlamayı ve kabullenmeyi kolaylaştırır.

Yıllarca oğlundan geriye kalan ne varsa kendisine verilmesini bekledi Cumartesi Anneleri'nin simgesi Berfo Kırbayır. Bitsin istiyordu bilinmezlik, bir mezar istiyordu ziyaret edebileceği... Psikiyatri'nin sayfalarca anlatabileceği tamamlanmamış yasını üç cümle ile özetliyordu:"Benim evladım gelir diye kapıyı bacayı açık bıraktım. Ay geçti, gün geçti, sene geçti benim çocuğum gelmedi. Benim çocuğum ölmüşse cenazesini bana versinler".

Vermediler oğlunun kemiklerini, göremeden öldü. Sömürü, gericilik ve karanlık üzerine kurulu iktidarlar, böylesi terör estirir ancak. Savaşlar, iş cinayetleri, kadın cinayetleri, kâr hırsının yol açtığı kazalar... Neyin hesabını verdiler ki bunun versinler! Verir gibi yapar, duyarlı gibi görünür, özür diler gibi olurlar bazen. Ötesi gelmez.

Ötesini biz alırız ancak, acılarımız ve bitmemiş yaslarımız içimizde. Pablo Neruda* rehberimiz olur, dünyanın öbür ucunda ya da burada.

“Ölümün ve tasanın

Çemberinden geçmiş analar,

Doğan ulu günün ortasına bakın,

Bu topraktan güler ölüleriniz.

Kalkık yumrukları titrer, Buğdayın üstünde,
Bilesiniz.”

Bileceğiz ve yolumuza devam edeceğiz. Eşitlik ve adalet mücadelesini kazanarak tamamlayacağız yasımızı.

*Pablo Neruda, Oğulları Ölen Analara Türkü