Deprem karşısındaki çaresizliğimiz

İstanbul’daki depremin ardından Diyanet İşleri Başkanlığı Başkanlık Müşaviri sosyal medya hesabından Deprem Duası paylaştı: “Allah’ım! önümden, ardımdan, sağımdan, solumdan, üstümden gelecek musibetlerden beni koru! Yere batırılarak helak olmaktan sana sığınırım.” Zaten İstanbul, epeydir Allah’a emanetti.

Bu arada TMMOB yaptığı basın toplantısında milyonlarca İstanbullu’nun can güvenliğinin tehlikede olduğunu açıkladı. İstanbul’un alt yapısı depreme hazır değildi, deprem toplanma alanlarının çoğu rant uğruna AVM ya da plazalarla doldurulmuştu, binalar depreme dayanıklı değildi. Hepimizin bildiği ama unuttukları ile tekrar yüzleşmiş olduk bu deprem vesilesiyle, 20 yıl önceki büyük kaybımızın ardından neredeyse hiç yol almamıştık.

Türkiye gibi bir deprem ülkesinde yaşadığımız ve travmalarla dolu tarihimiz düşünüldüğünde bugün toplumda hakim olan kaygı hali kaçınılmaz. Büyük afetlerde sadece travmaya maruz kalanlar değil, yardım edenler, izleyenler yani neredeyse tüm toplum etkilenir. Travmayla baş etme yöntemlerimiz; kişiliğimiz, önceki travmatik yaşantılarımız, destek mekanizmalarımız gibi pek çok belirleyene göre farklılık gösterir. Ancak travmanın yeniden başımıza gelebileceği endişemiz varsa, kendimizi güvende hissetmiyorsak, baş etme mekanizmalarımız ne kadar güçlü olursa olsun travmayı geride bırakmak kolay olmayacaktır. Bugün ülkede yaşanan tam olarak budur. Eski travmalarımız yeni bir hatırlatıcının varlığında canlandı ve biz aynı tekinsiz ortamla baş başa olduğumuzu dehşet içinde fark ettik.

Bugün hep birlikte depremi masaya yatırıyor ve Türkiye’deki fay hatlarını inceliyor oluşumuzun bir anlamı var. Bilirsek kontrol edebileceğimizi düşünüyor ve kaygımızı azaltıyoruz. Ancak bu durum bizi harekete geçiremiyor, bir kısır döngü içinde sadece kendimizi yatıştırmaya çalışıyoruz. Sonra hızlıca yeni bir gündemin içine giriyoruz ve unutuyoruz. Unutacağımızı bilen ve toplumda gelişen duyarlılıkları söndürme becerisi gelişkin olan kapitalist düzen de bildiğini okumaya devam ediyor. Bir dahaki afete kadar, kendi yöntemleriyle yıkma ve yok etme işini sürdürüyor.

Peki, neden unutuyoruz? Ve neden tekrar başa sarıp acı çekiyoruz? Ayakta kalmak için, yaşamaya devam edebilmek için…Travmatik süreci sağlıklı bir şekilde atlatamayanlar, yaralarının sarılmasına izin verilmemiş olanlar, ne olup bittiğini anlamlandıramayanlar, bundan sonra ne yapacağını bilemeyenler, unuturlar. Sanki hiç biri yaşanmamış ve bundan sonra da yaşanmayacakmış gibi olur böylece. Oysa hiçbir yere gitmez anılar. Eski acıyı hatırlatan yeni olaylarla birlikte uyanmak üzere, sessizce beklerler belleğimizde.

Unuttuklarımız ne sadece bizimle ilgili ne de tesadüf. Yönetenler, toplumun belleğini tehditle, baskıyla, inkarla, milliyetçilik ve din gibi araçlarla kontrol ederler. Bu günlerde başımıza gelenlerin Allah’tan olduğunu kabullenmemiz, sessizce ona sığınmamız ve beklememiz tavsiye ediliyor sıkça. Bir gerici yazarın, depremlerin günahlarımızın cezası olduğunu söylemesi boşuna değil. Ya da bir üniversitenin rektörü de olan gerici Nevzat Tarhan’ın, hepimize umut olan gencecik bir kadının yaşama tutunma mücadelesini, ölüm bilinci olmayışı ve seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgarına kapılması olarak eleştirmesi de…

Yönetenlerin bugün yapması gereken ilk şey; geçmişte koruyamadıklarının hesabını vermek ve tekrarının yaşanmaması için önlem almak, halkın güvenliğini sağlamak olmalı. Onlar ise her gün kendilerini aklayacak yalanlar söyleyip, göz göre göre bir şehri depremle yerle bir olacak hale getirdiler. Deprem vergisi adı altında 20 yılda toplanmış milyarlarca doların nerede olduğu sorusunun yanıtını veren de yok. Ve hala utanmadan depremi Allah’a havale edip, cezayı insanlara kesebiliyorlar.

Deprem karşısında hepimiz çaresiz hissediyoruz, kaygı duyuyoruz. Sevdiklerimizi kaybetme korkusu ile baş etmek hiç de kolay değil. Ancak böyle gitmek zorunda değil. Yaralarımızı sarmanın ve yeni kayıplara engel olmanın tek yolu, insanlığın nasıl bir çaresizliğe sürüklendiğinin farkına varmak. Bu farkındalık güçlendirecek bizi. Güvenliğimizi sağlayacak olan da, geçmişin hesabını soracak olan da bizden başkası değil.

Önce birbirimize sarılacak ve acılarımızı dindireceğiz. Din simsarlarının, sömürücülerin, katillerin ellerine bırakılamayacak kadar değerlidir insanlığın belleği. Bu nedenle direneceğiz unutmamak için. Birlikte hatırlayacak ve yeniden yazacağız tüm gerçekliği ile tarihimizi. Birbirimize hatırlatacak ve kendi geleceğimizi yeniden kuracağız.